Ana içeriğe atla

Müstebit Bizim Buradaydı 110 Yıl Önce…

 
















Livaneli son kitabında yakın dönem tarihini romanse etmiş: Abdülhamid/İttihat çelişkisi,Doğu/Batı ihtilafı ama en önemlisi iktidar meselesi. Romanı, roman olarak okumak varken…


Ragıp Duran


Selanik’te yaşıyorsunuz. Alatini Köşkü sizin eve yürüyerek en fazla yarım saat mesafede. Haftada en az iki kez köşkün önünden geçiyorsunuz.

Zülfü Livaneli, benim müzisyen ve yazar olarak sevdiğim saydığım bir insan. Hele bir süre önce Deniz Baykal hakkında yaptığı açıklamadan https://t24.com.tr/haber/zulfu-livaneli-deniz-baykal-kurtleri-alevileri-ezilenleri-sevmez-chp-nin-baykal-gercegiyle-hesaplasmasi-sart,963407 sonra değeri daha da yükseldi.

2-3 sene önce Selanik Kitap Fuarına geldiğinde, Livaneli ile burada sokakta dolaşırken, çok sayıda Yunanistanlı okurun onu selamladığına, kitabına imza istediğine tanık olmuştum. Livaneli’nin Yunanistan aydın ve sanatçı kesimi ile de yoğun ilişkileri var.

Tüm bu nedenlerle son kitabı ‘’Kaplanın Sırtında’’yı başka bir gözle okudum.

Roman,  Abdülhamid’in 1909-1912 yılları arasında Alatini köşkünde geçen sürgün yıllarını anlatıyor. Yazar, romanda tüm kahramanların gerçek isimlerini kullanıyor, romanın  sonuna bir kaynakça eklemiş ayrıca üç tarihçinin kitapla ilgili değerlendirmelerini yayınlamış. Abdülhamid hakkındaki kutuplaşmış görüşler ve sözkonusu ekler, kitabı klasik anlamda romandan çok, Batılıların ‘’Docu-fiction’’(Belgesel-kurgu) dedikleri türe yaklaştırıyor. Livaneli de zaten kitapla ilgili söyleşilerde hangi bölümlerin kurgu hangi bölümlerin tarihi gerçekler olduğunu açıkladı. 

Türkiye toplumu popüler bir benzetmeyle aslında galiba bir Galatasaray-Fenerbahçe toplumu! Sokaktaki insandan mütekait sefirine, okumuş yazmış aydınından genç öğrencisine kadar geniş bir kesim anlamsız, aşırı bir politizasyon girdabında. Her metin, her söz hemen sözümona siyasal (Fransızların politique politicienne dedikleri sıradan, günlük siyaset)  bağlamda algılanıyor ardından keskin bir kutuplaşma oluşuyor. Ciddi bir tartışmadan çok, tribündeki futbol seyircisinin ateşli hezeyanlarıyla kapışma başlıyor. Livaneli’nin kitabını ‘’eleştiren’’ en az iki yazıda bunu gördüm ben.

Gerçi, mesela bizim kuşak, İzmir Suikasti öncesini Kemal Tahir’den, Struma gemisi hadisesini Ece Ayhan’dan, 33 kurşun felaketini de Ahmed Arif’den, yani tarihçilerden değil edebiyatçılardan öğrenmişti.  Ama yazarın romanını ille de ve hemen siyasi bir metin olarak algılayıp okumak ve bunun üzerine tartışma/fikir geliştirmek bana garip geliyor.

Bizim maarif sisteminde olsun akademiada olsun, hatta kahve sohbetlerinde bile yakın geçmişimiz üzerinde kalın bir örtü var. Türklerin Orta Asya’dan neden göç ettiğinden  (Elektrikler kesildi, diyorlar!) 1915 hadisesine (Ermeniler bizi kesti!) kadar bir çok vaka üstün körü resmi tezlerle geçiştiriliyor. Oysa ki Osmanlı’nın sadece 110 yıl (4 kuşak yani) önceki dağılma süreci hakkında çoğumuzun doğru dürüst bilgisi yok, geçmişe eleştirel bir şekilde bakmamız itina ile engelleniyor. Livaneli’nin kitabı bu engeli biraz olsun aşmak için de iyi bir vesile.


Livaneli de rahatsız. O, elinden geldiğince  tarihi vakaları çok boyutlu bir şekilde romanda işlemeye çalıştığını, Abdülhamid'in de İttihatçıların da farklı yanlarını sergilediğini anlattı. 

Yok olmaz! İlle de, ya Abdülhamitçi olacaksın ya da İttihatçı...Neymiş öyle roman moman!


Oysaki kitap, iki kahramanın (Abdülhamid ve Doktor)  ağzından iktidar olgusunu öyle güzel, öyle derin anlatıyor ki, bu fuzuli siyasallaştırma, roman okumanın tadını/zevkini kaçıracak neredeyse.

Livaneli bu romanı yazmak için 5 yılını vermiş. Konuya ilişkin önemli referans kaynaklarını taramış. Kaynakça’da Marc Mazower’in ‘’Selanik Hayaletler Şehri’’ ibaresini görmemek beni şaşırttı. Oysa ki bir konuşmamızda Livaneli bu kitaptan sözetmişti. Önemsiz ayrıntı.

Bir başka nokta, kitapta yabancı özel isimler, Türkçe okunuşuyla yazılmış. Doğru gelmedi bana. Sondaki ‘’Adı Geçenler’’ bölümünde ise yabancı özel isimler bazen orijinal bazen Türkçe okunuşuyla yazılmış. Bir-iki önemsiz baskı hatası da var.

Kitap ilk elde 300 bin adet basılmış. Sadece yazar ve okur açısından değil edebiyat açısından da sevindirici bir düzey. Livaneli’nin şimdiye kadar toplam 28 dile çevrilen kitaplarından sonra ‘’Kaplanın Sırtında’’ başta Yunanca olmak üzere çok sayıda yabancı dile çevrilmeyi bekliyor.

İçimde kalmasın, tamamen şahsi bir hissiyatımı yazmadan edemeyeceğim: Kitabın içeriğinde, uslubunda ve Livaneli’nin söyleşi ve açıklamalarında en küçük, dolaylı hiçbir gönderme olmamasına rağmen, mesleki deformasyon, benim gazeteci gözlüklerim kitabı okurken, artık yorgunluktan ya da aşırı aktüalite düşkünlüğünden olsa gerek, zaman zaman Sultan 2. Abdülhamid’i  Recep, Alatini köşkünü de Malezya ya da Katar’daki bir köşk olarak algıladı. Bir sürü benzerlik de yok değil hani…

·       Livaneli, Kaplanın Sırtında – İstabdat ve Hürriyet- İnkilâp yayınları,322 s. 2022.

 (SON/RD)

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla