·
Memleketin resmi, gayri resmi, özel, ticari,
yandaş, candaş, dinci ve sözde muhalif medyasının genel manzarasına
baktığımızda bu soruya olumlu yanıt vermek imkansız. Ama mesleğin bizatihi
kendisine, amaçlarına, ve eski dönem çalışmalarına baktığımızda bu soruya
nispeten kolayca evet cevabını verebiliriz.
Ragıp DURAN
Medya mülkiyeti… Saray’a yakın iş
adamlarının, inşaat şirketlerinin TV ve gazete sahibi olması…Belediye seçimlerini
kaybedince iktidar medyasından bir kaç gazetenin kapanmak zorunda kalması…Her
gün ekranlarda rastladığımız yüzlerce yalan haber…Algı operasyonları… Siyasiler
arasında ağız dalaşları…2 saat sonra tekzip edilen manşetler…Ünlü köşe
yazarlarının ünsüz çuvallamaları… Egemen medyadan uzaklaştırılan gazetecilerin
sosyal medyadan yaptığı yayınlar…
Son dönemlerde siyasi ve toplumsal
konular tartışma gündemine geldiğinde, neredeyse kaçınılmaz olarak işin içine
medya da giriyor. Çünkü sadece siyasiler değil yurttaşlar da siyasi, ideolojik,
toplumsal, ekonomik, kültürel gelişmeleri medya üzerinden öğreniyor,
tartışıyor, tepki gösteriyor. Normal. Çünkü gazetecilik çok siyasi, çok
ideolojik, çok kültürel, çok toplumsal ama aynı zamanda bir o kadar da ticari
bir faaliyet.
Onlar açısından
tehlikeli gazetecilik
Gazetecilik, Batı’da yaklaşık 4
yüzyıldır, bizde neredeyse 2 yüzyıldır icra edilen bir meslek. Mesleğin
evrensel kuralları, amaçları, uslubu, yolu yordamı belli. Ancak her ülkenin
kendine has koşulları da bu mesleğin uygulama yöntemini değiştirebiliyor.
Ayrıca Türkiye dahil, bir çok ülkede baskı rejimleri, kendi suç ve
sahtekarlıklarını ortaya çıkarmasın diye gazeteciliği kriminalize ediyor. Yerine
ve dönemine göre gazeteciler öldürülüyor ya da hapse atılıyor.
Noam Chomsky, bir sohbetimizde 30’lu
40’lı yıllarda ABD’de her eyalette yüzbinlerce satan işçi gazetelerinden söz
etmişti. O zaman sendikalar güçlüydü, işçi sınıfı kalabalık ve etkiliydi. Batı
Avrupa’da da 70’li yılların ortalarına kadar, Fransa’da Komünist Partinin
gazetesi L’Humanité, İtalya’da L’Unita, İngiltere’de Morning Star adından söz
ettiren önemli kitle yayın organlarıydı. Güzel eski günler!
Benim Nieman-Harvard’daki hocam kıdemli
gazeteci Bill Kovach, bugün yaşı 70 civarında olan Amerikalı gazetecilerin
sloganını aktarmıştı bir konuşmasında: Back to the old values! (Eski değerlere
geri dönelim!).
Bu aralar
sıkıştılar
Neo-liberalizm artık can çekişmeye
başladığı için, faşist ya da faşizan iktidarlar, çeşitli ülkelerde,
kapitalizmin ve kendilerinin hakimiyetini sürdürebilmek için olağanüstü baskıcı
yöntemleri devreye soktu/sokuyor. ABD’de Trump, Rusya’da Putin, Çin’de Xi Ping,
Brezilya’da Bolsonaro, Türkiye’de Erdoğan, Filipinler’de Duterte, Macaristan’da
Orban, Polonya’da Morawiecki…vs…
muhaliflere ve özellikle bağımsız medyaya karşı çok sert önlemler alıyor. Çünkü
akademi ve medya, alan olarak, meslek/uğraş olarak, yapısında eleştiriyi
olmazsa olmaz bir kavram olarak içeriyor.
Akademi’nin
sosyolojisini, ekonomi-politiğini uzmanlarına bırakalım. Medyanın yapısına,
haline, amaç ve çalışma ortamına bakalım:
İlginçtir,
Trump da Erdoğan da, Çinli, Filipinli, Macar ve Polonyalı mevkidaşları hatta
Fransa’da Macron bile, ülkesindeki medyadan genel olarak şikayetçi. Çin’de
zaten Parti ve devlet denetimi dışında medya olmadığı için Pekin yönetimi ancak
yabancı gazetecilerle global medyaya diş geçirmekle meşgul. Bir de sosyal
medyadan çok korkuyor istibdat rejimleri.
Trump
açıktan açığa, basın toplantılarında CNN İnternational’e ‘’Siz Yalancı
Medyasınız!’’ diyebiliyor. New York Times, Washington Post gibi kıdemli
gazetelerin Beyaz Saray akreditasyonlarını iptal ettirebiliyor. Trump iktidara
geldiğinden bu yana ABD’de basın özgürlüğünü savunma komiteleri kurulmaya
başladı. Türkiye’nin durumu malum: Çin ve İran ile birlikte dünyanın en büyük
gazeteci hapishanesi…
Aslında solcu
olmak şart değil insan olmak yeterli
Gazetecilik kuralına, usulüne, etiğine
göre yapıldığında, yoksulların, sessizlerin, yetimle öksüzlerin, çaresizlerin
derdini topluma ve iktidara aktaran, sorunlarına çözüm bulunması için çalışan
bir kurum. Gazeteciliğin özünde, yapısında, doğasında itiraz, muhalefet,
değiştirme isteği, olumluya gitme arzusu var.
Bu nedenle de Batı’da gazeteciler
çoğunlukla solcu olmakla suçlanır, sağcı iktidarlar ve kesimler tarafından.
Mesleği doğrudan suçlayamayan iktidar sözcüleri, hınçlarını mesleği icra
edenlerden almaya kalkışıyor. Oysa ki gazeteci dendiğinde, daha ilk başta
önemli bir ayırım yapmakta yarar var ki, bu ayırım maalesef ne bizde ne de
genel olarak dış dünyada yapılıyor: Haber toplayan yazan, röportaj yapan ile
bizde köşe yazarı denen yorum yapan, fikir beyan eden meslek çalışanı. Bu iki
kategori de gazeteci olarak anılsa da, hem meslek erbabı olarak hem de yazarken
farklı motivasyonlarla iş yapan insanlar. Gazetecilik, esas olarak somut olgu,
somut bilgi mesleği olmasına rağmen, yanına belirli bir dozda ve mevcut bütün
farklılıklarını vermek şartıyla ve niteliği açıkça belirtilmesi koşuluyla
görüş, yorum ve değerlendirme çalışması. Yalnız burada dikkat: Bilgi ve fikir
tamamen ayrı kavramlar. Bilgi, somut bir olguya dayandığı için tartışılması
sözkonusu değil. Bilgi nesnel (Objektif) bir olgu. Oysa ki fikir, yorum ya da
görüş, yazanın öznel (Sübjektif) bir değerlendirmesi. Her türlü tartışmaya
açık. Bilgi ile fikir birbirinin yerine
geçebilecek mefhumlar değil. Oysa ki artık sadece bizde değil, Batı’da da bilgi
diye fikir/yorum pazarlanıyor medyada. Hatta buna modern bir isim bile bulundu:
Alternatif Olgu!
Muhabir ile
yorumcu
Haberci, bir olayı izlerken, bir yere
gidip röportaj (Söyleşi değil) yaparken, kendi şahsi siyasi-ideolojik bakışını,
perspektifini mümkün olduğunca işine karıştırmaz. Haberci, gözlem yapar,
inceler, araştırır, olayın/meselesinin farklı hatta zıt yanlarını/taraflarını
dinler, topladığı tüm bu bilgi ve görüşleri haber formatına sokar ve okur
kitlesine aktarır. Muhabirin işi olguyu doğru, kapsayıcı, ayrıntılı, derin ve
bütün unsurlarıyla yazmaktır. İnandırıcı ve güvenilir olmak için elinden geleni
yapar. Somut bilgi, belge, tanıklığa dayanır. İyi haberci, yazdığına yorum
katmayan habercidir. Gerçi her yazar, seçtiği kelimelerle, kurduğu cümlelerle,
yazısının inşaatında/kurgusunda kaçınılmaz olarak kendi siyasi-kültürel tercih
ve geçmişinin izlerine ister istemez yer verir, ama bunu ayan beyan, bağıra
çağıra bir yargı şekline dönüştürmediği sürece fazla sorun yok.
Fransız gazeteci Albert Londres’un
dediği gibi ‘’Muhabir, kalemini yaraya batırır’’. Muhabir, düzgün giden işlerin
üzerine değil, aksayan, bozuk, olumsuz olguların üzerine gider. İktidarın veya
herhangi bir kurumun olumlu çalışmalarını yaygınlaştırmak için o kurumun
bünyesinde maaşlı olarak çalışan, halkla ilişkiler uzmanları, reklamcılar ya da
eski deyimle propagandacılar bulunur. Onlar gazeteci değildir. Hatta mesleki
faaliyet olarak gazetecilerin yaptıklarının tam da tersini yaparlar.
Köşe yazarı, yorumcu ise olgu ile olay
ile değil daha çok olayın değerlendirmesine, yorumlanmasına odaklanmıştır.
Fikir ve görüş sahibidir, siyasi eğilimi bellidir, zaten okur da köşe yazarının
bu kimliğini bilmektedir ve onu köşesini okurken siyasal bir tercih yaparak
okur.
Biri somut öteki
soyut
Gazetecinin, muhabirin ana hammaddesi
gerçektir, halkla ilişkiler, reklam ve propaganda alanında faaliyet
gösterenlerin temel sorunu ise savundukları davayı yaygınlaştırmaktır.
Savundukları davanın doğru olması şart değil. Hatta genellikle olumsuz bir davayı
olumluymuş gibi göstermek için yapılır bu ajit-prop.
Gazeteciliğin doğum aşamasında beliren
bilahare deneyim ile olgunlaşıp saptanan ilke ve amaçlar, eskiden beri
özellikle savaş ve kriz gibi olağanüstü hallerde görmezden gelindi. Gazeteciler
bu sıkıntılı günlerde mesleklerini icra edemediler, kiralık kalem ya da
propagandacı gibi çalıştılar.
Neo-liberalizmin yükselmeye başladığı
90’lı yıllardan bu yana ise gazetecilik, eski, klasik, geleneksel anlam ve
işlevini artık çok büyük ölçüde kaybetti. İşini doğru dürüst yapan gazeteciler
ise nesli tükenmekte olan meslekdaşlar haline geldi.
Aslında ruhu, içeriği, yaklaşımı ve
çalışma tarzı büyük ölçüde solcu olan bu meslek, diğerkâmlık, başkalarının
derdine ortak olmak, acı ve sıkıntılarla empati kurmak, olumsuzlukları
yaygınlaştırarak olumlu çözümler aramak üzerine kurulu.
Zenaat idi
bozuldu sanayi oldu ama…
Gazetecilik, bu mesleğe gönülden bağlı
insanların icra ettiği bir meslek iken (1970’lere kadar), çalışma koşulları
daha çok bir zenaatkarın ortamına benzerdi. Gazetecilik dünyasına o zamanlar
mali sermaye henüz girmemişti. Gazetelerin sahibi holding patronları ya da
inşaat şirketi sahibi insanlar değildi. O zamanlar patronlar da çekirdekten
yetişme gazeteci idiler, başyazardılar mesela. (Ahmet Emin Yalman, Zekeriya-Sabiha
Sertel, Yunus Nadi…vb…) Mavi tulumlarını giyinip matbaa makinelerini tamir eden
patronlar da gördük.
Adı matbuattı ilk başta, sonraları,
60’lardan sonra basın demeye başladık. 80lerden sonra adı da değişti, medya
oldu. Çünkü artık zenaat devri kapanmış, sanayi devri başlamıştı. O zaman da
gelsin esas olarak kâr hırsı, gelsin arz-talep yaklaşımı, gelsin cıvık cıvık
magazinler…en sonunda da geldi Saray’ın emrindeki kalem erbabı.
Medyayı, mali sermayenin
boyunduruğundan kurtarmak, medya mülkiyetini münhasıran o medyada çalışan
gazeteciler ile o medya organını okuyan, dinleyen, izleyen yurttaşlara aktarmak,
ona kamu çıkarını asil bir şekilde savunma misyonunu geri vermek, zengin ve
güçlülerin değil yoksul ve güçsüzlerin sesi olmak sıfatını yüklediğimizde,
yurttaş ve toplum nezdinde hak ettiği itibarı iade etmiş olacağız gazeteciliğe
ve gazetecilere.
TÜKENMEZ Dergisi sayı 36 İLKBAHAR 2020
Yorumlar