· Geçen hafta Selanik’de iki önemli
akademik etkinlikte Osmanlı, Türkiye Cumhuriyeti ve Lozan Konferansı gündeme
geldi. İmparatorluklar 100 yıl önce ölmüştü. Yerine geçen Ulus-Devletlerin
hali?
Ragıp Duran
2022, özellikle Türkiye-Yunanistan ilişkileri bağlamında,
ilginç ve önemli bir yıl oluyor: Yunanistan’da ‘’Küçük Asya Felaketi’’ denen
Anadolu’nun yerli Hıristiyan halkının topraklarından kovulması ile meşum İzmir
Yangınının birinci yüzyılı.
Birinci Dünya Savaşını izleyen yıllarda sadece Anadolu’da
değil bütün dünyada özellikle Avrupa’da büyük değişimler yaşandı. Üç
İmparatorluk tarihin sularına gömüldü. Osmanlı, Avusturya-Macaristan ve Çarlık
olarak anılan Rusya…
O günden bu yana, taklit, sanal yani hayali Büyük
Britanya’yı saymazsak, yeryüzünde İmparatorluk kalmadı.(Fatih Terim hariç!
Gerçi o da çöküş dönemine girdi).
Covid, Putin’in Ukrayna’yı işgali, İtalya’da hortlayan
Mussolinimsi rejim, global medyada İranlı kadınların ayaklanmasını gölgeliyor.
Talat Paşa kitabının yazarı İsviçreli tarihçi Hans-Lukas
Kieser, geçtiğimiz hafta Selanik’deydi. Birisi Merzifon’dan transfer Amerikan
Kolejinde (ACT) diğeri Makedonya Üniversitesinde iki konferans verdi. Bir gün
de Hoca ile akşam yemeği sohbeti yaptık.
ACT’deki konferansın başlığı ‘’Lozan üzerinden Talat
Paşa’dan Atatürk’e: Türkiye Cumhuriyetinin İnşaası’’ idi. Kieser, aslında hem
Talat Paşa kitabında hem de henüz yayınlanmamış Lozan kitabında ayrıntılı bir
şekilde İttihat Terakki-Kemalizm sürekliliğini zaten vurguluyor. ‘’Soykırımın
Mimarı’’ Talat Paşa ile Mustafa Kemal arasındaki, en az 1915 Çanakkale’den beri
süren yazışmaları da hatırlattı.
Talat Paşa’nın naaşının Türkiye’ye getirilmesi konusunda
önce Atatürk’den onay çıktığını bilahare ‘’Kemalist Türkiye ile Nazi
Almanya’sı’’ arasındaki iyi ilişkiler sayesinde cenazenin en üst düzeyde resmi
törenle ağırlanıp gömüldüğünü biliyoruz.
Resmi ideoloji ve onun sol görünümlü takipçileri, Talat
Paşa-Atatürk bağını, devamlılığını inkar etmiyor hatta ‘’Devrimci’’ olarak
niteledikleri Talat Paşa’yı ‘’Proto-Kemalist’’ olarak niteliyor.
3. Enternasyonalin resmi yayın organının 1922 Ağustos
tarihli sayısının Fransızca çevirisinde Karl Radek’in bir başyazısı var.
Okuyunca şaştım kaldım. Lenin’in yakın çalışma arkadaşı Radek, 1915 konusunda Türk tezini savunuyor, Talat
Paşa’yı övüyor. Radek zaten sürgündeki Talat Paşa ile de görüşmüş. Tek ülkede
sosyalizm derdi, komşu Türkiye’yi Batı’ya kaptırmayalım telaşı… sosyalizm idealini
alt etmiş. Ne de olsa bir devlet vardı o zaman Moskova’da.
Kieser’in Talat Paşa başlıklı akademik biyografisinin
İngilizce orijinalinin başlığı ‘’Modern Türkiye’nin Kurucu Babası, Soykırımın
Mimarı’’. İletişim’de çıkan Türkçe çeviride başlığın ilk bölümü, tabi ki
yazarın da onayı ile, ‘’İttihat Terakki’nin Beyni’’ olmuş. Bu da doğru.
Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası resmi doğum belgesi
sayılan Lozan Antlaşması, Kieser’e göre, Batılı güçlerin, özellikle İngiltere
ve Fransa’nın, Ankara hükümetinden kopardığı tavizler (Suriye, Ürdün, Filistin)
sayesinde aslında Osmanlı’nın çöküş sürecindeki son bütün yasadışı ve gayrı
meşru kitlesel kanlı harekatlarını görmezden gelmesi anlamına geliyor.
İlginçtir, Türkiye’de
irredentist hedefler güden mevcut iktidar da, bir süredir başka açıdan ve
farklı nedenlerle Lozan Antlaşması’nı gözden geçirmek hatta geçersiz saymak
için girişimlerde bulundu. Oysa ki Ankara hükümetinin yanısıra İngiltere,
Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ile Sırp Hırvat Sloven Krallığının
imzaladığı Lozan Antlaşması bir bakıma global bir barış anlaşması üstelik bugün
100 yaşında olan ve uygulaması süren tek sözleşme.
Makedonya Üniversitesindeki etkinlik iki günlük uluslararası
bir konferanstı. Başlık: ‘’1922 ve İmparatorlukların Sonu’’. Yunanistan,
Türkiye ve Balkan ülkelerinden çok sayıda akademisyen ve uzman, konuya ilişkin
bildiriler sundu, tartışmalar yapıldı. İlk gün açış konuşmasını Prof. Kieser
yaptı: ‘’İmparatorluğun Sonu ama Demokrasi Yok: Lozan Konferansında Dr. Rıza
Nur ve İsmet Paşa’’. Hoca, demokrasi
kavramını esas olarak ‘’ötekini anlamak, tanımak, varlığını kabul etmek’’
olarak anladığını söyledi. Konferans boyunca Ankara heyetinin Ermeni
meselesinin gündeme gelmesine bile şiddetle karşı çıktığını hatırlatan yazar,
Batılı güçlerin Osmanlı’nın çöküş döneminde payitahta empoze etmeye çalıştığı
reformlardan da vazgeçtiğini, yeni Kemalist iktidarla yerleşik düzeni
bozmayacak bir şekilde uzlaşmaya/anlaşmaya çalıştığını kaydetti.
Osmanlı ve/veya Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili önemli
etkinlikleri izlemesi gerekenlerin başında herhalde Ankara’nın resmi
temsilcileri olması lazım değil mi? Diplomatların en önemli görevlerinden biri
değil midir bu tür etkinlikler? Evet ama ben her iki toplantıda da Ankara’nın
bir tek resmi temsilcisini göremedim salonda.
Tarihçi olmadığım için tarihle ilgili kitap ve
toplantıları ben hep gazeteci gözü ve kulağı ile izlerim. Bu sefer de öyle
oldu. Bizde ne okul kitaplarında ne de yerli tarihçilerin çalışmalarında pek
rastlamadığım bilgi ve tahlillerle karşılaştım. İyi oldu. Ve sürekli
projeksiyonlar yaptım. 100 yıl önce/100 yıl sonra ikilemine takıldım.
100 yıl önce imparatorluklar bitmişti. O yıkılan imparatorlukların yerine kurulan
ulus-devletler de 2022’de galiba çöküş dönemine girdi. Batı ülkelerindeki
ulus-devletler, artık güç ve yetkilerini büyük oranda mali-sermayenin dev,
global holdinglerine bırakmış ya da onların siyasi temsilcisi durumuna
düştüler. Ulus-devlet miyadını doldurmuşa benzer. Çağımızın sorunlarına çözüm
üretemiyor. Mali-sermeyenin gücüne karşı koyamıyor. Bu nedenle de artık kamu çıkarı çok
zayıfladı. Bu nedenle artık yurttaş kimliği erozyona uğradı ve yurttaş sıradan
bir tüketici haline getirildi. Sermaye emeği ezdi.
Türkiye için durum biraz farklı: Osmanlı’nın tarih
sahnesinden silinmesinden sonra kurulan Cumhuriyet, Cumhursuzdu. Demokrasi ise
konu ve gündem dışıydı. Artı, ‘’Yarın Cunhuriyet’i ilan edeceğiz’’ diyenler
yeni rejimi pozitif değerler üzerine değil negatif değerler (Şekavet ve İrtica)
üzerine kurdu. Ne var ki bu ulus-devlet, bugün görüyoruz, başta belirlediği iki
rakibini de alt edemedi. Cumhuriyet tarihi, devletin halka baskı tarihi ile
özdeşleşti. Tek dil, Tek millet, Tek bayrak sloganı da gerçekleşmedi.
Şimdilerde kendisini ana muhalefet olarak tanımlayan
kesim ve yakın çevresi, geleceğe yönelik yeni, modern, çağdaş, demokratik,
halkçı bir projesi olmadığı için, şimdilik ancak hayal olarak, eski Ulus-Devleti bir kez daha yani yeniden
inşa etme çabasında. Mustafa Kemal Atatürk hayranlığı ve amigoluğu da buradan
kaynaklanıyor.
Seneye Cumhuriyet 100 yaşına basacak. Solcusu, sağcısı,
liberali, muhafâzakarı, Kemalisti, İslamcısı şöyle doğru dürüst hazırlansa da,
ciddi, bilimsel, akademik ama tabi bu arada popüler düzeyde de asırlık
Cumhuriyeti tarihi, anatomisi, arkeolojisi, fiziği, kimyası, ekonomisi,
toplumsalı ile her bir yönünü ince ince, derin derin bir araştırsak, tartışsak…
Var mı ufukta böyle bir etkinliğin hazırlığı? (SON/RD)
Yorumlar