Ana içeriğe atla

Kazım Öz: ‘’Bir Kar Tanesinin Ömrü’’: Dersim’de Şahane Bir Tango



‘’Zer’’ filminden tanıdığımız Kazım Öz’ün ‘’Bir Kar Tanesinin Ömrü’’ filminin Dünya Première’i hafta sonu Selanik Film Festivalinde gerçekleşti. Usta işi estetik bir siyasi film… 

Ragıp Duran

Gösterimden önce yönetmen Kazım Öz, filmin başrol oyuncusu Sema Gültekin ve görüntü yönetmeni Orçun Özkılınç ile Beyaz Kule tavernasında geç bir öğle yemeği yedik. Muhabbet çok esaslı idi.

Öz, Selanik Film Festivalinde en son ‘’Zer’’ filmini göstermişti. O zaman da oturup uzun uzun konuşmuştuk. Ben 2-3 sene önce sanıyordum. Meğerse 5 yıl önceymiş. https://artigercek.com/makale/dersim-gelmis-selanik-e-37480

Günler hızlı, yıllar yavaş geçiyor!

Öz, çok sakin, son derece efendi, bilge bir kişilik. Aslında 5 yıl önceki konuşmamızda ‘’Bir aşk filmi tasarlıyorum’’ demişti. Mühendislik eğitimi almış yönetmen, 5 yıl boyunca görebildiğim kadarıyla senaryoyu kelime kelime, görüntüleri kare kare, ince eleyip sık dokumuş, tasarlamış ve ortaya bir şaheser çıkarmış. ‘’Şaheser’’ sözcüğünü galadan sonra izleyicilerle yapılan tartışma seansında Selanikli bir sinemasever telaffuz etti.

Aslında çok zor bir konu seçmiş. Trabzonlu genç bir kadınla Hakkarili bir gencin aşk/ayrılık öyküsü fonunda Türkiye toplumunun iki devasa sorunu işlenmiş: Şiddet dolu kadın sorunu ve Kürt meselesi!

Ajitasyon-propagandaya açık bu iki konu, Öz tarafından çok ince, maharetli, çoğu zaman dolaylı göndermelerle beyaz perdeye  aktarılmış. Türkiye toplumunu anlatmak, mevcut durumu ve çelişkileri sergilemek için, Öz, bence pek uygun iki örnek seçmiş: Trabzon ve Dersim. İlki kaba milliyetçiliğin, maçoluğun, mafyanın sembolü olarak sahneye çıkıyor, ikincisi ise başka bir geleneğin, başka bir kültürün, bir yandan yumuşaklığın, hoşgörünün, kaçınılmaz olarak devrimciliğin ama aynı zamanda zulmün hatta ölümün simgesi.

Şimdiye kadar 9 filme imza atmış 49 yaşındaki Öz, senaryoyu kaleme alırken, aslında yaşanmış bir kaç gerçek öyküden esinlediğini söyledi. Hakiki öykülerin her birinden bazı bölümler/ayrıntılar/renkler aldığını, Trabzonlu bir kızla Kürt bir oğlanı seçmeyi uygun bulduğunu söyledi.

Öz’de, kelimenin gerçek anlamıyla kara mizah da var. Başroldeki  Miase  oğlana nereli olduğunu sorduğunda, Adar, Hakkari diyor, ‘’Aaa Kürtsün demek ki’’ dediğinde cevap ‘’Maalesef’’ oluyor. Oysa ki Adar’da ‘’pek öyle Kürt tipi yok’’. Hani hep diyorlar ya ‘’Siz hiç Kürde benzemiyorsunuz!’’ .

Sosyal medyada gördüm, biri Türk öteki Kürt iki kadın, Diyarbakır’da çocuklarının okulunun önünde muhabbet ediyor:

-        Sizin çocuğunuzun adı ne?

-        Robin…

-        Nece bu isim?

-        Kürtçe

-         Hiç benzemiyorsunuz ama demek ki Kürt kökenlisiniz!

-         Kürt kökenli değilim komple Kürdüm!

Bir saat dokuz dakikalık filmde Öz, tempoyu/ritmi de çok iyi ayarlamış. Baştan sona kimi zaman bir polisiye filmin gidişatını merak eder gibi, öykünün gelişimini izliyoruz.  

Kazım Öz her sahnede çok özenli davranmış. Hiçbir kurumu, hiçbir kesimi toptan mahkum etmiyor, ya da övmüyor. Polis, asker, mafyadan söz ederken bile, bu teşkilatların mensupları arasında iyi/kötü ayırımı yapıyor.  

 Öz’ün ‘’Zer’’de de sergilediği insana ferahlık veren doğa manzaraları, Trabzon olsun ama daha çok Dersim dağları, onun alameti farikası haline geliyor. Müzik kullanımını da, konu ve mekana göre çok iyi seçmiş.

Başroldeki Sema Gültekin, ilk önemli sinema deneyimi olmasına rağmen, işin içinden başarıyla çıkmış. Doğal, sade, olgun bir yorum görüyoruz. Özellikle kadın izleyiciler, film boyunca Miase ile çok kolay özdeşleşebiliyor.

‘’Zer’’de kahraman, babaannesinden duyduğu bir şarkının (Türkü değil şarkı)  peşinden ABD’den Türkiye’ye, Dersim’e koşuyordu. Bu sefer, filme global bir renk veren, Adar’ın sevdiği tango başrolde. Hele son sahne müthiş… Zer’in de son sahnesi müthişti.

Ne var ki, Kazım Öz, Türk devleti tarafından kargılanmış bir yönetmen. Bir bahane bulup bir ara gözaltına bile aldılar. Ama o mesleğini, sanatını, işini hayatının merkezine koymuş. Dünyada, Türkiye’de, bölgesinde olup bitenden hiçbir zaman kopmadan 24 saat sinema düşünen bir yönetmen.

Bir Kar Tanesinin Ömrü, Türkiye’de çeşitli festivallere önerilmiş ama hiçbiri kabul etmemiş. Galasını Selanik’te yapıyor. Film, şimdilerde yurtdışında festivallere katılacak.

Susarlar sesini boğmak isterler

Yarımdır kırıktır sırça yüreğin

Çığlık çığlığa yar geceler

Kardeşin duymaz eloğlu duyar

(Zülfü Livaneli)

Kazım Öz, talebe cevap verecek yönetmen tipinden değil. Neyi yapmak istiyorsa, neyi gerekli görüyorsa onu yapıyor. Trajik bir olay anlattı: ‘’Van’dan bir filmimi göstermek üzere bir davet almıştım. Havaalanına gittim. Orada öğrendim, Valilik gösterimi yasaklamış. Kaldım Istanbul’da. Aynı gün bir başka yönetmeninin bir filminin galası Beştepe Sarayında yapıldı’’.  

Gösteriden sonra izleyicilerin neredeyse hepsi filmi ayakta alkışladı. Seyircilerin büyük çoğunluğu salonda kaldı ve Öz’e, Gültekin’e ve Özkılınç’a sorular yöneltti. Övgü dolu görüşler beyan etti Selanikli sinemaseverler.  

Türkiye sineması diye bir akım gelişiyorsa, Nuri Bilge Ceylan, Fatih Akın, Emin Alper, Özcan Alper gibi yönetmenlerin yanı sıra Kazım Öz’ün de büyük payı var. (SON/RD)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle