Ana içeriğe atla

Berlin’de Bir Hafta…

 ‘’Demokrasi ve Özgürlük Konferansı’’na katılmak üzere gittiğim Almanya başkentinde bir hafta kaldım. Şehir, siyasi tarih açısından çok zengin. Bir de şeker dostlarla muhabbetler iyi geldi vallahi…

Uzunca bir süredir, insanlara, nesnelere, olaylara hatta kentlere şarkıların gözünden bakıyorum. Herhangi bir şey görünce, duyunca ya da okuyunca iç diskoteğimden bir şarkı giriyor hemen yayına.

Berlin’e ayak basar basmaz tabi ki ‘’First we take Manhattan, then we take Berlin’’(Önce Manhattan’ı alıyoruz sonra Berlin’i).  Bir de Bob Fosse’un 1972 tarihli ‘’Cabaret’’ filmi ve şarkıları. 2. Dünya Savaşı sırasında Berlin’i anlatan, Liza Minelli, Michael York ve Joel Grey’in rol aldığı şahane film.


Hatırlıyorum, Berlin’e ilk 1983 ya da 84 yılında gitmiştim. Son dönemlerde (2017-2021) Artı TV’de çalışırken de birkaç kez Berlin’de toplantılara katılmıştım. Buranın bir cazibesi var bende. Bir kere çokkültürlü bir kent. Yabancıların kalabalık olduğu şehirler renkli ve dinamik oluyor. Sonra Osmanlı’nın ve TC’nin tarihinde de adı sık geçer Berlin’in. Bağdat’ta biten demiryolu boş yere Berlin’den başlamaz.

Hafta sonu ‘’Demokrasi ve Özgürlük Konferansı’’ bir çok açıdan olumlu ve başarılı geçti. Türkiye ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden hakiki muhalifler, sıkı aktivistler, siyasetçiler, akademisyenler bir araya geldi. Ben de bu arada yıllardır göremediğim bir çok dostla karşılaştım, muhabbet ettik, hasret giderdik. Sivil bir girişim olarak Türkiye’nin yakın geleceğini tartıştık hep beraber. Umut tazeledik.


Bu aralar, beni müthiş etkileyen Hans-Lukas Keiser’in ‘’Talat Paşa: Modern Türkiye’nin Kurucu Babası ve Soykırımın Mimarı’’ kitabını okuduğum için, İttihat Terakki’nin beyninin Berlin günlerini merak ediyordum.  Bir meslekdaşım ve bir arkadaşımla birlikte Talat Paşa’nın evinin bulunduğu caddeye ve vurulduğu yere gittik. Etrafta olayı açıklayan bir plaket filan aradık ama yoktu. Saygı duruşunda bulunduğumuzu sanmıyor herhalde değerli okurlarımız! Rehberimiz Cafer, bu konuları iyi biliyor, İnternet’deki bir sitenin yardımıyla Talat Paşa’nın evini, suikast günkü yürüyüş güzergahını önce ekranda sonra sokakta gösterdi bize. 

Bu arada Bahattin Şakir’in mezarının da Berlin’de bir camiinin yanındaki şehitlikte bulunduğunu öğrendim ama saat geç olduğu için Şakir’in oraya gidemedik. Bir daha sefere hem şehitliğe gideceğiz hem de Talat Paşa’yı vuran Erzurum doğumlu Soğomon Tehliryan’ın  yargılandığı mahkeme salonuna. ‘’Kemalist Türkiye’den Nazi Almanya’sına selamlar’’ manşetlerinin atıldığı bir dönemde, Talat Paşa’nın cenazesi Türkiye’ye getirilmişti ama Şakir’inki Berlin’de kalmış. Talat Paşa’nın cenazesi 25 Şubat 1943 tarihinde İstanbul'a getirilmiş ve Şişli’de  Hürriyet-i Ebediye Tepesi'ne gömülmüş. İlginçtir,  Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Celal Bayar ve Fevzi Çakmak da cenaze törenine katılmış. Devlette süreklilik esastır değil mi, İttihat Terakki ve TC!


Can Dündar şahane bir iş yapmış: Mısırlı bir illüstratörle birlikte ‘’Erdoğan: Yeni Sultan’’  başlıklı bir çizgi roman yayınlamış. Türkçesi var, Almancası var, yakın geçmişte Fransızcası çıkmış. Fransız yayın ve medya dünyası Can’ı ve kitabı acaip iyi karşılamış. Fransız medyasında çıkan birkaç haber ve söyleşi okudum, ‘’Çakma Sultan kıskanmıştır’’, dedim içimden. Çünkü 300 sayfalık kitap çok ciddi bir araştırmaya dayanıyor. Erdoğan’ın doğumundan iktidara gelişine kadar geçen zamanı belgeleriyle sergiliyor. Kurgu değil yani ciddi bir gazetecilik çalışması var kitapta.


Sağolsun Neşe Hoca (Özgen) ağırladı beni ve olağanüstü konukseverlik gösterdi. Kreuzberg Müzesini gezdik. Kapalı olduğu için Yer altı Kentini göremedik. Ama çok değerli akademisyen arkadaşlarla memleket meselelerinden edebiyata, Berlin’den Tekel rakısına kadar uzanan bir mecrada enfes sohbetler ettik.

Sonuç olarak, Berlin biraz da Türkiyeli bir metropol. İyisi kötüsü, devrimcisi faşisti orada. Neyse ki Şahsım orada değil! (SON/RD)

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla