Ana içeriğe atla

ESKİDEN BÖYLEYDİ REİSÇİLİK !


 Doç.Dr ünvanını kullanan bir şahıs, Atatürk ve Yunus Nadi hakkında bir kitap yazmış. Kaç ağaç kesildi bu kitabı basarken harcanan kağıt rulosuna? Kaç dizgici kaç saat emek harcadı bu kitabı dizmek için? Ciddi okura da ayıp. Büyük israf! Çok yazık!

 

Ragıp Duran

 Cumhuriyet Kitaplarında İnceleme dizisinde Ocak 2021 tarihinde çıkan Kurtuluşun Lideri ve Gazetecisi/Mustafa Kemal Atatürk ve Yunus Nadi başlıklı 192 sayfalık kitabın yazarı Doç. Dr. Mehmet Emin Elmacı.

Genel olarak Cumhuriyet rejimine, ayrıca hem Londra’da hem de Istanbul’da görev yaptığım Cumhuriyet gazetesine merakımdan dolayı, ama daha çok da gazetecilik mesleği ve tarihiyle ilgilendiğim için kitabı aldım, okudum.

Çalışmada, iktidar-basın ilişkileri, Osmanlı sansüründen Cumhuriyet dönemi sansürüne, Mustafa Kemal’den yana ve Mustafa Kemal’e karşı olan gazete ve gazetecilerin yaklaşımları hakkında ayrıntılı bilgi ve tahliller beklerken, sıradan, herhangi bir yeniliği olmayan geleneksel Kemalizm hayranlığıyla karşılaştım. Kitabın önemli bir kısmı, Yunus Nadi ya da M.Kemal-Yunus Nadi ilişkilerinden çok Mustafa Kemal’in ‘’başarılarını’’ anlatıyor. Kendisini ‘’akademik tarihçi’’ olarak tanıtan Dr.Elmacı (s.180), tek yanlı bir M.Kemal, Kemalizm ve Yunus Nadi övgüsüyle yetinmiş. 192 sayfa boyunca, M.Kemal ve Yunus Nadi karşıtlarının görüşlerine çok az yer veriliyor. Kemal ve Nadi anlatılırken yazarda eleştirelliğin zerresine rastlanmıyor. Lavanta kokulu çok eski ahşap bir dolapta Kemalizm çarşaf ve yastık kılıfları sanki…


Kitabın yine de bugün açısından bazı önemli yanları yok değil: Türk egemen medyasının 2021’deki konumundan bir asır önce de bugünküne benzer bir ortamda işlediğini görüyoruz. Mesela, yazar övünerek ve çok açık bir şekilde siyasi-iktidar ile gazeteci arasındaki bağımlılığı somut bir örnekte şöyle aktarıyor: ‘’(…) Mustafa Kemal Atatürk’ün Yeni Gün gazetesini okumadan yatmadığı ve bazı kereler de makaleleri basılmadan evvel telefonla dinlediği de bilinmekteydi. İlhan Selçuk da bu konuyu ‘Üst kattaki bir odada Yunus Nadi çalışıyordu. Bir de telefon bulmuşlardı gazeteye… Saat başı geçmezdi ki Yunus Nadi telefonu açar seslenirdi: Köşkü bağlayınız! Ve Mustafa Kemal’le konuşur, yazacağı yazı için danışırdı’ şeklinde anlatmıştı’’. (s.174-175) Yunus Nadi’nin Atatürk’ün yanında iken sürekli not tuttuğu, ertesi gün de bu notları kendi görüşleriymiş gibi haber ya da köşe yazılarında yayınlandığı da bilinir. Tıpkı Mehmet Barlas’ın 1980’lerde darbeci Kenan Evren’le olan ilişkisi gibi. Ya da bugünkü yandaş kalemler…

Gazetecinin, köşe yazarının, gazete patronunun bağımsız olması, siyasi iktidarda kimin olduğuyla ilgili bir konu, bir mecburiyet değil.

8 sayfayı aşkın kaynakçada yabancı dilli bir tek kitap, rapor, eser yok. Halbuki özellikle İngiliz istihbarat ve diplomatik kaynaklarının bu döneme ilişkin raporları ayrıca İngilizce yazıp yayınlayan Kemalizm uzmanlarının çok sayıda eseri var. Keşke kitabın tek eksiği bu olsaydı.

Kabul edelim, zengin alıntılar iyi derlenmiş. Ama bir sürü ıvır zıvır konu, daha doğrusu gereksiz ve anlamsız ayrıntılar var kitapta. Yeni bir olgu, yeni bir belge, bir fikir göremedim ben. Zaten olsaydı yazar bunu büyük bir iştahla sunar, özel olarak okurun dikkatini çekerdi.

Yazarın genel yaklaşımında, yazımında, ideolojik tutumunda, tarafgir tarzında beni rahatsız eden çok şey var. Bir kaç tanesini aktarayım:

·      + Yunus Nadi, 1912’de Selanik’deki Rumeli gazetesinin yöneticiliği ve başyazarlığından ayrılıp Istanbul’a dönüyor (s.60). Ama sebebi açıklanmıyor. Ya da sanki sıradan bir iş değişikliği gibi sunulmuş. Selanik’in 1912’de Osmanlı egemenliğinden çıkıp Yunan Krallığına geçtiğini yazmak, ‘’akademik bir tarihçi’’ için çok mu zor?

·      + Yazar, 1911’den 1919’a kadar bölüm bölüm M.Kemal-Y.Nadi ilişkilerini anlatırken, 1915’de cereyan eden devasa bir olayı nasıl suskunlukla geçiştirmiştir hayret! Herkesin Soykırım demesini bekleyemeyiz ama etkileri bugün halen süren ve Cumhuriyet’in kurucu unsuru olduğu artık açıkça ortaya çıkan Ermeni meselesini susarak geçiştirmek ‘’akademik tarihçi’’ye yakıştı mı? Nemrut Mustafa Paşa divanından söz edip, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal beyin ‘’haksız yere mahkum edildiğini’’ de savunuyor yazar ama konu hakkında en küçük bilgiyi vermekten de sakınıyor. (s.140)

·      + Kitap boyunca kimi zaman çekingen de olsa, bir İttihat ve Terakki hayranlığı açık ve seçik bir şekilde ifade ediliyor. Devlette süreklilik esastı değil mi? Ben Kemalist Cumhuriyet’in Osmanlı’dan sadece Çanakkale Müdafaası ile 1915 Ermeni hadisesini miras aldığını sanıyordum. Galiba İttihatçılık da sürdürülen emperyal bir gelenek. Yazarın, Y.Nadi’nin İttihatçı, üstelik de Talat Paşacı olduğunu bir kaç kez (s.39, s69, s.123, s.135, s.139, s.162) tekrar etmesi manidar değil mi?

·    +   Dr. Elmacı bir yandan Mustafa Kemal’in askeriye ile siyasetin birbirinden ayrılması gerektiğini savunduğunu yazıyor.(s.39)  Ama sonra bir çok örnekte, Mustafa Kemal’in sivil elbiseyle de olsa Meclis’e gidip mebusları etkilediği, Harbiye Nazırı olarak hükümete girmek için çaba sarf ettiğini anlatıyor. Çelişki değil mi bu?

·      + Dr.Elmacı’ya göre, M. Kemal’in de Y. Nadi’nin de dolayısıyla bizzat kendisinin de gazetecilik anlayışı, esas olarak milli çıkarlara, iktidara hizmet eden bir gazetecilik anlayışı. Çünkü mesela Bulgaristan’daki Türk gazetecilerden, ajan gibi çalışmaları talep ediliyor. (s.80)

·      + Türk matbuatı, tıpkı Türk basını ve medyası gibi devletçi, milliyetçi ve savaşperver bir tutum benimserken, 1915’de yayınlanan bir gazeteden alıntı yapan yazar, daha o dönemde milliyetçilikle İslamcılığın ‘’askeri zaferlerde’’ at başı gittiğini, övünerek aktarmış.(s.86)

·     +  Yunus Nadi’nin Yeni Gün’den sonra 1924’de Istanbul’da Cumhuriyet gazetesini kurarken, aslında eskiden Ermeni bir terzinin mülkü olan konağa bilahare İttihat Terakki Cemiyetinin el koyması, sonra da binanın Y.Nadi’ye verilmesinden önce de bir sabıkası söz konusu: 1918 yılında Y.Nadi ile Velit Ebuzziya’nın ortaklaşa yayınladıkları Tasvir-i Efkâr gazetesinde ihtilaf çıkınca Y.Nadi ayrılıyor ama gazeteye Almanya’dan gelen kağıt rulolarına Y.Nadi, yeni gazetesi Yeni Gün adına el koyuyor. (s.105)

·      + Akademik tarihçi, bir yerde tırnak içinde ‘’Kürt Sorunu’’ndan bahsediyor ama orada da ‘’ve bu sorununun kaynağını da , ‘Devr-i rezil-i istibdat’ dediği II.Abdülhamit zamanındaki yanlış politikalara kadar götürmüştü’’ (s.141, abç). Bu cümleden anladığımız şu: Abdülhamid devr-i rezil-i istibdat değildi, Kürt meselesindeki politikası da yanlış değildi!  Adı Cumhuriyet olan bir gazete, bir yayınevi, bir mecra… nelerin propagandasının yaptığının farkında mı acaba?

Son olarak 3 nokta daha:

·      + Böyle bir kitapta, Mustafa Kemal’in bir aralar kendi parasını koyup bir gazete çıkarma girişiminde bulunduğunun öyküsünün ayrıntısını okumak isterdik. Maalesef yok öyle bir konu

·      + Bu kitabın önemli eksikliklerinden biri, Yunus Nadi’nin uzun süre hem milletvekili hem de gazeteci olarak faaliyet göstermesini etraflı bir şekilde değerlendirmemiş/eleştirmemiş olması..

·      + Nihayet, konunun uzmanı hatta aile mensubu bazı kişilerin bile sözünü ettiği Lozan sonrasında ortaya çıkan M.K.Atatürk-Yunus Nadi anlaşmazlığı konusunda da kitapta bir tek cümle yok.

Siyasi-askeri lider ile ona bağımlı gazeteciyi tek yanlı bir şekilde öv, İttihat Terakki’yi aklamaya çalış, Ermeni Meselesine, Kürt Sorununa gözlerini yum, hiç bir eleştirel ya da karşı görüşe yer verme… sonra da akdemik tarihçiyim deyip Kemalizm propagandası yap. Reisçi tutum bu işte! (SON/RD)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle