Ana içeriğe atla

Cumhurbaşkanı Adayı İmal Eden Televizyon!

 Oturma odalarımızda baş köşeye konduğu yetmiyormuş gibi Televizyon bizi bilgilendirmiyor (İnformer), zihnimizi, siyasal ve kültürel bilincimizi oluşturuyor, formatlıyor (Former). Yeni bir afyon gibidir TV.

Ragıp Duran



 






Önce başımdan geçen bir hadise: Reklamcı Jacques Séguéla, ilk kitabının Türkçe çevirisi yayınlandığında Istanbul’a gelmişti.  O zamanlar özel TV’ler henüz devreye girmemişti. TRT’de Çetin Çeki ile Lale Dilligil’in hazırladığı, prime time’da yayınlanan bir popüler kültür programı vardı. Kitabı ben çevirmiştim. Çeki ve Dilligil, tercüme güçlükleri nedeniyle, kamera önünde, Séguéla ile doğrudan benim söyleşi yapmamı önermişlerdi. Ben de yaptım sonra da üstüne Türkçe çevirisini okudum. 10-15 dakikalık kısa bir söyleşiydi.  Ertesi gün, zırrr telefon. Tanımadığım bir kadın, kırsal bölge şivesiyle, kendisinin benim askerlik arkadaşım Hüsnü’nün annesi olduğunu söyledi. Hüsnü’yü hayal meyal hatırladım. Çünkü ben Sıvas’ta sadece 3 ay askerlik yapmıştım. Telefon geldiğinde askerlik biteli herhalde en az 2-3 yıl olmalı.  Telefondaki muhatabım önce TV’deki programı seyrettiğini ve çok beğendiğini söyledi. Hayret demek ki Fransız reklamcılığı kırsal bölgelerde de ilgi konusu olmuş! Sonra kadın yakınmaya başladı: ‘’Ahh sorma evladım. Bizim Hüsnü, askerden geldiğinden beri kös kös evde oturuyor. Bir iş bulamadı. Çok sıkıntılı…’’.  Ne diyeceğim ki şimdi ben tanımadığım bir insana? Ayrıca İş ve İşçi Bulma Kurumu yetkilisi de değilim ki?  İşveren gibi bir sıfatım da yok. ‘’Kolay gelsin, Hüsnü’ye çok selamlar’’ gibi bir takım beylik sözler ettim herhalde. Karşı taraf ısrarlı: ‘’Sen bizim oğlana bir iş ayarlasan vallahi çok iyi olur’’ dedi. Ben de böyle bir yetkimin, olanağımın olmadığını söylediğimde cevap şak diye geldi: ‘’Niye oğlum, sen televizyonlara çıkıyorsun. Bulursun bulursun…’’.










Asıl  adı ‘’Aptal Kutusu’’ olan ama diplomatik lisanda ‘’Büyülü Kutu’’ (Magic Box!) denilen televizyon, demek ki işte böyle algılanıyor, kırsalda yaşayan askerlik arkadaşımın annesi tarafından. 10-15 dakika ekranda görününce oğluna iş ayarlayabilecek kadar etkili ve yetkili oluyor insan. Andy Warhol boşuna dememiş: In the future, everyone will be world-famous for 15 minutes ‘’. Gelecekte herkes 15 dakikalığına dünya çapında ünlü olacak. Ben sıramı o zaman savmıştım!

Geçen gün, bir TV kanalında, Akşener Felaketi konusundaki tartışma sırasında, moderatörün ve katılımcı gazetecilerin kışkırtmasıyla, her konuda görüş belirten, Ceza Hukuku profesörü ünvanı taşıyan çığırtkan bir şahsiyet, ‘’Milletim isterse Cumhurbaşkanı adayı olurum’’ mealinde bir söz etti. Allaaahhh… Konu tepetaklak oldu ve manşete çıktı bu açıklama. Meğerse reklam arasında M.Akşener telefonda sözkonusu kişiyi aramış ve ‘’Eğer ciddi ise, bu konuyu görüşmek üzere kendisine bir randevu vermiş’’. Ben, işsiz askerlik arkadaşıma iş bulan insan seviyesine çıkmıştım, bu medya cazgırı Cumhurbaşkanı adayı oluverdi bir açıklama ile! İşte küçük beyaz ekranın marifeti, cazibesi, gücü.











Hala öyle midir bilmiyorum ama Türkiye,  ABD’den sonra günde ortalama en uzun süre TV izlenen ülke. Özellikle işsiz güçsüz insanlar, emekliler, daha çok da kadınlar, evlerinden dışarı çık(a)mayanlar günün önemli bir bölümünü ekran karşısında geçiriyor. Sabah kadın programları, yemek programları, şarkı-türkü, eğlence saatleri, akşamları saçma sapan siyasi tartışmalarla doluyor 24 saat. Bir de artık TV, cep telefonlarına da girdi ya. Evde oturup koltukta çekirdek çıtlatmadan da sokakta, otobüste, vapurda, yürürken filan TV seyredebiliyor insanlar.











Türkiye’nin ortalama zeka düzeyinin oldukça düşük olduğu, hatta ortalama zekanın 11 yaşındaki çocuğun zeka düzeyi olduğunu yazan uzmanlar var.

AKP’li bir yetkili, seçim bölgelerinde, eğitim düzeyi yükseldikçe, iktidar partisinin oylarının azaldığını da itiraf etmek zorunda kalmıştı. 





 






Arendt (Totalitarizmin Kökenleri), Bourdieu (Televizyon Üzerine) ama özellikle de Jerry Mander’in kitabını (Four Arguments for Eliminating Television/  Televizyonu Tasfiye Etmek İçin Dört Gerekçe)  okuyanlar, televizyonun yurttaş ve toplum üzerindeki yıkıcı etkilerini öğrenmiştir.  15 yıl boyunca reklam ajansı yöneticiliği yapmış olan Mander’in, ne yazık ki Türkçe’ye tercüme edilmemiş olan 1978 tarihli kitabındaki dört gerekçe:




















-  TV, izleyicilerin gerçeklik duygusunu ortadan kaldırır.(Hakiki Gerçek/Sanal Gerçek).

- TV, kapitalizmi över, teşvik eder.( Yerleşik düzenin ideolojik aygıtıdır)

-  TV, şamar oğlanı/günah keçisi kılığına girer. (Gerçek sorumluyu gizler)

- Bu üç özellik olumsuzluk yaratmada birlikte/eşzamanlı olarak faaliyet gösterir. (Kollektif çalışır, izleyiciyi güçsüz kendini güçlü gösterir).











Mander’in kitabı yayınlandığında henüz global medya, kablo TV, yüzlerce binlerce TV kanalı ve İnternet yoktu. Ve dikkat edin yazar, TV programlarının içeriğini filan değil, bizatihi TV’nin kendisini hedef alıyor ve tasfiye edilmesini öneriyor. TV ayrıca gözlerimizi bozuyor, algılama kapasitemizi olumsuz etkiliyor.










TV’nin yurttaş ve toplum üzerindeki son derece olumsuz ideolojik-siyasi-kültürel etkilerini göstermek için birkaç somut örnek:

- TV’ye inanacak olursak Türkiye’nin en güvenilir şahsiyetleri arasında Uğur Dündar, Acun Ilıcalı, Sedat Peker gibi şahsiyetler var. Yoruma gerek yok!

- TV’de izlenme rekoru kıran diziler arasında ‘’Kurtlar Vadisi’’ galiba hala bir numarada.

- TV ekranlarında gazeteci olarak en sık görülen kişiler arasında Nagehan Alçı ve Yılmaz Özdil’in isimleri geçiyor.

- TV’ye göre en başarılı programcılar Müge Anlı ve Seda Sayan!

 Bu örnekler, küçük ekranın siyahı beyaz, beyazı siyah olarak gösterebileceğine dair anlamlı örnekler. Oluşturulan/kurulan/yapay olarak yaratılan medyatik gerçeğin hakiki gerçekle neredeyse hiç bir ilgisi/bağlantısı bulunmuyor.











Neo-liberal ideolojide ve yaşam tarzında her şeyin ‘’hızlı, yüzeysel, görülebilir ve para/iktidar odaklı’’ olması gerekiyor. TV bu dört niteliği mükemmel bir şekilde bir araya getirip izleyicilere sunuyor.

Uzatmayayım. Çevrenize bakın, evinde TV olmayan insanlar ya da TV’ye esir düşmemiş yurttaşlar diyelim,  diğerlerine oranla daha sosyal, daha özgür ve bağımsız üstelik daha ilginç insanlar değil midir?











Mander’in hedefi idealistti. Artık TV’yi olduğu gibi tasfiye etmek herhalde imkansız.  Ama TV ile ne kadar az muhatap olursak o kadar iyi. TV seyredeceğimize, çıkıp dışarıda dolaşmak, eş-dostla sohbet etmek, kitap okumak akıl ve ruh sağlığı açısından çok daha yararlı. Üstelik unutmayalım, TV izlerken, biz onların TV’sini izliyoruz. Yani yerleşik düzenin.
THE END ve İstiklal Marşı! Televizyonunuzu kapatmayı unutmayın! (SON/RD)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla