Ana içeriğe atla

Ç A P R A Z O K U M A L A R

Hayat aslında bir puzzle’ı yapmak gibidir. Her bir parçayı arayıp bulacaksın, uygun yere koyup tutarlı bir bütün oluşturacaksın. Hiçbir şey tek başına değil. Her nesnenin ve fikrin bir başka nesne veya fikirle bir rabıtası var. Mesele bu irtibatları keşfetmek.


Ragıp Duran

 Kimi zaman bilinçli ve kasıtlı kimi zaman istemeden ve tesadüfen, bir kitapta okuduğum bir satır, bir kişi, bir olay, bir haleti ruhiye… herhangi bir fikir ya da bilgi…neredeyse anında, böyle flaş çakarak, başka bir kitapta okuduğum ikiz kardeşine gönderir beni. Çağrışım davetiyesi.Referans transferi. Gönderme şutlaması. Benzerlerin buluşması. Ki biliyorum, belleğim öyle derin ve güçlü değildir. Ama bellek seçici. Ayrıca müthiş duygusal. Bin yıl önceki ıvır zıvır tafsilatı hatırlar, çünkü sıkıca kaydetmiştir onu, ama 2 yıl önceki nispeten önemli bir hadiseyi hatırlamaz. Çünkü o nispeten önemli hadise, kahramanımıza göre önemli değildir. Önemli olsa bile değerli değildir.


10-15 yıl kadar önce, Istanbul’dan bıkmış, kaotik kenti terk edip Ayvalık’a yerleşmiştik. Gazeteci anıları kategorisinde Altemur Kılıç’ın kitabını okuyordum. O yıl babasının (Kılıç Ali) anılarını yeniden edit edip bastırdığını yazmıştı. Merak edip aldım okudum. Oradan başladı benim Mustafa Kemal merakım. Kemalist olmamıştım hiçbir zaman ama Kemalog olabilirdim. Çünkü Kılıç Ali derken, Atatürk’ün yakın çevresindeki şahsiyetlerin anıları geldi peş peşe: Salih Bozok, Hasan Rıza Soyak, Cemal Granda özellikle son dönemlerinde hep Gazi’nin yanındaydılar. Falih Rıfkı Atay, Şevket Süreya Aydemir, Benoist Mechin, Hıfzı Topuz, İpek Çalışlar ve Andrew Mango’nun kitaplarında da ilginç bilgi ve farklı görüşler vardı. Bu kitapların bir kısmında görgü tanığı olan yazarlar, Atatürk ile birlikte yaşadıkları çeşitli olayları, kaçınılmaz olarak farklı açılardan betimliyor, kendi görüş ve yorumlarını da katıyordu. Hatta bir kaç kez, okuduğum kitabı bırakıp, aynı olayı anlatan diğer kitabın sayfalarına gidip karşılaştırmalar yapar olmuştum. Dedektiflik mi? Kalite kontrolü?

Bu benzerini bulma, gölgesine rastlama ya da ikizine denk gelme durumu sadece kitaplarda olmuyor tabi. Şarkılarda da var: Adamo, Tombe la neige’de ‘’Un oiseau sur la branche’’ diyordu. Yaklaşık aynı yıllarda Leonard Cohen de ‘’Like a bird on the wire’’ demişti. Roger Waters’ın ‘’You are my everday excuse’’ dizesini Sezen Aksu ‘’Sen de benim hatalarımdan birisin’’ olarak tercüme etmişti.

Son olarak elime yeni geçen iki kitapta bu ayna efektine bir daha rastladım. Zeynep Çelik’in ‘’Avrupa Şark’ı bilmez’’ başlıklı kitabı ile Alman mimar Bruno Taut’un kitabını eş zamanlı olarak okuyordum. Çelik’in anlattığı Oryantalizm ve karşıtlarından oryantalizmin naif belki de estetik bir versiyonu Taut’un yazılarında var.

 

Yapay zeka ve algoritmalar, kitap satış sitelerinde, ‘’Bu kitabı okuyanlar şu kitabı da satın aldılar’’ diye okura bazı yeni kitaplar pazarlıyor. Başlık ve konular benziyor ya da birbirine yakınsa ya da aynı yazarın başka kitaplarını seçebiliyor ancak yapay zeka. Öyle, sorry man, benim gibi çapraz okuma yeteneğine sahip değil henüz algoritmalar.

Oysa ki doktorların reçete yazarken, bir ilacın yanı sıra onun yan etkilerini bertaraf edecek bir ikinci ilaç yazmaları gibi, kitap eleştiri ya da tanıtım yazılarında mümkünse, ‘’Bu kitabın yanı sıra şu kitabı da okursanız hem çağrışım yeteneğiniz artar, hem bilgi dağarcığınız zenginleşir, hem de kıyaslama yapma kapasiteniz gelişir’’ gibi notlar bekliyoruz. 

 

Son örneğim, daha yeni okuduğum Charlie Hebdo’nun Batı’daki yeni ‘’solcu’’ sansürcülük haline gelen, ‘’Politically Correct’’in (Siyasi Olarak Doğru) ağabeyi sayılabilecek ‘’Woke’’ (Uyanık) dalgasıyla ilgili özel sayısı. Başta ABD olmak üzere, geleneksel sol kesimlerde ırkçılık, feminizm, çevre gibi temel konularda acaip dogmatik bir yaklaşım, ‘’saldırgan’’ ve ‘’dogmaya uygun olmayan’’olarak nitelenen her görüş, fikir ve tutuma karşı olağanüstü acımasız davranarak sadece söz konusu fikri değil, o fikri savunan kişiyi de iptal ediyor! Cancel Culture (İptal Kültürü) dedikleri işte tam da bu.

Charlie’nin haklı bir şekilde ‘’Kimlikçi’’ ve ‘’Cemaatçi’’ olarak nitelediği bu woke dalgasına karşı çıkarken, fikir özgürlüğünün özellikle sosyal medyada büyük darbeler yediğini savunuyor. ‘’Bizim kimlikten ve bizim cemaatten olmayan herkes kahrolsun!’’ Woke’çuların ana sloganı olsa gerek. Tam da burada işte, devreye Courrier İnternational’in ‘’Dijital Darbe’’ özel sayısı devreye girdi. Çapraz okumada bir araç ötekine tosladı. Olumlu bir kaza.

‘’Artık mahkemelere, dolayısıyla hakim, savcı ve avukatlara gerek kalmadı, çünkü sosyal medya, soruşturma bile yapmadan hemen hüküm kuruyor ve hemfikir olmadığı kişileri dislike’ın ötesinde, siliyor.’’

Kimlikçilikle cemaatçiliğin nahoş bir şekilde evlendiği somut örneklere bizde çok rastlanır: Bir berber mesela cinayet zanlısıdır. Anadolu Berber Usta, Kalfa ve Çırak Esnafı Konfederasyonu hemen bir bildiri yayınlayarak ‘’meslekdaşımıza yönelik bu çirkin girişimi şiddetle kınar’’.

Çünkü Konfederasyona göre, katil zanlısına yönelik suç şüphesi bütün mesleği hedef almaktadır. Sanki katil, cinayeti berber olduğu için ve bütün berberler adına işlemiştir! Ve Konfederasyonun bu mantığına göre, her berber, meslekdaşının bu olası cinayetinin biraz suç ortağı, biraz görgü tanığı olduğu için, olay ‘’şiddetle kınanır’’.

Courrier’deki yazılarda binbir örnekle anlatılıyor: GAFAM (Google, Amazon, Facebook, Apple, Microsoft) istediği kitabı, CD’yi, filmi övüyor, hoşuna gitmeyeni saklıyor hatta bir süre sonra da satıştan çekiyor. Mesele zevk meselesi de değil. GAFAM, kendi egemenliğini sağlayan düzeni eleştiren entelektüel, siyasi, kültürel ya da estetik eserlere karşı otomatik olarak yani yapay zekasıyla karşı.

GAFAM diktatörlüğü ile Woke dalgasının aynı döneme rastgelmesi tesadüf değil.

Neo-liberal düzen 1980’lerden itibaren bütün dünyada güç kazanmaya başlamıştı, ama artık çözülüyor, hatta dökülüyor. MeToo ve Black Live Matters gibi kitlesel yurttaş hareketleri, son 30-40 yıllık ırkçılığa ve kadın düşmanlığına birer tepkiydi. Bu tepki şimdi woke dalgasıyla şirazeyi kaçırmışa benzer. Çünkü ırkçılarla kadın düşmanları aslında bugün Woke’çuların yöntemlerini kullanmışlardı. Onlar da ırkçılığa karşı çıkanları ve kadın hakları savunucularını ‘’iptal etmek’’ amacındaydılar. İptal kültürü ve uygulaması bugün Woke’çulara kısmet oldu.  Üstelik bu yeni sansürcülerin elinde sosyal medya gibi önemli ve etkili bir silah var.

Çapraz okuma demiştim başlangıçta. Verdiğim örnekler belki okumanın çapraz olduğunu gösterdi ama başka bir şey daha gösterdi: Dönüp dolaşıp aynı baskıcı, sansürcü yaklaşımlar med cezir gibi bir yükseliyor bir alçalıyor. Okuma çapraz olabilir ama gidişat sirküler.

Doğru dürüst, ağız tadıyla bir çapraz okuma bile yapamıyorsun… (SON/RD)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle