Hayat aslında bir puzzle’ı yapmak gibidir. Her bir parçayı arayıp bulacaksın, uygun yere koyup tutarlı bir bütün oluşturacaksın. Hiçbir şey tek başına değil. Her nesnenin ve fikrin bir başka nesne veya fikirle bir rabıtası var. Mesele bu irtibatları keşfetmek.
Ragıp Duran
10-15 yıl kadar önce, Istanbul’dan bıkmış, kaotik kenti terk edip Ayvalık’a yerleşmiştik. Gazeteci anıları kategorisinde Altemur Kılıç’ın kitabını okuyordum. O yıl babasının (Kılıç Ali) anılarını yeniden edit edip bastırdığını yazmıştı. Merak edip aldım okudum. Oradan başladı benim Mustafa Kemal merakım. Kemalist olmamıştım hiçbir zaman ama Kemalog olabilirdim. Çünkü Kılıç Ali derken, Atatürk’ün yakın çevresindeki şahsiyetlerin anıları geldi peş peşe: Salih Bozok, Hasan Rıza Soyak, Cemal Granda özellikle son dönemlerinde hep Gazi’nin yanındaydılar. Falih Rıfkı Atay, Şevket Süreya Aydemir, Benoist Mechin, Hıfzı Topuz, İpek Çalışlar ve Andrew Mango’nun kitaplarında da ilginç bilgi ve farklı görüşler vardı. Bu kitapların bir kısmında görgü tanığı olan yazarlar, Atatürk ile birlikte yaşadıkları çeşitli olayları, kaçınılmaz olarak farklı açılardan betimliyor, kendi görüş ve yorumlarını da katıyordu. Hatta bir kaç kez, okuduğum kitabı bırakıp, aynı olayı anlatan diğer kitabın sayfalarına gidip karşılaştırmalar yapar olmuştum. Dedektiflik mi? Kalite kontrolü?
Bu benzerini bulma, gölgesine rastlama ya da ikizine denk
gelme durumu sadece kitaplarda olmuyor tabi. Şarkılarda da var: Adamo, Tombe la
neige’de ‘’Un oiseau sur la branche’’ diyordu. Yaklaşık aynı yıllarda Leonard
Cohen de ‘’Like a bird on the wire’’ demişti. Roger Waters’ın ‘’You are my
everday excuse’’ dizesini Sezen Aksu ‘’Sen de benim hatalarımdan birisin’’
olarak tercüme etmişti.
Son olarak elime yeni geçen iki kitapta bu ayna efektine
bir daha rastladım. Zeynep Çelik’in ‘’Avrupa Şark’ı bilmez’’ başlıklı kitabı
ile Alman mimar Bruno Taut’un kitabını eş zamanlı olarak okuyordum. Çelik’in
anlattığı Oryantalizm ve karşıtlarından oryantalizmin naif belki de estetik bir
versiyonu Taut’un yazılarında var.
Yapay zeka ve algoritmalar, kitap satış sitelerinde, ‘’Bu
kitabı okuyanlar şu kitabı da satın aldılar’’ diye okura bazı yeni kitaplar
pazarlıyor. Başlık ve konular benziyor ya da birbirine yakınsa ya da aynı
yazarın başka kitaplarını seçebiliyor ancak yapay zeka. Öyle, sorry man, benim gibi çapraz okuma
yeteneğine sahip değil henüz algoritmalar.
Oysa ki doktorların reçete yazarken, bir ilacın yanı sıra
onun yan etkilerini bertaraf edecek bir ikinci ilaç yazmaları gibi, kitap
eleştiri ya da tanıtım yazılarında mümkünse, ‘’Bu kitabın yanı sıra şu kitabı
da okursanız hem çağrışım yeteneğiniz artar, hem bilgi dağarcığınız
zenginleşir, hem de kıyaslama yapma kapasiteniz gelişir’’ gibi notlar
bekliyoruz.
Son örneğim, daha yeni okuduğum Charlie Hebdo’nun Batı’daki yeni ‘’solcu’’ sansürcülük haline gelen, ‘’Politically Correct’’in (Siyasi Olarak Doğru) ağabeyi sayılabilecek ‘’Woke’’ (Uyanık) dalgasıyla ilgili özel sayısı. Başta ABD olmak üzere, geleneksel sol kesimlerde ırkçılık, feminizm, çevre gibi temel konularda acaip dogmatik bir yaklaşım, ‘’saldırgan’’ ve ‘’dogmaya uygun olmayan’’olarak nitelenen her görüş, fikir ve tutuma karşı olağanüstü acımasız davranarak sadece söz konusu fikri değil, o fikri savunan kişiyi de iptal ediyor! Cancel Culture (İptal Kültürü) dedikleri işte tam da bu.
Charlie’nin haklı bir şekilde ‘’Kimlikçi’’ ve
‘’Cemaatçi’’ olarak nitelediği bu woke
dalgasına karşı çıkarken, fikir özgürlüğünün özellikle sosyal medyada büyük
darbeler yediğini savunuyor. ‘’Bizim kimlikten ve bizim cemaatten olmayan
herkes kahrolsun!’’ Woke’çuların ana
sloganı olsa gerek. Tam da burada işte, devreye Courrier İnternational’in
‘’Dijital Darbe’’ özel sayısı devreye girdi. Çapraz okumada bir araç ötekine
tosladı. Olumlu bir kaza.
‘’Artık mahkemelere, dolayısıyla hakim, savcı ve
avukatlara gerek kalmadı, çünkü sosyal medya, soruşturma bile yapmadan hemen
hüküm kuruyor ve hemfikir olmadığı kişileri dislike’ın
ötesinde, siliyor.’’
Kimlikçilikle cemaatçiliğin nahoş bir şekilde evlendiği
somut örneklere bizde çok rastlanır: Bir berber mesela cinayet zanlısıdır.
Anadolu Berber Usta, Kalfa ve Çırak Esnafı Konfederasyonu hemen bir bildiri
yayınlayarak ‘’meslekdaşımıza yönelik bu çirkin girişimi şiddetle kınar’’.
Çünkü Konfederasyona göre, katil zanlısına yönelik suç
şüphesi bütün mesleği hedef almaktadır. Sanki katil, cinayeti berber olduğu
için ve bütün berberler adına işlemiştir! Ve Konfederasyonun bu mantığına göre,
her berber, meslekdaşının bu olası cinayetinin biraz suç ortağı, biraz görgü
tanığı olduğu için, olay ‘’şiddetle kınanır’’.
Courrier’deki yazılarda binbir örnekle anlatılıyor: GAFAM
(Google, Amazon, Facebook, Apple, Microsoft) istediği kitabı, CD’yi, filmi övüyor, hoşuna gitmeyeni
saklıyor hatta bir süre sonra da satıştan çekiyor. Mesele zevk meselesi de
değil. GAFAM, kendi egemenliğini sağlayan düzeni eleştiren entelektüel, siyasi,
kültürel ya da estetik eserlere karşı otomatik olarak yani yapay zekasıyla
karşı.
GAFAM diktatörlüğü ile Woke dalgasının aynı döneme rastgelmesi tesadüf değil.
Neo-liberal düzen 1980’lerden itibaren bütün dünyada güç
kazanmaya başlamıştı, ama artık çözülüyor, hatta dökülüyor. MeToo ve Black Live Matters gibi kitlesel yurttaş hareketleri, son 30-40
yıllık ırkçılığa ve kadın düşmanlığına birer tepkiydi. Bu tepki şimdi woke
dalgasıyla şirazeyi kaçırmışa benzer. Çünkü ırkçılarla kadın düşmanları aslında
bugün Woke’çuların yöntemlerini
kullanmışlardı. Onlar da ırkçılığa karşı çıkanları ve kadın hakları
savunucularını ‘’iptal etmek’’ amacındaydılar. İptal kültürü ve uygulaması
bugün Woke’çulara kısmet oldu. Üstelik bu yeni sansürcülerin elinde sosyal
medya gibi önemli ve etkili bir silah var.
Çapraz okuma demiştim başlangıçta. Verdiğim örnekler
belki okumanın çapraz olduğunu gösterdi ama başka bir şey daha gösterdi: Dönüp
dolaşıp aynı baskıcı, sansürcü yaklaşımlar med cezir gibi bir yükseliyor bir
alçalıyor. Okuma çapraz olabilir ama gidişat sirküler.
Doğru dürüst, ağız tadıyla bir çapraz okuma bile yapamıyorsun…
(SON/RD)
Yorumlar