Ana içeriğe atla

Medya Yöneticilerini Gazetecilerle Yurttaşlar Seçmeli!

Toplumda üstyapının, kültürel değerlerin ve algıların oluşmasında önemli bir konumu/işlevi olan medyanın yöneticileri, seçimle değil atama ile iş başına gelir. Onlar patronun bir nevi kayyımıdır. Halbuki medyanın yöneticilerini çalışan gazeteciler ile okur-dinleyici-izleyici kitlesi seçse durum çok farklı olur.

Medya gibi, toplumda özellikle siyaset, ekonomi, sosyoloji, psikoloji ve diğer alanlarda bir fikrin oluşması, yaygınlaşması konusunda önemli bir rolü olan mekanizmayı kim/kimler yönetiyor? Bu sorunun cevabı -bir kaç istisna dışında- belli:  Genel Yayın Yönetmeni (GYY).

Peki GYY’yi kim, nasıl belirliyor? GYY olabilmenin koşulları, kuralları var mıdır?

Türkiye pratiğinde, koşul kural yoktur. GYY’yi patron tek başına, keyfi kriterlerle belirler ve göreve atar.

Patronun  kayyımı

Bu durumda, GYY’nin medya organını patronun çıkarları doğrultusunda yönetmesinden daha normal bir şey yoktur. Çünkü kendisini o göreve patron getirmiştir. Patronun çıkarları ile gazetecilerin ya da toplumun  belki de herhangi bir kutbun çıkarları çeliştiğinde, GYY, patronun çıkarlarını savun(a)maz ise, ertesi gün koltuğundan hatta belki de işinden olur.Kesin bilgi!.

Genel Yayın Politikası çok büyük ölçüde yani tayin edici boyutta medya mülkiyeti ile bağlantılı hatta medya mülkiyetine bağımlı bir alandır, orada pişirilir, oranın havasına suyuna göre oluşturulur ve uygulanır. Bu politikanın başmimarı olan GYY, medya çiftliğinde, ağanın kâhyası konumundadır.

Çok kolektif bir çalışma tarzı gerektiren habercilik/gazetecilik faaliyetinin yönetimi, özellikle bizde ve geri kalmış ülkelerde, Tek Adam rejimi ile sağlanıyor. GYY, medya kuruluşlarında Allah gibidir. Her hâlükârda Tek Adam’dır. En yüksek maaşı onlar alır, en havalı araba onlarınkidir, emrinde sekreterler, danışmanlar filan çalışır. Kimse GYY’nin bir dediğini iki ettirmez. Manşeti, birinci haberi habercilikle ilgili neredeyse her şeyi o, tek başına belirler.

Araya sıkıştırayım: Türk medya modelinde, köşe yazarlarının özel bir konumu, imtiyazlı bir statüsü vardır. Onları GYY değil, patron seçer ve atar, bu nedenle de onlar da GYY’ye değil patrona bağımlıdır, ona karşı sorumludur. Türk medya modelinde kanaat, haberden daha önemli addedildiği için patron, köşe yazarlarının denetim ve sorumluluğunu kendi üzerine almayı tercih etmiş anlaşılan.

Milyonlarca yurttaş/Bir tek GYY!  

GYY’nin konumu, bütün toplumu, toplumun farklı kesimlerini içermesi beklenen gazetecilik açısından bir çelişki. Belki milyonlarca yurttaşa hitap ediyorsun ama bu hitabet bir tek kişinin elinden çıkıyor, bir tek kişinin arzu ve keyfine bağlı olarak üretiliyor.

Medya organlarının yönetimi daha demokratik olmalı, daha katılımcı bir zihniyetle oluşturulmalı. Kürt medyasında eş başkanlık sistemi önemli ve olumlu bir çoğulcu yönetim mekanizması. Gerekli ama yeterli değil.

Yeni medyada Mülkiyet tayin edici olacak 

Medyanın demokratikleşmesinin önündeki en önemli engel medya mülkiyeti. Mevzuatla yani yasal müdahale ile özel sektörü medyanın dışında tutmak mümkün, ancak benzeri mevcut ve geçmiş örnekler böyle bir uygulamanın istenilen olumlu sonuçları yaratmadığını kanıtladı. Tüm medyanın sadece devletin mülkiyetinde olduğu bazı Asya ve Afrika ülkelerinde medya bağımsızlığından, çoğulculuktan söz etmek kesinlikle mümkün değil.

Geleceğin medyasını tasarlarken, teorik olarak yani mevzuatta, özel sektöre bir dizi kısıtlamalar getirmek mümkün. Ayrıca mesleğin icrası ile ilgili alanlarda da bazı koşul ve kuralları, meslek örgütleri aracılığıyla geliştirmek ve uygulamak gündeme alınabilir. Devlet kurumlarının doğrudan ya da dolaylı olarak medya sahibi olmaları engellenebileceği gibi, herhangi bir sermayedarın birden fazla medya organı sahibi olması da yasaklanabilir. Öte yandan yerel yönetimler, STK’lar, okul ile üniversiteler türü toplumsal yapıların medya mülkiyetine sahip olmaları teşvik edilebilir.

Medya mülkiyetini, şahıslardan hatta şahıs yönetimindeki anonim ya da limited şirketlere tamamen kapatıp sadece çoğulcu yönetim tarzlarına sahip kolektiflere sunmak da bir çözüm.

Hem bugünkü kör topal -aslında kalp hastası ve kanserli demek daha doğru olur- medyada, ayrıca geleceğin medyasında da iç yönetim sorunu seçimle, tamamen yani kökten bir şekilde olmasa da, büyük ölçüde çözüme kavuşturulabilir.

Neyi nasıl seçmek lazım?

Seçim, yönetimin/yöneticinin en önemli meşruiyet aracı. Yöneten ile yönetilen arasındaki ilişkileri ısıtır, olası ihtilafları yumuşatır. Ayrıca da iyi yönetimin olmazsa olmazıdır. Seçmen ya da bu yazıdaki örnekte belirtildiği üzere gazeteci ya da okur açısından da, GYY’nin seçimle işbaşına gelmesi ‘’fevkalade müspet’’ bir girişimdir.   Tabi olumlu bir durumun hayat bulması için seçimin adil, şeffaf yani demokratik bir şekilde yapılması gerekir.

Seçim nasıl yapılacak?

Bir medya organı üç ayak üzerinde durur: Gazeteciler/Yurttaşlar/İşveren. Dolayısıyla medyada yönetim gibi önemli bir karar alınacaksa bu üç ayağın temsilcilerinin bulunması şart. Şimdiye kadar önerdiklerim teorik, idealist ya da hayali bir tasarım değil. Başta Fransız Le Monde gazetesi olmak üzere, Batı’da irili ufaklı bir çok medya organında yöneticiler seçimle işbaşına geldi, gelmişti.

Aslında Genel Yayın Yönetmeni yani bir yönetici seçmiyoruz. Genel Yayın Politikası seçiyoruz. Uygulanacak olan Genel Yayın Politikasını seçerken/belirlerken, uygulayıcı olan gazeteciler ile bu Yayın Politikasının sonuçlarına ulaşacak olan okur/dinleyici/izleyicinin de mutlaka sözü/rolü olması lazım ki, gazeteciliğin üç ayağı dengeli ve uyumlu bir şekilde çalışsın.  

Le Monde’daki uygulamada, Genel Yayın Yönetmeni adayı olabilmek için gerekli koşullar arasında meslek kıdemi, o medya organındaki kıdemi dışında bir koşul yoktu. Her aday, Genel Yayın Politikası ve onu uygulayacak olan kadrosunu bir seçim vaadi olarak seçmenlere önerir, tartışmalar yapılır ve sonunda GYY oylama ile iş başına gelirdi.

Sihirli değnek değil

Seçim demokratik bir kurum ve hiç kuşku yok ki atamadan, yurttaş açısından daha iyi, daha başarılı, daha olumlu bir yöntem. Ne var ki, seçime sihirli değnek muamelesi yapamayız. Seçimin adaylar ve seçmenler açısından adil, eşit, özgür ve bağımsız yapılması şart. Ayrıca ‘’seçimle iş başına gelmiş yöneticinin ancak seçimle görevden uzaklaştırılması esası’’  kurala bağlanmalı. Seçmenler açısından önemli bir güvence de şu: Seçilmiş kişi, görev süresi bitmeden de, olağanüstü koşullarda – kusur, kabahat ya da suç işlediğinde, meslek ilkelerini açıkça çiğnediğinde mesela- seçmenlerin salt çoğunluğu tarafından görevden alınabilmeli. Seçmenlerin hesap sorma hakkı, seçilenlerin de hesap verme mecburiyeti sürekli olarak uygulanmalı.      

Sadece medyada değil, hizmet dahil her türlü sinai, iktisadi üretim biriminde, yöneticiyi çalışanların seçmesi sağlıklı ve sağlam bir iş barışı ortamı sağlaması açısından da önemli.

Medyada çalışanların yanı sıra yurttaşların yani söz konusu medya organının okur, dinleyici ya da izleyicilerinin, kendi izledikleri yayınları yöneten kişiyi seçmesi kadar doğal ve gerekli bir şart yok. Toplumu yöneten hükümet yöneticilerini, yurttaş seçiyor. Üstyapı tercihlerimizi, kültürel beğenilerimiz, siyasi-iktisadi opsiyonlarımızı belirlemeye çalışan medya organlarının yöneticilerini neden yurttaşlar seçmesin? Medya, kendine ya da sadece işverenine yönelik olarak yayın yapmıyor ki, yurttaşlara sesleniyor. Yurttaşsız bir medya düşünülemeyeceğine göre, okur/dinleyici/izleyicilerin seçmen olarak katılacakları bir Genel Yayın Yönetmeni seçimi de manzaranın doğal bir parçası olsa gerek.    

Le Monde’daki uygulamada, gazetenin mülkiyetine sahip 4 şirketten biri  Le Monde Okurları  Şirketi olduğu için,  okurlar bu şirket aracılığıyla  GYY seçimlerine katılıyordu. Başka örneklerde, Okur Klüpleri ya da abone listeleri aracılığıyla okurlar seçime ve yönetime katılabiliyor.

GYY’ler seçimle göreve getirilmiş olsaydı, bugün o koltuklarda oturan dingolardan hiç birini tanımayacaktık bile… 

Tükenmez Dergisi Bahar 2022/ sayı 42

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle