Ana içeriğe atla

İnternet’in Yarattığı Mahluklar

 Son olarak Ukrayna işgali sırasında yine ortaya çıktılar. Bir şekilde Putin’i desteklediler. Nato, Batı, Amerikan emperyalizmi filan dediler. SSCB, Kuvayı Milliye’yi desteklemiş de… Kural yok, ilke yok, akıl ve mantık yok. Milliyetçilik ve devletçilik var. Komplo teorisi sevdalısı hepsi.


Ragıp Duran

 

Putin’in Ukrayna’yı işgaliyle gemi azıya aldılar. Sosyal medyayı izleyenler bilir. Somut siyasi, toplumsal, ekonomik gerçekleri hiçbir şekilde hesaba katmayan sözümona yorumlar, tahliller, değerlendirmeler saçmalık ve cehalet anıtının parçaları.

Bunlar Covid-19 pandemisi döneminde de aşı karşıtlığının bayraktarlığını yaptılar. Neymiş efendim, Bill Gates ile CİA, insanlara aşı enjektörüyle cip takıp izleyecekmiş! Bu tezi savunanlar, Meta’da, İnstagram’da ya da Twitter’da mahrem sayılabilecek her şeylerini fotograf hatta videolarla teşhir ediyor. Kredi kartı bilgilerini verip İnternet’te alış-veriş yapıyor. CİA’ye ne gerek… Sen kendin CİA olmuşsun zaten.

Putin’in Gizli Hayranları

Ukrayna konusunda da Putin’e toz kondurmuyor klavye devrimcileri. Nato ve Batı satmış Ukrayna’yı… Şaklaban Cumhurbaşkanları da zaten daha önce Türkiye ile alay etmiş… Ukraynalı kadınlar hakkında iğrenç sözler de yine bu dingolardan. Savaşı, işgali haklı göstermek için vur Nato’ya, vur ABD emperyalizmine… Bilmeyen de sanır ki, Ukrayna’ya Amerikan ordusu saldırıyor. İşgali Nato marifiteyle haklı ve meşru göstermeye çalışanların ağababası Putin halbuki. Bunlar da Kremlin’in gönüllü elektronik askerleri.

Bu mesajların çoğunu okudum. Nato, Batı ve Amerikan emperyalizmi karşıtlığı görünümü sırıtıyor. Ama bu mesajların yazarları aynı zamanda Batı’nın rasyonel düşüncesine, Aydınlanmaya da karşılar.

Çok farklı gibi görünse de, ‘’Zamları CeHaPe yapıyor’’ diyen zihniyetle, ‘’Ukrayna işgalinin esas sorumlusu Nato’dur’’ zihniyeti aynı komplocu anlayışın cümleleri.

Nato’nun ne melanet bir yapı olduğunu tabi ki biliyoruz da... Putin’le Nato kapıştığında, neden hemen Putin’in safına geçiyor bunlar. Yok mu sizin bağımsız, özgür, şiddet ve savaş karşıtı bir politikanız.

Aslında olan biten savaş da değil ki. Düpedüz bir işgal, istila!



Anakronik

Solcu olarak bilinen bir müzik grubu, işgalin ilk günlerinde gitti Moskova’da konser verdi. Türkiye’de üyeleri tutuklanan, konserleri, albümleri yasaklanan bu grup, Moskova konserinde ne dedi biliyor musunuz? ‘’Sosyalizmin anavatanındayız’’ dedi. Bazılarının saati geridir ya da durmuştur. Bazılarınınsa takvimi yoktur. Lenin 1924’de ölmüştü değil mi? Bu grubun sözcüsü bir de kalktı ‘’Dombass halkının mücadelesini destekliyoruz’’ dedi. Putin’den bir aferin almışlardır artık. Onlar da bu açıklama ile, Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesinde Putin’i kınamaya cesaret edemeyen TC’nin tutumunu da desteklemiş oldular.

Bu grubun kabul edilebilir bir gerekçesi vardır belki: ‘’Konser aylar öncesinde programa alınmıştı. Kötü tesadüf,  işgal günlerine rastladı.  Önce konsere çıkmamayı düşündük. Bize çok baskı yaptılar. Böyle bir açıklama yapmak zorunda kaldık’’ mealinde bir itirafta bulunurlarsa – ki hiç sanmıyorum- o zaman anlayışla karşılayabiliriz.  

İnternet Hegemonyası/İktidar Hegemonyası

Ben topyekün bir İnternet karşıtı değilim. Doğru kullanıldığında insanlığa hizmet ediyor elektronik medya. İletişim hem daha hızlı hem de daha ucuz hale geldi. Zaman ve mekan kavramları neredeyse tepetaklak oldu ama bu arada kocaman yeryüzü 50 cm2lik klavye alanında üç dört parmak darbesiyle küçücük bir alan haline geldi.

İnternet’de ya da diğer medya organlarında kanun, polis, sansürcü marifetiyle denetim zaten mümkün değil. Ama her meslekte olduğu gibi gazetecilikte de, yapılan işin kurala, hukuka, akla, mantığa uygun olup olmadığını bir şekilde denetlemek gerekir. Bu da ancak eğitim, kültür, vicdan ve sağduyu düzeyi yüksek yurttaşlardan oluşan bir toplumda gönüllü bir şekilde gerçekleşebilir. Küçük bir azınlık her zaman saçmalayabilir, yalan yanlışa kapılabilir. Demokratik olarak olgun toplumlarda bu azınlık ancak mizah konusu olur, kaale alınmaz. Folklor kategorisinde değerlendirilir.

Herkes kendi mesleğinde İnternet’ten bir şekilde yararlanıyor. Benim derdim, ucuz politika simsarları, uyanık ve bilgili görünümlü kurnaz komplo teorisyenleri. Bunların arasında çok sayıda emekli var. İş yok güç yok bütün gün elinde telefon ya da geçiyor ekran karşısına, bildiği bilmediği her konuda cevher yumurtluyor. Atış serbest… Sadece trollerden söz etmiyorum. Onlar profesyonel. Maaş karşılığı paralı askerlik yapıyorlar. Bunların bir kısmı mühendis, doktor, iktisatçı, hukukçu hatta Prof. gibi ünvanlara sahip. Hepsi toplum mühendisi.

En önemli ortak yanları, kendilerini hep haklı ve çoğunlukta olmak zorunda hissetmeleri/sanmaları. Çoğunlukta olmak demek aslında büyük ölçüde yerleşik düzenle uyumlu olmak demektir. Yani yeni, farklı, değişik, hatta eleştirel ya da aykırı bir söz etmeyeceksin. Bir satır yazmayacaksın. Yoksa linç ederler seni… Hem sana mı düşmüş, sürüden ayrılmak. Kurt kapar sonra seni. En fazla kara koyun olabilirsin sen. Ama sonuç olarak (bunun bir de İngilizceden araklanmış versiyonu var: Günün sonunda!) koyunsun sen koyun kal! 

Dikkat edin, Kürt, Ermeni, Kemalizm, Alevi, feminizm, LGBTI gibi can alıcı sorunlarda bunların hepsi aynı şeyi savunur, aynı tutumu benimser: Devletin/iktidarın görüşleridir savundukları. Böylece ne mahkemeye düşersin ne de zindana. Rahatsın nutuk çekmede.

Cehalet Akademisinden Çifte Diplomalı

Cahildirler külliyen. Olabilir. Ama cehaletlerinin farkında değildirler ki bu vahim. Üstelik bilgili ve kültürlü sanırlar kendilerini. Kitap okumazlar çünkü Wikipedia yeter onlara. Bazen onu bile okumazlar, zaten okusalar da anlamazlar. Ki bazıları iyi mekteplerden, elit üniversitelerden filan mezundurlar. Ama elit olan okuldur, öğrencisi değil. 

Cahil cüreti ile meydan okurlar herkese. Aslında artık bu çağda bilgi de değildir tayin edici olan. Bilgiyi nasıl kullandığın, nasıl işlediğin, ne zaman, nerede, nasıl, kimin hizmetine verdiğin çok önemli.

Bunlar, bitişik ve ayrı yazılan de’leri de ayırt edemez. Bakan beyin, Hariciye mensuplarını yabancı dil kurslarına göndermekle övündüğü bir ülke burası.


Söz, sözcük, yazı önemli ama daha mühim olan anlam. O kelime ile ne anlatmak istedin? Karşındaki o kelimeyi nasıl algıladı? Nasıl anlamlandırdı?

Sonra sosyal medya, hacmi ve sürati nedeniyle ideal bir iletişim mecrası değil. Tartışma mecrası hiç değil. Düşünceni 140 ya da 280 vuruşta yani bir reklam sloganı gibi açıklayacaksın. ‘’Kısa kes de Aydın havası olsun’’ İnternet’in ana sloganı.

Yüz yüze yani oturup karşılıklı tartışmanın yerini tutamaz sosyal medya. Hemfikir olacaksın, like alacaksın. Karşı çıkarsan linç yiyorsun, bloke etmeler filan… Bizdeki tartışma kültürü GS-FB zıtlığına benziyor.


Herkesin fikrini beyan edebilmesine, bazı bilgileri yaygınlaştırmasına olanak tanıdığı için İnternet iyi bir mecra. Fikir dedim, yani kendi içinde tutarlı, mantıklı, somut gerekçeleri olan, doğruluğu kanıtlanmış bilgilere dayalı, inandırıcı görüşler… Hemfikir olup olmamak önemli değil. Ona buna hakaret etmenin, ispatlanamayacak iddialar öne sürmenin, yalan yanlış fikirler sergilemenin panayırı oluyor artık İnternet. Kendimizi koruyalım. Çoğunluğun, devletin, iktidarın rüzgarına kapılmayalım. Bağımsız ve özgür kişilik ve fikri dünyadır bunun panzehiri.

‘’Fake News’’ denilen ya da ‘’Alternatif Gerçek’’ tabir edilen, Batı’da nispeten sofistike bir şekilde imal edilip servis edilen yalan/yanlış haberlerin artması, tesadüf olmasa gerek, İnternet’in yaygınlaştığı döneme rast geldi.

İnternet, gazetecilik/habercilik faaliyetlerinde bir yandan bir dizi kolaylık ve avantaj sağlarken, bir yandan da mesleğin kendisini ve geleceğini tehdit eden bir aşamaya getirdi.

Sosyal Medyada mesaj paylaşmak Gazetecilik değildir

Mesleği gazetecilik olmayan yurttaşların sosyal medyada ‘’haber yazıp yaygınlaştırmasına’’ yanlış bir şekilde Yurttaş Gazeteciliği diyenler oldu. Yurttaş Gazeteciliği,  aslında yurttaşların profesyonel gazeteciliğe daha fazla katılmalarını, gazetecilik/habercilik faaliyetinde daha aktif bir rol almalarını öngörüyor. Yurttaşın kendi başına, profesyonel gazeteci gibi haber yazmasını değil. Çünkü profesyonel gazetecilik ile yurttaşın sosyal medyada bir bilgiyi haber gibi paylaşması arasında çok büyük farklar hatta zıtlıklar var.

Profesyonel gazeteci (Muhabir, editör, yazar… vd …) gazete, radyo, TV ya da İnternet sitesinde, yani belirli bir mekanizma içinde, en az 200 yıldır saptanmış bir dizi ilke ve kural çerçevesinde haber yazıyor. Yurttaşın böyle bir mekanizma içinde bulunmadığı malum. Keza, yurttaş, sosyal medyada paylaşım yaparken herhangi bir mesleki ya da etik kurala uymak zorunda değil.


Teknik olarak bir medya kuruluşunun doğru, güvenilir, inanılır, dengeli, çok boyutlu haber verebilmesi için, muhabirin kaleme aldığı haber taslağının editör tarafından mutlaka denetlenmesi (Checking) gerekir, yani bir meslek kuralı, koşulu, olmazsa olmazı bu denetleme.  Sıradan bir işlem değil bu, metni göz ucuyla okumak da değil. Double check (En az iki kaynaktan doğrulama), cross check (Çapraz denetleme), fact checking (Olgu denetleme) gibi versiyonları var. Bugün büyük medya kuruluşlarında bu işlemleri gerçekleştiren özel departmanlar var. 

Sosyal medyada haber adı altında bilgi paylaşan bir yurttaşın, zaten istese bile bütün bu işlemleri yapabilecek ne altyapısı, ne yeteneği, ne uzmanlığı, ne mali mali gücü, ne de zamanı var.

Klasik/geleneksel gazeteciliğin zayıflaması, iktidarlar tarafından hor görülmesi, kriminalize edilmesi ve baskı altında tutulması işte bu iktidar sorunu bağlamında önemli. Troll ordusu marifetiyle yalanı gerçekmiş gibi gösterebilirsiniz. Sosyal medya kullanıcılarının eğitim, kültür düzeyi özellikle de eleştirel bakışları zayıf ise iktidar, toplum üzerinde ideolojik hegemonyasını kurabilir. Ne var ki bu hegemonya toplumun sadece bir kesimi ve neyse ki sadece bir süre için geçerlidir. En güçlü, en yaygın gibi görünen medya bile, somut gerçeğe karşı açtığı savaşın sonunda galip gelemez.

‘’Hitler’in süt annesi Türktü, bu nedenle 2. Dünya savaşında bize saldırmadı’’ efsanesine bugün hala inanan kaldı mı?

‘’Bizim aile kökümüz Oğuzların Kayı boyundan, biz yüzde 1500 Türküz’’ önermesini (Dr. Hakan’a selam) kanıtlayabilecek İnternet kayıtları mevcut mu?


Ukrayna ile başladık Suriye ile bitirelim:  Rusya’nın vicdanlı yurttaşları işgali protesto etmek için tutuklanmayı göze alarak sokağa çıktı ve Putin’i protesto etti. TSK, Afrin’i işgal ettiğinde, kendine solcu ya da muhalif diyen kaç kişi bu operasyona karşı çıkabildi? (SON/RD)


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla