GAZETECİ/ROMANCI YAŞAR KEMAL
·
Yaşar
Kemal aslında genç yaşta muhabir gibi çalıştı. Köylerde ağıt ve deyişleri
toplarken, tarlada su kanalları bekçiliği yaparken, arzuhalcilik günlerinde,
havagazı kontör memurluğu döneminde insanlarla, gerçeklerle, toplumla
karşılaştı, buluştu. Onun hem röportajlarının hem romanlarının authenticité’sinin altında yatan işte bu
gerçekle yoğun temasıdır.
Ragıp Duran
Genel olarak edebiyat, özel olarak romancılık ile
gazetecilik arasında hem çok sayıda ortak nokta var hem de çok sayıda
farklılık.
Gazeteciliğin ana hammadesi gerçek.
Gazetecilik/habercilik, gerçeği araştırıp bulmak, onu haber haline getirmek ve
okura sunmak faaliyeti. Tabi buradaki gerçeğin kamu çıkarını kollayan/ön planda
tutan bir gerçek olması lazım. Yani öyle her gerçeğin haber değeri yoktur.
Romanda, gerçek, olmazsa olmaz bir unsur değil. Çünkü
romanın kurucu unsurları, asli elemanları arasında gerçek yoktur. Roman,
gerçekten çok, kurguya dayanır. Kuşkusuz tarz, içerik, konuya yaklaşım da bir
romanı değerlendirirken göz önünde tuttuğumuz unsur ve boyutlar.
Dünyada ve Türkiye’de hem gazetecilik hem roman yazarlığı
yapmış çok sayıda sanatçı var. Yaşar Kemal de bunlardan biri. Ama Yaşar
Kemal’in, romanlar da yazmış bir gazeteci olarak ya da başka bir deyişle
gazetecilik de yapmış bir romancı olarak bazı özgün yanları var.
Dünyadaki örneklerin ilk akla gelenleri: Marquez,
Hemingway, Orwell, Camus, Balzac, Zola, Malraux…Bizdeki çift kalemlilerin en
önemlilerini sayacak olursak, Sait Faik, Kemal Tahir, Halide Edip, Peyami
Sefa’dan söz edebiliriz.
Romancıların gazetecilik yapmasının çeşitli nedenleri
var:
-
Geçim derdi
-
Romanlarını daha geniş okur kitlesine
ulaştırma isteği
-
Romanlarında dile getiremediği siyasi
görüşlerini köşe yazılarında sergilemek
-
Ahmet Oktay gibi Yazı İşleri Müdürlüğü
yapan profesyonel gazeteciler de var.
Yazarların gazetecilikle haşır neşir olduğu son döneme
ben yetiştim. 1980’li yıllarda Cumhuriyet gazetesinde çalışırken düzelti
servisinde şair Refik Durbaş, şair Kemal Özer ve edebiyat eleştirmeni Konur
Ertop çalışırdı. Bu değerli kalemler muhabir hatta yazarların öyle sıradan
Türkçe hatalarını düzeltmekle yetinmez, kimi zaman bozuk cümleleri, yanlış
deyimleri filan da düzeltirdi. Babıali’de bir söz vardır: ‘’Gazeteciler esas
olarak yazar, okumayı pek bilmezler’’.
Oktay Akbal gazetenin kadrolu köşe yazarı idi, bir de
öğle rakılarıyla ünlü Mehmet Kemal. Melih Cevdet Anday haftada bir yazısını
getirirdi.
Gazeteciliğin esası haber vermektir. Dolayısıyla
gazeteciliğin anasını, babasını, özünü muhabirler temsil eder. Muhabir gerçekle
temas eden kişi. Le Monde gazetesinin kurucusu Hubert Beuve-Méry gazeteciliği
‘’Temas ve mesafe mesleği’’ olarak tanımlar. Haberi/gerçeği bulup çıkarmak için
haber kaynağıyla yani insanla/toplumla temas edeceksin, sonra haberini/yazını
yazarken kaynakla arana mesafe koyacaksın.
Yaşar Kemal’in hayatını incelediğimizde Istanbul’a gelene
kadar yaptığı üç iş var. Belki bunlara meslek diyemeyiz ama uğraş işte…
-
Çukurova’da köy köy dolaşıp ağıt, deyiş
ve türküleri toplamak
-
Tarlada su kanalı bekçiliği
-
Arzuhalcilik
Bu üç uğraşta da doğrudan insanlarla, halkla, sokakla
temas var. Yaşar abi sonra Istanbul’a geldiğinde ilk işlerinden biri de
havagazı idaresi kontör memurluğu. Ev ev gezip havagazı saatlerini kaydediyor.
Bu iş de doğrudan insanla, toplumla, sokakla temasla yapılabilecek bir iş.
Yaşar Kemal küçük yaştan beri meraklı ve sürekli gözlem
yapıyor. Onun çeşitli yaşlarda yaptığı işler sayesinde insanlarla, gerçekle,
sokakla yoğun ilişkisi var. Zaten insanlarla, herkesle çok kolay ilişki
kurabilen bir adam.
Yaşar abinin gerçekle/gerçeklerle yoğun teması, onun ilk
başta röportajlarına bilahare romanlarına da yansıdı.
Gerçek nedir? Felsefi bir tartışma açabilecek konumda
değilim. Ama gerçek insandadır, sokaktadır, toplumdadır. İnsan, sokak ve toplum da işte Yaşar Kemal’in
en çok temasta olduğu üç mecradır.
Röportajlarında olsun romanlarında olsun, o eşsiz
uslubunun da mutlaka payı vardır, okuru ikna eder, inandırır Yaşar abi. Çünkü
kurgu da olsa sanki hakiki bir olayı anlatıyor gibidir. Yaşar Kemal’in ‘’authenticité’’si yaşamında geçekle
yoğun ilişkisinden kaynaklanır bence.
Röportaj, gazetecilikte haberin dayısıdır. Haber, işte
5N+1K filan gibi ilkelerle kuşatılmış,
nispeten teknik ve düz hatta biraz resmi, ciddi belki de soğuk bir yazı
alanı. Haberde fazla ayrıntıya giremezsiniz. Haber size bir olayın
bilgisini/bilgilerini aktarmakla yetinir. Röportaj ise sizi, yani okuru
yurttaşı, olayın içine götürür. Haberde veremeyeceğiniz ayrıntıları, mesela
Ankaralı meslek büyüğümüz rahmetli Varlık Özmenek’in hatırlattığı üzere 5 D’yi
, beş duyuyu ancak röportajda verebiliriz. Yaşar Kemal’in röportajlarında
görsellik de vardır, koku da vardır, tad/lezzet de vardır, dokunma hissini
sözcüklerle anlatır, çevrenin sesini sokar metinlerine.
Batı’da ancak kıdemli muhabirleri röportajcı yaparlar.
Habere gitmeden, sahaya çıkmadan, haber yazmadan röportajcı olunmaz. Yaşar abi muhabirlik stajını Çukurova’nın
köylerinde, su kanallarının başında ve arzuhalci iskemlesinde yapmıştı.
Oralarda hep bir muhabir gibi davranmıştı.
Röportajlarındaki edebi uslup da aslında hep o gelişen,
değişen, büyüyen/küçülen gerçeği okura aktarma çabasına hizmet eder.
Yaşar Kemal’in gazeteciliği…Gazeteciliği diyorum çünkü o
sadece dizi röportajlar yayınlamadı Cumhuriyet gazetesinde. Röportajlarının çok
beğenilmesi ve başarı kazanması üzerine dönemin Yazı İşleri Müdürü Cevat Fehmi
Başkut, Yaşar Kemal’den haftada bir gün, Pazar günleri köşe yazısı yazmasını
istedi. Bu yazılar ne yazık ki halen Cumhuriyet’in arşivinde duruyor. Yakında
umarım kitap olarak da yayınlanır.
Yaşar Kemal’in röportajları tabi ki edebi bir tad
taşıyor, tabi ki önemli toplumsal-kültürel olayları anlatıyor ama bir boyut
daha var. O röportajlar sadece uslup açısından güzel değil, o röportajlar
neredeyse bir aktivist işlevi de görmüş. En somut iki örnek, Van’daki Ahdamar
Ermeni kilisesinin restorasyonu. Yaşar Kemal, Cumhuriyet’in o dönemki patronu
Nadir Nadi’yi de seferber ederek kilisenin yıkılmasını, ortadan kaybolmasını
önlemiş. Bir de Istanbul-Ankara karayolunun çevresindeki ormanları konu aldığı
röportajları Ormancılar Derneğinin ödülüne layık görülmüştü. Bundan 60-65 yıl
önce Yaşar abi proto-ekolojistti zaten.
Kusura bakmayın moderatör olarak uzunca bir girizgah
yaptım. Şimdi panelistlere dönüyorum. Çok şanslı bir moderatör olduğumu
görüyorum. Çünkü bizim paneldeki üç konuşmacı da benim arkadaşım.
Ayşe Semiha
Baban, Osman Okkan ve Ragıp Duran Köln’deki
Uluslararası Yaşar
Kemal Sempozyumunda 6 Mayıs 2022.
Prof Ahmet İnsel, mektepten, Galatasaray’dan sınıf
arkadaşım. Aynı dönemde Fransa’da üniversite okuduk.
Prof. Yasemin İnceoğlu, benim çocukluk arkadaşım. Çünkü
ikimizin de babaları, Istanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde İdare Hukuku
kürsüsünde öğretim üyesi idiler.
Prof. Kenan Mortan’la dostluğum ise… Hadi yeri gelmişken,
öyle çok fazla yaygınlaştırmazsanız size bir örgüt hikayesi anlatayım. Efendim
bizim yarı-legal bir Yaşar Kemal Muhipleri Derneğimiz vardır. Kenan’la orada
birlikte çalıştık. Ayşe Baban bizim derneğin Onursal Başkanıdır. Osman Okkan,
Zülfü Livaneli…bir kaç üyemiz daha var. Bu derneğin amaç ve görevi, yurt içinde
ve yurtdışında Yaşar Kemal etkinliklerinde çeviri, danışmanlık, hasta
bakıcılık, body guardlık – Çünkü bazen Yaşar ağabeyi fanlarından korumak
gerekiyor- işte office boy’luk gibi
bilimum işleri yapmaktır. Biz Yaşar Kemal etkinliği yapılan kentlerde, arada
bir boş zaman bulup, derneğimizin Genel Kurul toplantılarını da çaktırmadan
yaparız.
Ahmet’e söz vermeden önce son bir nokta: Yaşar Kemal
aslında Hemite-Vaniköy hattında çalışan bir mikroskop, bir teleskop, bir film
kamerası ve en önemlisi yorumlu bir kayıt cihazı işlevi görmüştür.
Ne mutlu bize ki onun kitaplarını okuduk, onu yakından
tanıdık, onunla aynı çağda yaşadık.
(*) Bu metin 6-7
Mayıs 2022’de Köln’de düzenlenen Uluslararası Yaşar Kemal Sempozyumunda
yaptığım konuşmanın bilahare zenginleştirilmiş yazılı versiyonudur.
Yorumlar