MEDYA DARBESİ/ DARBE MEDYASI
R a g ı p D u r a n
Dünyada son yıllarda gerçekleştirilen darbelerde medya nasıl bir rol oynadı?
Mısır'dan Venezüela'ya, Tayland'dan Kolombiya'ya
medya ile darbecilerin karanlık ilişkileri
TÜKENMEZ dergisinin son sayısında bir dosya
R a g ı p D u r a n
Dünyada son yıllarda gerçekleştirilen darbelerde medya nasıl bir rol oynadı?
Mısır'dan Venezüela'ya, Tayland'dan Kolombiya'ya
medya ile darbecilerin karanlık ilişkileri
TÜKENMEZ dergisinin son sayısında bir dosya
MEDYA DARBESİ/DARBE MEDYASI
· Mısır’da, Venezuela’da, Tayland’da, Guatemala’da, Kolombiya’da…dünyanın dört bir yanında askeri olsun siyasi olsun bütün darbelerin öncesinde, sırasında ve sonrasında medya çok önemli bir rol üstleniyor. Bütün darbecilerin medya ile ilişkilerine baktığımızda 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü ya da Gezi Direnişini hatırlıyoruz.
RAGIP DURAN
‘’Darbe’’ ve ‘’Medya’’ sözcüklerinin geçtiği İngilizce ve Fransızca haber, yorum, inceleme ve akademik çalışmaların sayısı milyonları geçiyor. Başlıkları esas alarak hızlı bir tarama ile aralarından 12 yazı üzerinde yoğunlaştım. Altını çizerek okurken bu yazıları, her seferinde Türkiye’deki uygulamalar çıktı karşıma. Bizim solcu, demokrat enternasyonalimiz varsa, ABD’nin, işbirlikçilerinin ve dünyadaki bütün askeri ya da sivil darbecilerin de çok sayıda ortak yanları var.
Darbe yapmak için, az çok meşru sayılabilecek bir zemin, bir ortam hazırlamak gerek. İşte bunu sağlayan da medya. Darbe sırasında ve sonrasında da darbeyi sağlama almak, darbeyi haklı gösterme görevi de yine medyaya ait.
Uzmanlar yine de bir noktaya dikkat çekiyor: Medyanın kendisi yapmaz darbeyi. Ama medya desteği olmadan da doğru dürüst darbe olmaz.
Sonuç olarak, egemen sınıflar açısından, tayin edici olan, ya mevcut iktidarlarını korumak sağlamlaştırmak ya da iktidarı kaybettikleri zaman onu yeniden ve kısa süre içinde, şiddetle, silahla, baskıyla kazanmak için darbe planlamak ve gerçekleştirmek.
Tükenmez okuru, yakından bildiği için ayrıca bizzat yaşamış olduğu için Türkiye’deki darbeler ve Türkiye medyası konusunda çok fazla bilgi ve yoruma ihtiyaç duymaz. Bu nedenle sadece yabancı ülkelerdeki darbe-medya ilişkisi konusunda okuyup altını çizdiğim bölümleri biraz yorumlayarak, bazen ekler yaparak çevirmekle yetindim. Meselenin anlaşılabilmesi için bu yöntem yeterli geldi bana.
MISIR: GAZETECİ Mİ REJİMİN BEKÇİSİ Mİ?
Mısır’da ulusal medya, iktidarı kaybeden Müslüman Kardeşler kökenli Mursi döneminde son derece saldırgan bir gazetecilik uslubundan darbe sonrasında son derece iktidar yanlısı bir gazetecilik tarzına geçti.
Devlet medyası da özel medya organları da askerleri öven tek tip mesajlar yayınlıyor. Bu mecralarda muhalifler dışlanıyor ve onlar Devlet açısından mutlak bir tehlike olarak sunuluyor. Üstelik medyaya göre muhaliflerin denetim altına alınmaları yetersiz muhaliflerin ortadan kaldırılması gerektiğini savunuyor.
Muhalefet, devlet ve medya tarafından terörist olarak nitelendiriliyor ayrıca medyada farklı görüşlere hiç yer verilmiyor.
Mübarek döneminin sonlarına doğru özel sektör medyasının yeniden ortaya çıkması modern gazeteciliğin medyada yeniden boy göstermesini ayrıca muhalif seslerin biraz olsun duyulmasını sağladı. Ne var ki, özel sektör medyası, rejim yanlısı iş dünyasının devlerinin mülkiyetindeydi dolayısıyla ‘’bağımsız medya’’ çerçevesi içinde ele alınamıyordu. (…)
Öncelikle, otosansür gelenek ve alışkanlığının güçlü olduğu Mısırlı gazeteciler dünyasında, gazeteciler kendilerini rejimin bekçisi olarak algılıyordu
Gazeteciler, iktidarın icraatlarını sorgulamak yerine, devletle olan ilişkileri nedeniyle, yani gazetecilerin kendilerini rejimin bekçisi olarak görmeleri nedeniyle, rejimin istikrara kavuşması yönünde etkinlik gösteriyor. Bu rol öyle bir ortam yaratıyor ki, gazeteciler paranoyak bir şekilde, Mısır’a karşı dış güçlerin sözümona komplolarından söz etmek zorunda kalıyorlar. Mesela aslında ciddi bir yayın olan Al-Wafd gazetesi, birinci sayfada manşetten verdiği bir haberde, ABD Başkanı Barak Obama’nın Müslüman Kardeşler’in gizli bir üyesi olduğunu yazdı.
İddia edilen terörizm tehditi, her türlü hak ve özgürlüğün ihlalinin gerekçesi olarak öne sürülüyor.
Mısır’da medya elitleri ile rejim arasındaki ittifak organik bir ilişkidir. İki taraf arasındaki sıradan siyasi paralelliğin yanısıra bu ittifak her iki tarafın hayatta kalmasını sağlayabilecek bir birlikteliktir.
Mısır Medyasının Darbedeki Rolü, Fatima el İssawi, LSE, 2014
LATİN AMERİKA: MEDYA, NEO-LİBERAL İKTİDARIN MÜTTEFİĞİ
Medya, modern darbelerin demokrasiyi savunmak için yapıldığını iddia ediyor.
Latin Amerika’da farklı darbe türleri ya da darbelerin farklı isimleri vardır: ‘’Golpe Blando’’, ‘’Kurumsal’’, ‘’Hafif’’ ya da ‘’Yargısal-Parlamenter’’.
Aslında, ABD ve AB ile uluslararası sağcı odaklar tarafından desteklenen Latin Amerika sağcıları için, demokrasi ancak sağcılar iktidarda ise tolere edilebilir bir sistemdir.
Medya, darbe öncesinde gerçekleştirilen bütün istikrarsızlaştırma operasyonlarını, Anayasal çerçevede demokrasinin korunması olarak sunuyor.
Medya aygıtı artık bir karşı-iktidar olmaktan çıktı, bu mekanizma neo-liberal iktidarların bir müttefiği haline geldi.
Şurası kesin ki, son 15 yıl içinde Chavez, Kirchner, Lula, Correa, Morales ve diğerleri neo-liberal politikalara set çektiler. İşte onlara yüklenen suç bu.
Haber lüks değildir bir haktır, İNVESTİG’ACTİON, Maurice Lemoine, Aralık 2016
FRANSA: MEDYATİK DARBE
Devlet Başkanının medyanın tümüne el koyması önceden programlanmış bir eylemdir.
Macron, alafranga Putin gibi…
Medyatik Darbe, Laurent Neumann Aralık 2008
VENEZUELA: SIKIŞINCA HAYVAN BELGESELİ YAYINLADILAR
Venezuela’da bütün ölçülerini ve onurunu yitirmiş bir basın… ‘’Bu kadar yalan yeter!’’ ‘’Darbeci medyacılar!’’
Demokratik olarak seçilmiş devlet başkanı darbeyi savuşturduktan sonra görevinin başına döndüğü gün, basın o kadar üzgündü ki hiçbir gazete çıkmadı. Televizyonlarda da haber bültenleri yerine hayvan belgeselleri yayınlandı. (Penguen?) İşte o gün, Venezuela’daki sıradan yurttaş ile özel sektör medyası arasındaki gerçek kopuş yaşandı.
(Solcu) Hükümetin sözcüleri ya da hükümetin eylemlerini destekleyenler hiç bir zaman TV’deki tartışma programlarına davet edilmedi. Göstermelik anlamda bile objektif olmak diye bir sorunu olmadı medyanın. Medyatik olarak tam bir dengesizlik vardı ekranlarda. (Yönetimi destekleyen) çoğunluk gazete ve ekranlarda küçük bir azınlık olarak yansıtılıyordu.
Etik kurallar sürekli olarak ihlal ediliyordu. Niyet okumalar, söylentiler, temelsiz suçlamalar haber olarak sunuluyordu. Venezula’nın en önemli gazetesi El Nacional’ın Genel Yayın Yönetmeni Miguel Enrico Otero 3 Ağustos günü gazetesinin kuruluşunun 61. Yıldönümünde yaptığı konuşmada itiraf etti: ‘’Açık bir şekilde söylemem gerekir ki, bu hükümete karşı biz tarafsız olamayız’’.
Chavez karşıtı medya, bir yandan ülkede basın özgürlüğü olmadığını iddia ederken, bir yandan da Chavez’in diktatör olduğunu, ‘’kafayı üşüttüğünü’’ yazıyor, onun ‘’faşist, darbeci ve terörist’’ olduğunu ilan edebiliyordu. Üstelik de bu saldırılar cezasız kalıyordu.
Venezuela’nın sosyal-demokrat eski devlet başkanı Carlos Andres Perez, IMF reçetelerini uyguladıktan sonra kendi partisi tarafından yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açılmıştı. Peres çareyi Miami’ye kaçmakta buldu. Ve oradan yayınladığı açıklamada, ‘’Chavez’i iktidardan kovmaya çalışıyorum. Bunu şiddet sayesinde gerçekleştireceğiz’’ dedi. Sosyalist Enternasyonal’in Başkan Yardımcılığını da yapmış olan bu şahıs yakın geleceğe ilişkin planlarını da açıkladı: ‘’2 ya da 3 yıllık bir geçiş dönemine ihtiyacımız olacak. Bu geçiş dönemini bir Cunta yönetebilir. Chavez ise bir köpek gibi ölmelidir çünkü o buna layık’’.
Latin Amerika kıtasının tümünde olduğu gibi Venezuela’da da büyük medya organları oligarşiyi oluşturan ailelerin mülkiyetinde. 10 büyük ulusal günlük gazetenin 9’u koyu Chavez karşıtı. Radyo ve televizyonların yüzde 95’i özel sektörün elinde ve hepsi de hükümete karşı.
Venezuela Medya Gözlemevi sorumlusu Maryclen Stelling ülke medyasının haritasını şöyle çıkarıyor: ‘’İletişim araçlarının sahipleri ve yöneticileri, milletvekili, senatör ya da geleneksel partilerin yöneticileri aynı zamanda. Onlar, kendi çıkarları doğrultusunda kanunlar çıkartıyor. Yani onlar da iktidarın bir parçası , iktidarı paylaşıyorlar böylelikle kazançlarını da artırıyorlar.’’
Medya uzmanı sosyolog Alejandro Boscan’a göre, ‘’Medya, muhalefetin fikirlerini yaygınlaştırmakla yetinmiyor, o muhalefetin öncüsü gibi davranıyor ve muhalefetin siyasi projesini inşa ediyor’’.
Halkın %80’inin yoksulluk eşiğinin altında yaşadığı bir ülkede, Chavez hükümeti, bağnaz bir şekilde uygulanan ultra liberal politikaları terketti. Şimdiye kadar sadece üst sınıflara dağıtılan petrol gelirlerini daha geniş halk kesimlerine vermeye başladı. Geniş çaplı bir toprak reformu yaptı. Mikro kredi girişimi başlattı. 1 milyondan fazla yurttaş okuma-yazma öğrendi. Parasız eğitim yasa ile güvence altına alındı. İlk kez, 10 bin Kübalı gönüllü doktorun desteğiyle gecekondu sakinlerinin sağlık hizmetlerine erişimi sağlandı. Yeni Anayasa, her düzeydeki karar alma mekanizmalarına her yurttaşın katılım hakkını sağladı. Şimdiye kadar hep dışlananlar ilk kez yurttaş olmanın onurunu tanıdı. Bu insanların bugün söz hakkı var ve daha iyi bir geleceği düşleme imkanı doğdu.
Darbe rüyası gören medya, Fernando Malverde, Ocak 2005
ARJANTİN:CUNTA ÖZEL SEKTÖR MEDYASINDA DA VAR
Daha önce Arjantin, Uganda ve Şili’de, geçtiğimiz hafta da Harare’de gördüğümüz üzere, darbe yapmaya kalkışan askeri unsurlar güç kazanmak için her seferinde medyayı ele geçirmeye, etkilemeye özel önem verir.
İletişim formatlarında sosyal medyanın egemenliği döneminde, geleneksel devlet radyo istasyonları ile televizyon kanallarının darbe günlerinde ulusal ve bölgesel etkisi nedeniyle ayrıca da ele geçirilmesi kolay olması sayesinde özel bir önemi sözkonusu.
Arjantin’de, darbeden haftalar ve aylar sonrasında, medya, rejimin mesajlarını iletme/yaygınlaştırma konusunda, otoritesini yerleştirme, korku salma ve sol muhalefeti ezme projesini meşrulaştırmada önemli bir misyon üstlendi. Medya, darbeciler için o kadar tayin edici idi ki, darbeden hemen sonra devlet radyo ve televizyonlarına doğrudan el koyan askeri cunta, ülkenin en popüler günlük gazetelerinin sahipleri ile de ortaklıklar kurdu.
Arjantin’de araştırmacı/soruşturmacı gazeteciliğin kurucu babası olarak anılan İrlanda kökenli gazeteci Rodolfo Walsh, 1976’daki askeri darbenin birinci yıldönümünde ‘’Bir Yazardan Askeri Cunta’ya Açık Mektup’’ başlıklı bir metin kaleme aldı ve tüm gazetelerle yabancı muhabirlere dağıttı. Walsh mektubunda, rejim tarafından ‘’kaybettirilen’’ muhalif sayısının giderek arttığını, hapishanelerdeki tutuklu ve mahkumların durumunu, aydınlara yönelik baskıları ve sansürü dile getirmişti. Mektubunu dağıttığı günün ertesinde Walsh’ın adı da Buenos Aires’de ‘’kaybettirilenler’’ listesine dahil edildi.
Medya ve Askeriye, Muireann Prendergast, Kasım 2017
DARBECİLER VE MEDYA: 500 YILDIR AYNI YÖNTEMLER
Görünüşe göre başarısızlıkla sonuçlanan darbenin hemen sonrasında Türkiye’den gelen net olmayan haberlere baktığımızda, savaş ya da barış dönemlerinde, iktidar heveslilerin 500 yıldır aynı şekilde medyayı denetleme/ele geçirme kalıbını kullandıklarını görüyoruz. Devrimler yavaşça ya da hızlı bir şekilde, şiddetli bir biçimde ya da barışçı yolla gerçekleşiyor ama onlar da gerçeği denetim altına almak ya da tahrif etmek için hep aynı kalıpları kullanıyor. 500 yıl boyunca değişen tek unsur teknoloji ve teknolojinin kullanımı.
Kullanılagelen kalıp şu: İktidar, haber üretim/dağıtım noktalarını merkezileştiriyor, gerektiği zaman haber akışını kesiyor/kapatıyor. Kanalı açık bıraktığında da haber akışını sıkı bir şekilde denetliyor ve yönlendiriyor. Ayrıca kendisinden başka herhangi bir kutbun/kesimin yayın yapmasını yasaklıyor/engelliyor.
Erdoğan’ın darbe gecesi, halkı darbecilere karşı direnmeye çağırırken sosyal medyayı kullanması bir ironi, bir çelişki olarak algılanabilir. Halbuki bu tutum, tüm medya kanallarının iktidardaki azınlık tarafından kullanılması gereğinin bir tezahürü. Erdoğan kendi mesajını vermek için sosyal medyayı kullandı. BU durum, Erdoğan’ın başkalarının sosyal medya mesajlarını yasaklaması/engellemesi ile çelişkili değil.
Yerleşik düzen yanlılarının iktidarlarını korumak ya da daim kılmak için yaptıklarına baktığımızda 500 yıldır yeni bir biçim, yaklaşım ya da içerik göremiyoruz. Tarih boyunca habercilik savaşlarını incelediğinizde, Roma İmparatorluğundan bu yana görüyoruz ki, iktidarda olan kesimler, bu gücü iktidarlarını sürdürmek ve daha da güçlendirmek için kullanıyor.
Unutmayın ki, özgürlükler kas gibidir: Bazılarını rahatsız etse de düzenli bir şekilde ve tam olarak onları kullanmak şarttır. Kullanmazsak kaslar ve özgürlükler, körelir, çürür hatta ölür
Darbelerde Medya Denetimi ve Medya Kesintisi Tarihi,
Rick Falkvinge, 16 Temmuz 2016
ABD: HALK MEDYAYA NEDEN GÜVEN DUYMUYOR?
Medyanın tarafgir davranması yeni bir şey değil. Bir çok anket ve araştırma ABD’de gazetecilerin, muhabirlerin önemli bir çoğunluğunun liberal ve Demokrat Partisi yanlısı olduğunu gösteriyor. Bir kaç onyıl önce bu kümede muhafazakarlar ve Cumhuriyetçi Parti yanlıları çoğunluktaydı. Dengeli bir habercilik belki de gerçekçi olmayan bir beklenti ama 2016’da bir çok medya kurum ve kuruluşunun tutumunu tarafgirliğin de ötesinde bir kavramla açıklamak gerekir. Gazetenin birinci sayfası editoryal sayfa değildir. Belki de bu nedenle bütün anket ve araştırmalarda medya, halkın güven duyduğu kurumlar listesinde hep sonlarda yer alıyor.
Bir Medya Darbesi, Barry Casselman, Ekim 2016
BREZİLYA: TV GLOBO DARBE FABRİKASI
Brezilya’da TV Globo ve diğer büyük medya organlarının rolünü hesaba katmadan demokrasinin nasıl mahvedildiğini anlamak mümkün değil.
TV Globo Yurttaş Kane’den daha fazla güce sahip.
‘’Darbe Fabrikası’ başlıklı belgeselde Brezilya’daki darbeler arasındaki ilişkiler ve medyanın rolü sergileniyor.
TV Globo, 2016’daki darbeye zemin hazırlamak için eski Başkanlar Lula ve Dilma’nın Brezilya İşçiler Partisini yayınlarında sürekli olarak şeytanlaştırdı.
Darbe Fabrikası Bir TV Kanalı, Victor Fraga, Nisan 2018
TAYLAND: SON 80 YILDA 18 DARBE VEYA DARBE GİRİŞİMİ
Ordu, ülkedeki tüm radyo ve televizyonların yayınlarını durdurmasını ve sadece yeni rejimin bildirilerini yayınlamasını zorunlu kıldı. Askeri rejimin bir sözcüsü,’’ Halka doğru haberler verilmesini sağlamak için bütün radyo ve televizyonlar yayınlarını kesecektir’’ açıklamasını yaptı. Aynı sözcü, ‘’5 kişiden fazla insanın bir araya gelmesi, toplanması, siyasi nedenlerle yasaklanmıştır. Bu yasağa uymayanlara 1 yıl hapis ve/veya 10 bin baht (1540 TL) para cezası verilecektir.’’ duyurusunu yaptı.
Tayland’da yaklaşık son 80 yılda 18 darbe ya da darbe girişimi gerçekleşti.
Sıkıyönetim ilan edildikten kısa bir süre sonra Ordu, başkent yakınlarında gizli 4 silah deposunun bulunduğunu açıkladı. (Ümraniye)
Tayland’da Darbe: Ordu medyayı susturdu ve sokağa çıkma yasağı ilan etti, Barry Casselman,Mayıs 2014
GUATEMALA: SOĞUK SAVAŞTA KOMÜNİZM BAHANESİ
Medya, Güney Amerika kıtasında, ABD’nin resmi politikasından çok daha açık bir şekilde, kıta ülkelerinin iç işlerine karışması konusunda önemli bir rol oynadı.
Medya, 1823’deki Monroe Doktrininden bu yana ABD’nin Latin Amerika ülkelerine doğrudan ya da dolaylı müdahalelerinde kasıtlı ya da dolaylı, ama hep bir rol oynadı. Bu durum, medyanın tek başına, ABD politikalarını inşa edip uyguladığı ya da bu politikalardan daha önemli ya da daha etkili olduğu anlamına gelmiyor. Medya, Amerikan kamuoyunun Latin Amerika hakkındaki kanaatlerini oluşturmada önemli bir araçtı. Bu kanaatlerin yaratıcısı değil.
Amerikan medyası, iktidarın Latin Amerika’da uyguladığı politikaların Amerikan yurttaşlarınca kabul edilebilir hale getirilmesi yönünde yayınlar yaptı. Bunu başarmak için de çoğu zaman gerçekleri ya gizledi ya da tahrif etti, milli çıkarlar temasını kullandı, rakiplerin gücünü abarttı ve tutumunu da düşmanlaştırdı.
ABD medyası, ABD’nin Latin Amerika politika ve uygulamalarını hiç sorgulamadan benimsedi, meşrulaştırdı ve yaygınlaştırdı. Washington’un dış politikasını eleştirenler ile saldırıya uğrayan, darbe planlanan ülkelerdeki muhaliflerin görüşlerine hiçbir zaman yer vermedi. Amerikan medyası Guatemala başta olmak üzere darbe planlanan ya da yapılan ülkelerdeki gerçek durumu hiç bir zaman objektif kriterlerle haberleştirmedi. Sadece Amerikan resmi görüşünü yaygınlaştırdı. ABD’nin ‘’Babacan tavrının’’ reklamını yaptı, ABD iş dünyasının bölgedeki çıkarlarını milli çıkarlar olarak sundu. Latin Amerika ülkelerindeki yönetici elit tabaka ile Washington arasındaki ekonomik, mali çıkarlara hiç değinmedi.
Kuşkusuz Soğuk Savaş ortamı ABD’nin Komünizm ve Sovyet yaygınlaşması temalarını kullanmasını da kolaylaştırdı. Zayıf ve küçük ülkeler ‘’Komünizm Belasından’’ korunacak Amerikan liberal demokrasisi tesis edilecekti.
Latin Amerika’daki Amerikan yanlısı darbelerin ortak bir yanı var: Bu ülkelerde ne zaman sosyal-demokrat ya da sol bir lider ya da parti iktidara gelse ülke zenginliklerinin Amerikan şirketlerine peşkeş çekilmesine karşı çıkıyor ayrıca ülkede tarım reformu, okuma-yazma seferberliği gibi girişimler gerçekleştiriyor. Ülke halkının bağımsız ve özgür olmasını sağlayan bu tür girişimler ABD’nin sözkonusu ülkedeki hem ekonomik çıkarlarını hem de manevi/ideolojik egemenliğini tehlikeye attığı için Washington, eskiden iktidarda olan yerli işbirlikçileriyle hemen harekete geçiyor.
Medya, bu durumda, Guatemala olsun, Nikaragua olsun hemen kampanyalar başlatarak, bu ülkelerin ‘’Sovyet uydusu haline geldiğini öne sürüp, duruma müdahale edilmezse sosyalist fikirlerin ABD’ye kadar sirayet edebileceğini’’ iddia etmeye başladı. Amerikan medyası darbe yapılan Latin Amerika ülkelerindeki durumu betimlerken, meselenin iç savaş olduğunu ileri sürüyor, dış müdahaleden hiç söz etmiyor.
Amerikan medyası Latin Amerika’daki darbelerde tayin edici roller oynayan ABD Büyükelçileri, yerel orduların Amerikancı komutanlarını da yere göğe sığdıramayıp ‘’Yurtsever’’, ‘’Komünizme karşı mücadelenin büyük kahramanı’’ gibi sıfatlarla övüyor, övdü.
Guatemala darbesi sırasında ABD medyası tamamen resmi politikanın sözcüsü gibi davranırken, gazeteciliğin temel ilkesi olan iktidarı sorgulamak, resmi açıklamaların doğruluğunu denetlemek ve karşı görüşlere yer vermek gibi misyonların hiç birini yerine getirmedi. Propaganda ile haber arasındaki kalın çizgileri görmedi, göstermedi. ABD medyasında Latin Amerika’nın görüş, tutum ve bildirileri yayınlanmazken sadece Washington’un bakışı meşrulaştırılarak yayınlandı.
Guatemala (1954) darbesi aslında Soğuk Savaş’ın en yoğun olduğu dönemde, reklam, halkla ilişkiler ve propaganda ustası Bernays’ın da katkıları ile Amerikan halkına son derece olumlu bir gelişme olarak sunulabildi. Bu propaganda mekanizması sayesinde Amerikan kamuoyuna göre, Komünizm tehlikesi tavan yapmıştı, Guatemala’da Sovyet yanlısı bir hükümet devrilerek komünizme ağır bir darbe vurulmuştu. Oysa ki, o zamanlar SSCB’nin Guatemala’da kayda değer bir varlığı bile yoktu.
Bu dönemde genel olarak basın Soğuk Savaş ortamından/ideolojisinden büyük ölçüde etkilenmişti. Fransa’nın Vietnam’da Dien Bien Phu’da komünistlere yenilmesi de ‘’Hür Batı Dünya’’da şok etkisi yaratmıştı. McCarthyism yani cadı avı, komünist korkusu ile bu dönemde en üst düzeye çıktı.
Christian Science Monitor (Hem koyu dindar bir gazete hem de Guatemala’daki muz üretim sektörünün en önemli şirketi United Fruit Company’nin merkezi olan Boston’da yayınlanıyor), Newsweek, The New York Times, Time ve The Nation gibi gazete ve dergiler, tarihinde ilk kez seçimle demokratik bir yönetime kavuşan Guatemala’da, mevcut olmayan bir komünizm tehlikesi yaratıp, küçücük bir ülkede Washington’un yaptığı darbeye zemin hazırladı ve darbeyi savundu.
ABD Medyası ve 1954 Guatemala Darbesi, John Kyle Day, Aralık 2000
ABD: DARBENİN UYGULAMALI EL KİTABINI YAZDILAR
Darbe yapma tekniği judo tekniği gibidir. Darbeyi planlayanlar, devlet gücünü, imkan ve araçlarını siyasetin baronlarına karşı kullanmalıdırlar. Bu yöntemde sızma ve yıkma-devirme sürecinde güvenlik güçlerinin küçük fakat kritik bir bölümü yıkıcı-devirici gücün ana çekirdeği olur, geri kalan bölümler de geçici olarak nötralize edilir. (Darbe: Uygulamalı El Kitabı. Edward Luttwak, Harvard University Press, 1968)
ABD’de yakın geçmişte bir darbe oldu mu? Kerry Patton, Nisan 2019
BATI MEDYASI: ÇİFTE STANDART
Medya, katliam ve baskılar konusunda son derece seçici davranır. Mesela 1975 yılında Endonezya Doğu Timor’a saldırıp 200 bin sivilin ölümüne yol açtığında, ABD’de Chomsky ve Herman ile birkaç solcu gazeteci ve aydının dışında Amerikan medyasında bu konu hiç haberleştirilmedi ya da hep Endonezya devletinin görüşü yansıtıldı. Avrupa medyasında ise bu konuda bir tek John Pilger okurları bilgilendirmeye çalıştı.
Batı karşıtı devletler, mesela Sırbistan, Afganistan, İran ya da Suriye’de hükümetin insan hakları ihlalleri Batı medyasında büyük kampanyalarla kınanır. Ama ABD ya da İngiltere yanlısı hükümetler mesela Israil, Mısır ya da bir zamanlar Kolombiya’daki baskılar ya görmezden gelinir ya da onanır. Batı medyasının kullandığı dil hatta sözcükler de önemli. Chavez ya da Maduro’ya yönelik darbe girişimleri, Batı medyasında ‘’Halk Ayaklanması’’ ya ‘’Protesto’’ olarak anılır.
Mısır’da Sisi gibi bir diktatör, Batı medyasında diktatör olarak değil,’’ İslamcı irticaya karşı koyan asker’’ olarak övülür.
ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli müttefiklerinden biri olan Suudi Arabistan yönetimi, ABD medyasında, Jamal Kasshoughi cinayetinde biraz eleştirilse de, Riyad’ın Yemen’de yürüttüğü savaş konusunda ya sessizdir ya da terörizm bazen de İran/Şii tehlikesi bahanesini savunur.
ABD’de Russiagate olarak adlandırılan, Putin’in Amerikan seçimlerine müdahale ettiği ve Trump’ı bir anlamda yönlendirdiği yolundaki iddialar son derece önemli. Ne var ki bu konu Beyaz Saray’ı ve Amerikan yerleşik düzeninin halen iktidarda olan kesimini büyük ölçüde rahatsız ettiği için, bu konu medyada yeteri kadar, gerektiği kadar ele alınmıyor. Bunun yerine ‘’daha cazip’’ konular olan iklim değişikliği, kadınların kürtaj hakkı ya da büyük şirketlere sağlanan vergi indirimi gibi konular örtü görevi görüyor.
Amerika ve İngiliz hatta genel olarak Batı medyasının en büyük fiyaskolarından/ skandallarından biri de Irak’daki kitle imha silahları meselesi oldu. Koskocaman gazeteler, dünyanın dört bir yanında istihbarat ağı olan radyo ve televizyonlar, Washington’un açıklamalarını hiç incelemeden, soruşturmadan doğruymuş gibi yayınladılar ve Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu yolundaki yalanı yaygınlaştırdılar. Bu durum, ABD’nin Irak’ı işgal etmesinin ve Saddam yönetimini devirmesinin temel gerekçesiydi. Oysa ki ciddi bir gazete, Washington’un tüm açıklamalarının doğru olup olmadığını denetlemeli ve Irak’ın kitle imha silahına sahip olmadığını saptayınca bunu da Bush yönetimini tekzip ederek yayınlamalıydı.
Suriye konusunda da, özellikle ilk başlarda, Esad rejiminden hiç hoşlanmayan Batı medyası kafa kesen azılı katil radikal İslamcı silahlı grupları ‘’İsyancı’’, ‘’Muhalif güçler’’ olarak niteleyip uzun bir süre onları destekledi. Suriye konusunda önce ABD ve Batı Avrupa medyası sonra da Rus medyası, işlerine gelmeyen gerçekleri eğip büküp kendi çıkarları doğrultusunda haber hatta söyleşi ve röportajlar üretti.
Bütün dünyada egemen medya organları, siyasi ve ekonomik iktidarın olumsuzluklarını, yasadışı ve gayri meşru politika ve uygulamalarını teşhir edip yurttaşları doğru bir şekilde bilgilendireceği yerde, tem aksine, bu iktidarları sahte gerekçelerle övüyor, olumsuzluklarını gizliyor, muhalefetin olumlu girişimlerini de karalıyor. Çünkü egemen medya organları, adından da anlaşılacağı üzere egemen sistemin bir parçası olarak, egemen oldukları yerleşik düzenin devamı için yayın yapıyor. Bu durum sadece demokratik olmayan ülkelerde değil, Batı demokrasilerinde de geçerli.
Batılı medya milyonlarca kurbana neden olan devlet terörizmini nasıl destekliyor, F.Zollman, A.Macleod, J.Klaehn…vd…Ağustos 2019
(SON/RD)
Yorumlar