Ana içeriğe atla

FAŞİZMDEN DEMOKRASİYE GEÇİŞTE MEDYA

İstibdat rejimleri kalıcı değil. Önünde sonunda demokrasi galip geliyor, geldi. Her ülkenin özgün koşulları demokrasiye geçiş sürecinin koşullarını belirliyor. Medya, bu süreçte hem etkilenen hem de etkileyen bir üst yapı kurumu olarak ilginç bir konumda. Fransa, Almanya ve İspanya örnekleri öğretici. Ortak noktalar önemli. Bizim de hazırlanmamız lazım.



Ragıp Duran

 

Batı’da akademi yaklaşık 50 yıldır ‘’Demokratikleşme Çalışmaları’’alt disiplini altında, savaş ve işgal sonrası dönemlerle faşist diktatörlüklerin ardından demokrasiye nasıl geçildiğini/nasıl dönüldüğünü, yeni demokratik rejimin nasıl inşa edildiğini inceliyor. Bu konuda zengin bir literatür var. Hatta ‘’Transitionology’’ yani geçiş dönemi bilimi diye bir kavram bile üretilmiş.

20. yüzyılda 2. Dünya Savaşı sonrasında Fransa ve Almanya, Franco diktatörlüğünün ardından da (1975) İspanya, faşist rejimleri alt edip demokrasilerini yeniden inşa ettiler.

Bu süreç çok boyutlu, çok unsurlu, uzun ve karmaşık bir süreç. Koca bir toplum eski siyasi, ekonomik, ideolojik, sosyal, kültürel…vs…uygulama ve alışkanlıklarını terk edip yeni değerler temelinde bambaşka bir kimlikle yeni bir rejime geçiyor.

ABD’nin 1991 Irak işgalinin ardından, ABD’de iktidarın siyaset bilimcileri ve sosyologları, transitionology kavramlarını da kullanarak ‘’nation building’’ (Ulus İnşa Etme) ve ‘’demokrasiyi yerleştirmek’’ adı altında, bölgede egemenlik kurmak istediler. Başarılı olmadı. Geçmişte de sömürgeciler, Güney Amerika, Afrika ve Asya’daki halklara ‘’medeniyet getiriyoruz’’ demişlerdi. Bir süre sonra onlar da yenildi.

Amerikan tarzı ‘’demokratikleşme’’ ile aşağıda örneklerini verdiğim Fransa, Almanya ve İspanya’daki demokrasiye geçiş içerik, biçim, amaç ve yöntem olarak tamamen farklı hatta zıt yaklaşımlara sahip.

Faşizm de demokrasi de evrensel rejimler olmasına rağmen, her ülkedeki uygulamalar, söz konusu ülkelerin özelliklerine göre farklılık arz edebiliyor. Demokrasiye geçişte, savaş, işgal ya da faşist diktatörlüğün niteliği, süresi, yapısı önemli.  Ayrıca söz konusu ülkelerin tarihi yani siyasi geçmişi, toplumsal ve ideolojik gelenekleri de demokrasiye geçiş sürecini etkiliyor.

Ayrıntıya girmeden Fransa, Almanya ve İspanya örneklerinin ortak noktalarını sıralayalım:-       

* Demokrasiye geçiş için hazırlıklar, yani plan, program yol haritası, savaş, işgal ya da diktatörlük döneminde başlamalı. Demokrasiye geçişte hazırlığı olmayan muhalefet, savaş, işgal, diktatörlük sona erdiğinde doğru dürüst iktidara da gelemez, gelse bile ne yapacağını bilmediği, hazırlıksız olduğu için başarısız olur. Hazırlık, yeni demokratik rejimin en az ilk on yılını öngörebilecek şekilde yapılmalı.        

* Demokrasiye geçiş sadece yeni iktidarın ya da bir siyasi partinin sorunu değil. Genel siyasi ve toplumsal bir mesele. Esas olarak da toplumun ideolojik ve kültürel desteğine muhtaç bir ortam doğuyor. Bu nedenle daha diktatörlük döneminde muhalefet partilerinin eylem birliğinden koalisyona, ortak hükümet kurmaktan cephe inşasına kadar kendi arasında ve içinde mümkün olan en geniş ittifakı kurması gerekir.

* Demokrasiye geçişte tayin edici iki faktör var: Birincisi, yasal düzenlemeleri evrensel hukuka uygun olarak gerçekleştirerek yeni mevzuatı oluşturacak bir hükümet. Yeni hükümete meşruiyet kazandıracak bu adım ancak ve ancak toplumun geniş kesimlerinden destek alabilirse bir anlam kazanabilir. Bu nedenle ikinci faktör de toplumun desteği.

* Demokrasiye geçilirken, basın dünyasındaki düzenlemeler arasında, gazete sahipliği, gazetede-dergi dağıtım şirketleri, gazetecilik meslek kuruluşları, gazeteci sendikaları ve gazetecilik okulları da yeni demokratik rejime uygun bir yapıya kavuşturuldu.


Medya; iktisat, kültür, eğitim… vs… gibi toplumsal kurumlar arasında, geçiş döneminde hem eski ve yeni rejimden etkilenen hem de eski ve yeni rejimi etkileyen faktör olarak ayrı belki de imtiyazlı bir konuma sahip. Medya bir yandan iktidarın aleti olma tehlikesiyle karşı karşıya, bir yandan da toplumun sesi olma hedefine sahip.

Batı Avrupa’daki 3 örnekte, siyasi alanda gerekli olan koşulların bir çoğunun medya düzleminde de gerçekleştiğine şahit oluyoruz:

-        Fransa örneği en gelişmiş örnek ve galiba en başarılısı. Çünkü Fransa’da işgalin başlamasıyla çeşitli bölgelerde yer altı gazeteleri de yayına başladı. Bir süre sonra De Gaulle de Londra’dan radyo aracılığı ile Direniş’e katkıda bulundu.

-        Nispeten uzun süren Franco diktatörlüğü (1939-1975) döneminde İspanya’nın anti-faşistleri ve demokratları daha çok komşu ülke Fransa’da üstlenip buradan hem siyasi hem de gazetecilik faaliyetlerini yürüttü.

-        Diaspora’da ya da ülke içinde Direniş dönemi farklı muhalif kesimlerin bir araya gelmesini sağladı. Bu da, başta siyasiler olmak üzere, geleceğin yöneticilerine ülkelerinin demokratik rejimini ortaklaşa tasarlama olanağı sundu.

-        Almanya’da Nazizmin vahşi ve global zulmü ile yarattığı olumsuz toplumsal mutabakat nedeniyle olsa gerek, diktatörlük döneminde, bazı küçük Komünist ya da anti-faşist şahsiyet ya da grupların dışında kayda değer, ciddi, kitlesel bir Direniş hareketine rastlayamıyoruz. Nazi rejimini toptan rededen ve Müttefiklerin desteğiyle Nazi elebaşlarını yargılayan Almanya, Hitler’in basın tekelini de kırdı.

-        İşgal ve diktatörlük döneminde iktidar yanlısı yayın yapan kurum ve kişilere karşı, 3 ülkede de benzer uygulamalar yapıldı. Fransa,  Kurtuluş’un hemen sonrasında, o zamana kadar, Nazi ve işbirlikçi Petain rejimi yanlısı yayın yapan tüm gazeteleri kapattı, matbaalarına el koydu. Bunları da Direniş döneminde yer altı basınını sürdüren gruplara devretti. İşbirlikçi gazetelerin yöneticileri ya yurtdışına kaçtı ya da meslekten men edildi. Gazeteciler arasında, yazıları nedeniyle değil ama, işgalciye yaptıkları yardım nedeniyle tutuklanıp yargılananlar ve mahkum edilenler oldu.

-        Fransa’nın durumu özel. Çünkü düşünce, ifade ve basın özgürlüğü için 1789’dan beri süren bir mücadele ve kazanılmış haklar zaten var. Fransız siyaset, toplum ve kültür dünyasında dolayısıyla basınında da var olan geleneksel çokseslilik/çoğulculuk anlayış ve uygulamaları,  Kurtuluş’tan sonra da çoksesli bir basına zemin hazırladı. Savaş öncesi dönemde egemen olan rezil/çöp basının birinci derece sorumlusu olarak sermaye sınıfı yani kapitalistler hedef gösterildiği için, Direniş basını, geleceği tasarlarken akıllarında, yasa ve tüzüklerinde her zaman ‘’sermayeden bağımsız bir gazetecilik’’  fikriyat ve uygulamasını benimsedi.

-        İspanya, Fransa’dan ilham alarak, Franco diktatörlüğünden yana olan tüm basın kurumlarını kapattı. İspanya, yine Fransa örneğinden yola çıkarak, ‘’yeni döneme yeni gazete lazım’’ diyerek, El Pais’i yarattı. Paris’in Le Monde’u yaratması gibi.


Konu, inceleme ve tartışmaya açık. Her ülke, her anti-faşist, her demokrat kendi ülkesinin özelliklerine uygun yeni demokratik rejimini tasarlayacak ve kuracak. Keza, her ülkenin gazetecileri, medya akademisyenleri, medya uzmanı siyasetçileri, yurttaşlarla birlikte, evrensel deneyimlerden de yararlanarak, kendi matbuat-basın-medya tarihinin özgünlüklerini, yurttaş-okurlarının talep ve niteliklerini göz önünde bulundurarak, kendi demokratik gazetecilik anlayış ve uygulamalarını yaratacak. (SON/RD). 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla