Ana içeriğe atla

Yüzyıl Sonra Düşlerin Sonu

 Türkiye Cumhuriyeti gelecek yıl 100 yaşına basacak. Ajitasyon-propagandaya dayalı pahalı ve görkemli törenler yerine, bu asrı eleştirel bir perspektifle değerlendirip, Cumhuriyet’in tanım ve uygulamalarını, Ermeni ve Kürt Meselelerini demokrasi bağlamında tartışsak, kendi geçmişimizle bir yüzleşsek, ne kadar iyi olur değil mi?

Ragıp Duran





Gelecek sene Türkiye Cumhuriyeti 100 yaşına basacak. İktidar ve Kemalist kutbun, bu yaş gününü, resmi ideolojiye uygun bir şekilde törenlerle, şafşata ve tantana ile kutlayacağını şimdiden öngörebiliriz. Merasim, seremoni, konferans ve mitinglerde Atatürk, Türk bayrağı, Milli Kurtuluş Savaşı filan abartılı bir ajitasyon-propaganda malzemesi yapılacak. Oysa ki yapılması gereken, genel olarak Cumhuriyet tanım ve uygulamalarının sıkı, derin, radikal ve özellikle eleştirel bir gözle yeniden değerlendirilmesi. Çünkü yurttaş olarak, Kürt ya da Ermeni olarak, öğrenci ya da iş insanı olarak, gerek 100 yıldır yaşadıklarımız gerek bugün içinde bulunduğumuz çok boyutlu bunalım, 1923 Cumhuriyeti’nin çok sorunlu bir mekanizma, bir ideoloji olduğunu kanıtlıyor. 

Son asırda bu konu ciddi olarak, ne akademik düzlemde ne de siyaset platformlarında ele alındı. Kemalist Cumhuriyete yönelik, zaman zaman, yüzeysel ve mevzisel olsa da, İslamcı, liberal ve Marksist cenahtan bazı eleştiriler geldi. İslamcı kesim, kendisinden kronolojik ve siyasi olarak daha olgun olan Kemalist ideolojiye yönelik ciddiye alınabilecek bir değerlendirme yapamadı. ‘’Deccal’’, ‘’Selanikli dönme’’ ya da ‘’babası meçhul’’ gibi doğrulanması mümkün olmayan üstelik de şahsi düzeyde kalan çapsız itirazlarla, hakaretlerle yetinebildi. İşin mağduriyet yönüne ağırlık verdi siyasal İslamcılar.  

Liberal kanattan, Halide Edip Adıvar’ın eleştirileri (https://www.amazon.com/Turkish-Ordeal-Halide-Edib-Ad%C4%B1var-ebook/dp/B0843TZN4G, ‘Türk’ün Ateşle İmtihanı’ kitabının İngilizce orijinalini Adıvar 1928 yılında sürgünde yazmış.  Türkçe çeviri kasıtlı olarak tahrif ve sansür edilmiş. ‘’Ordeal’’ sözcüğü Türkçe’de ‘’Ateşle İmtihan’’ olarak tercüme edilebileceği gibi,’’Çetin Deneme’’,’’Büyük Sıkıntı’’ hatta ‘’İşkence’’ anlamlarına geliyor) hem bizzat içinde yaşadığı hatta bir ara Mustafa Kemal’e çok yakın olduğu için hem de üst düzey bir siyasi-edebi olgunluğa sahip olduğu için önemli ve değerli.

Marksistlerin, TKP-SSCB organik ilişkileri nedeniyle, Kemalizmi Türkiye’de neredeyse solcu bir akımmış gibi benimsemeleri oldukça vahim bir yanılgı. Öte yandan, Hikmet Kıvılcımlı’nın Kemalist rejim eleştirileri kayda değer.

Türkiye Cumhuriyeti deyince, yani 1923’ü ele alınca, konuyu 1915 Ermeni Soykırımı ve 1925’de başlayan Kürt Kırımı’nı hesaba katmadan yapılan herhangi bir gözlem ya da analizin hiçbir değeri yok. ‘’İrtica ve şekavete’’ karşı kurulduğu açıkça ilan edilmiş olmasına rağmen Cumhuriyet’in kurucu ve asil unsurları 1915 ve 1925 olsa gerek.

Cumhuriyet’e yönelik sağlam, anlamlı, kalıcı eleştiriler yöneltebilmiş üç aydını saygıyla anmak gerekir: İsmail Beşikçi, Taner Akçam ve Fikret Başkaya. Kürt gerçeğini,  Soykırım Hakikatini ve Ankara’nın çağdaş ideolojik çıkmazlarını teşhir etti bu üç yazar ve yurttaşlara çok şey öğretti. Değerli meslektaşımız Hrant Dink’in yazı ve konuşmaları da Türkiye kamuoyunda Ermeni konusunun hiç olmazsa tartışılmasını sağlamış olması açısından bile kıymetli. Öldürülmesinin ardından yaklaşık 300 bin yurttaşın cenaze törenine katılması, ‘’Hepimiz Hrant Dink’iz’’, ‘’Hepimiz Ermeniyiz’’ sloganını atması da tarihi bir dönüm noktası oldu bence. Şiir, deneme ve söyleşilerinde Osmanlı/Cumhuriyet ilişkisini deşen, bir konuşmasında da ‘’Cumhursuz Cumhuriyet’’ kavramını kullanmış olan Ece Ayhan ile ‘’Yanlış Cumhuriyet’’ başlıklı kitabı (https://www.amazon.com/Yanlis-Cumhuriyet-Sevan-Nisanyan/dp/6056951383) ile Sevan Nişanyan’ın katkılarını da unutmayalım.


Baskın Oran, Ahmet İnsel, Cengiz Aktar ve arkadaşlarının 2008 yılındaki ‘’Özür Diliyorum’’ kampanyası  da (https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%96z%C3%BCr_Diliyorum) bütün engellemelere rağmen, toplumda bir karşılık bulabildi.

Son olarak, benim okuyabildiğim kitaplar arasında, Ümit Kurt’un çalışması, (https://iletisim.com.tr/kitap/antep-1915/9654) hem 1915’in kurucu unsurluğunu göstermesi hem de 1915’i mikro düzeyde inceleyince, Soykırım’a sadece resmi güçlerin değil, sıradan diyebileceğimiz insanların da katılmasını kanıtladığı için değerli.

Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin ilk önce ve nerelerde kurulduğuna bakınca da insan kuşkulanıyor. Çünkü tarih ve coğrafya, bu Cemiyetlerin hukuktan çok Ermeni Mülkünü Gasp Cemiyetleri olarak işlev gördüğünü anlatıyor.

Sıradan bir tarih okuru olarak, artık son 20 yıl içinde edindiğim bilgilerden, izini sürdüğüm tahlillerden şu sonuca vardım: Devlet tarafından biz yurttaşlara verilen nüfus kağıdı sahteymiş!  Elimizdeki ay-yıldızlı kimlik kartlarını kalpazanlar basıp bize bahşetmiş! 

Cemal Kafadar, Osmanlı’nın kuruluşunu, ‘’İki Cihan Aresinde’’ (https://www.metiskitap.com/catalog/book/36605) başlıklı çalışmasında irdelemişti. O zamanlar, Orta Asya ile Bizans ikilemi arasında doğmuş hatta sıkışıp kalmıştı Osmanlılar. İkilem, sıkışmışlık hatta çıkmaz bugün de devam ediyor: Geçmişi parlak zaferlerle dolu olduğu öne sürülen Osmanlı İmparatorluğu ile bugün Anadolu yarımadasına sığınmak zorunda kalmış, kimliği bulanık, millet olma sürecini tamamlayamamış, geçmişiyle yüzleşemeyen üstüne üstlük totaliter bir rejimle yönetilen Türk devleti arasında büyük çelişkiler var. Yeni Osmanlı muhabbeti de bu sinirli ve hayali nostaljiden kaynaklanan bir terminoloji.



Bu aralar İsviçreli tarihçi Hans-Lukas Keiser’in (65) ‘’Talat’’ (https://press.princeton.edu/books/hardcover/9780691157627/talaat-pasha) kitabını okuyorum. Elimdeki İngilizce kitabın başlığı, ‘’Talat, Modern Türkiye’nin (Kurucu) Babası ve Soykırımın Mimarı’’. İletişim yayınları kitabı Türkçeye çevirip yayınlamış. Oradaki başlık, çeviri mahareti açısından hoşuma gitti: ‘’İttihatçılığın Beyni ve Soykırımın Mimarı’’ (https://iletisim.com.tr/kitap/talat-pasa/10006). İletişim, bu çeviri marifetiyle hem Modern Türkiye’nin aslında İttihat Terakki’nin devamından başka bir şey olmadığını ima etmiş oluyor, hem de Modern Türkiye’nin kurucusu olarak bilinen, kabul gören Atatürk’ü incitmemiş olabiliyor. Nafile tabi. Çünkü, Kemalist propagandacılar, kitabın içeriğini iyi anlamışlar, sosyal medyada saldırıya geçip, ‘’Atatürk’ü Soykırımcı ilan etmişler’’ yaygarası koparmışlar. Yes indeed!

Ermeni ve Kürt Meselelerini barışçı ve siyasi olarak çözüp anlamadan Cumhuriyet’i kavramak, değerlendirmek mümkün değil. Bu iki kurucu ve asil unsur teşhir edilmeden, Cumhuriyet’in yaş günü, gece fener alayları düzenleyip yavru vatan Kıbrıs’ta kutlanır gider. Şehrin düşman işgalinden temsili kurtuluş sahneleri de saçma ve komik fotograflar vermeye devam eder.

2023’ü Cumhuriyet’in esaslı bir bilanço yılı yapabilirsek büyük başarı. Bu misyonda tarihçilere, akademisyenlere, siyasilere, gazetecilere sonuç olarak belki de bütün yurttaşlara görevler düşüyor. En başta, dogmalardan kurtulup bağımsız düşünmeyi öğrenebilirsek, demokrasinin gereği olan farklı fikirlere cinayet, mahkeme, hapishane ile değil özgür tartışma ile karşılık verebilirsek, ilerleyebiliriz. Resmi ideolojinin, siyasal İslamın yaygınlaştırdığı, ‘’Emperyal Perspektif/Emperyal Kompleks’’ten kurtulmak gerekir. Düşüncenin kanseri, ırkçılık ve milliyetçilik somut olarak, kendi tarihimizden örneklerle teşhir edilmeli mesela…

Gerçekleşebilir mi? Neden olmasın? Olmasa bile, düşünmesi bile olumlu ve yararlı. (SON/RD)  

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla