Ana içeriğe atla

Darbe girişiminde medya





* Gazetecilik / habercilik savaş ya da darbe girişimi ortamlarında normal zamanlara kıyasla daha da büyük önem ve değer kazanıyor. Ama gazeteciliğin / haberciliğin olmazsa olmaz birinci koşulu bağımsız ve özgür olmak! 15 Temmuz medyasını değerlendirme girişimi / denemesi…
Egemen medyanın 15 Temmuz darbe girişimi konusunda başarılı bir sınav verdiği söyleniyor. Cumhurbaşkanı, başbakan, bilumum resmî zevat, konuşmalarında “darbeye karşı çıkan kahraman milletimize ve görevini yapan medyaya” onlarca kez teşekkür etti.
Oysa ki, medyanın aslî görevi, iktidarın (üç gücün) olumsuzluklarını, açıklarını kamuoyu adına izleyip teşhir etmek. İktidarın söylemini yaygınlaştırıp meşrulaştırmaya çalışmak değil. Gazetecilik doğa olarak, yapı olarak, tanım olarak eleştirel bir meslek. Halkla ilişkiler, reklam ve ajitasyon-propagandadan en önemli farklarından biri de bu…
Bir kere siyasî iktidarın medyayı övmesi, medya açısından pek hayırlı bir girişim değil. Medyayı övecekse, kendisine hizmet eden yurttaş, okur, radyo dinleyicisi, televizyon izleyicisinin övmesi beklenir. İktidar övdüğüne göre, medya bu örnekte iktidara hizmet eden bir yayın çizgisi izlemiş demektir.
Egemen medyanın darbeye karşı çıkması, kuşkusuz olumlu, gerekli ve doğru bir tutum. Ne var ki bizim örneğimizde, egemen medya, darbe konusunda, bizzat kendisi çok demokrat, çok özgürlükçü olduğu için değil, mevcut yasal ve meşru iktidar karşı çıktığı için tutum aldı. Sahibinin sesi…
15 Temmuz gecesi, meslektaşlarımızın, stüdyolarını basan ve şiddet kullanan darbeci askerlere karşı mesleklerini ve işyerlerini korumaya çalışması da kuşkusuz olumlu ve doğru bir yaklaşımdı.
Ne var ki 15 Temmuz’dan bu yana devam eden darbe yayınlarına baktığımızda, egemen medyada eskiye nazaran değişen bir yayın politikası yok. Yine tek yanlı olarak siyasî iktidarın görüşlerini yaygınlaştırıyor.
15 Temmuz gecesi ve sonraki 48 saat içinde egemen medya iki konuda hatalı idi. (Sadece iki konu mu? Zaten ne zaman hatasızdı ki?)
  • Darbeye karşı olmakla birlikte medyanın esas görevi halkı, toplumu, yurttaşı bağımsız ve doğru bir şekilde bilgilendirmektir. Sadece iktidarın görüş ve bilgilerini yaygınlaştırınca gazetecilik / habercilik yapılmış olunmuyor. Egemen medya, 15 Temmuz akşamüstünden itibaren, geleneksel işvereni olan iktidara bağlandı ve onun yayınlarını sürdürdü. İktidar, ortada henüz hiçbir emare, işaret, bilgi, belge ve isim yokken, darbenin FETÖ tarafından yapıldığını ilan etti. Bu bilginin haber değeri vardır ve tabii ki yayınlanır. Ama iktidarın her söylediğinin doğru olmadığı bilinen bir ülkede, egemen medya, konuyu araştırıp darbecilerin kimliği, niyeti, yapılanması konusunda bilgi toplamalı ve yayın yapmalıydı. Bu yapılmadı. Aradan neredeyse bir hafta geçmesine rağmen darbenin lideri, amaçları konusunda hâlâ doğru dürüst, açık, net, ayrıntılı bir bilgi, bir haber yok egemen medyada. Darbeciler konusunda herkesin elinde bir tek metin / belge var. O da, TRT sunucusuna zorla okutturulan bildiri. Darbeye karşı olan egemen medyanın önemli bir kısmı garip bir şekilde bu bildiriyi yayınladı. Bu metnin de haber değeri var mutlaka. Ama “bu bildirinin yayınlanması TSK’nın emridir” ibaresi ile TRT dışındaki televizyon kanallarına da ulaşınca, darbe karşıtı medya organlarımız bu bildiriyi yayınlamakta beis görmedi. Oysa ki, bildiriyi olduğu gibi yayınlamadan, bildirinin içeriği konusunda yurttaşı haberdar etmek mümkündü. Egemen medya, 15 Temmuz sınavında bir kez daha bağımsız olmadığını kanıtladı ve iktidarın sözcülüğü işlevini sürdürdü.
  • İkinci konu, uzman konuklar ve mikrofon uzatılanlar. Darbe, resmî söyleme göre, bütün millete karşı yapılmışsa, tepki olarak milletin farklı kesimlerinin temsilcilerinin görüşlerini aktarmak gerekmez miydi? Üstelik CHP’den HDP’ye, MHP’den yarı-resmî STK’lara kadar neredeyse herkes darbe girişimine karşıydı. Ama egemen medya (burada hem Akmedya’yı hem de kadim yaygın medyayı kastediyorum) sadece ve sadece iktidar ve AKP yanlılarının görüşlerine yer verdi.
Belki küçük bir ayrıntı, ama meslekî açıdan can sıkıcı. Egemen medya kanallarından birinin Ankara temsilcisi, galiba Skype ile  Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a bağlanırken, temsilcinin cep telefonu ekranında nahoş bir manzaraya takıldım. Beş-on saniye… Ekranda bir MİT yetkilisinin adı vardı. Gazeteci cumhurbaşkanına MİT üzerinden / aracılığıyla ulaşıyorsa, bu durum çok iyi bir referans değil. Evet, gazeteci MİT dahil herkesle görüşür, herkesten bilgi alır. Ama cumhurbaşkanına, onun özel kaleminden ya da basın danışmanından ulaşılır.
Gazetecilik / habercilik doğru soruları sorup doğru yanıtlar arama mesleği. Gazetecilik / habercilik çelişkileri saptayıp bunların nedenlerini anlama ve anlatma mesleği. Bizim egemen medyamız bu konularda hâlâ ketum:
  • FETÖ’nün askeriye, adliye, maarif, maliye ve diğer resmî kurumlarda hakikaten bu kadar çok taraftarı / militanı / adamı var mı? Çanakkale’de Çarşı’nın bekçisi bile acaba neden gözaltına alındı?
  • Bu kadar kapsamlı bir darbe girişimi konusunda, cumhurbaşkanının açıklaması hesaba katıldığında, MİT neden eniştenin gerisinde kaldı?
  • Kitlesel tasfiyelere, gözaltı, tutuklama, işten el çektirmelere baktığımızda, bu kadar insanı ne zaman, kim, hangi iktidar göreve getirmişti? Bu listeler 24 saatte mi hazırlandı?
  • Bir bakan “Türkiye bölgede huzur adası” dedikten bir hafta sonra kanlı bir darbe girişimi oluyor. “OHAL demokrasiye zarar vermeyecektir” dedikten üç saat sonra da “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin uygulamasını askıya alıyoruz” demek nasıl açıklanır?
  • Ekranlara yansıtılan, darbeci askerî yetkililere ve erlere yapılan muamele açıkça işkence olarak ortaya çıkarken, egemen medya bu konuda neden suskun?
  • Yüzlerce insanın öldüğü, galiba onbinlerce insanın işinden olduğu, gözaltına alındığı bir ortamda, her gece meydanları doldurup “Demokrasi Bayramı” kutlamaları örgütlemek olağan ve doğal bir gelişme mi?
Soruları çoğaltmak mümkün. Şimdilik mümkün olmayan  şey, bizim egemen medyanın bir türlü ve hâlâ medya olamaması. Kendileri sadece egemen!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Apo 1999/Öcalan 2025

* Soleimani ve Şocai, Öcalan’ın ‘’Demokratik Konfederalizm’’ ve ‘’Türkiyelileşme’’ tezlerini, PKK liderinin 1999 öncesi ve sonrası açıklama, demeç ve kitaplarına dayanarak eleştiriyor. Sonuçta sahneye çok farklı bir Öcalan portresi çıkıyor. Ragıp Duran İran Kürdistan’ı yani Rojhilatlı iki akademisyen Kamal Soleimani ve Behruz Şocai ’nin ‘’Kürtlerin Devletsizlik Paradoksu - Öcalan’ın Konfederalizm ve Türkiyelileşme Stratejileri’’ başlıklı 247 sayfalık ve 2025 tarihli kitabı Palgrave Macmillan(Springer) tarafından yayınlandı. Kitabın Türkçe çevirisi de DOZ yayınlarınca Temmuz 2025’de Türkiyeli okura sunuldu. Bu akademik çalışmanın özü, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Misak-ı Milli, Ulus-Devlet, Türk-Kürt ilişkileri, KCK, sosyo-politik bir araç olan Kürtçe konularında İmralı öncesi ve İmralı sonrası yayınladığı kitap, demeç ve açıklamalarının kıyaslanması. İki akademisyen, Öcalan’ın bu temel konularda son 26 yılda büyük değişimler gerçekleştirdiğini ayrıntılı alıntılarla kanı...

Kanlı hayalet aslında 104 yıldır tepemizde

* Talat Paşa’nın şahsından çok temsil ettiği ideoloji ve paradigma T.C açısından bugün hala hayati bir öneme sahip. Talat Paşa sadece İttihat Terakki ve 1915 ile organik olarak bağlantılı değil. O bugünkü T.C nebulasının belleği, kalbi ve beyni. Ragıp Duran Güncellikte sürekli olarak çıkmaza girince, ne geçmişi anlayabilir insan ne de geleceği tasarlayabilir. Osmanlı’dan T.C’ye geçiş çok sorunlu, çok zor ve çok kanlı. 102 yıl bir toplum için çok uzun bir süre değil. Ama yeni kurulan Kemalist rejim inatla ve ısrarla, bir asır boyunca iktidarın siyasi/ideolojik/kültürel/pedagojik aygıtlarını kullanarak geçmişi bağımsız, özgür ve nesnel bir şekilde değerlendirmedi. Kendi çıkarlarına uygun devletçi, milliyetçi hatta ırkçı bir ‘’hikaye’’ üretip yaygınlaştırdı. Geçiş sürecinin (1908-1923 ve sonrası) tüm olumsuzluklarını ya gizledi ya da tahrif etti. Ermeni Soykırımı, Kürt Sorunu ve Pontos Rum Konusu bu olumsuzlukların en bariz olanları. Kemalist ideoloji, iktidarının meşruiyetini sağlama...

Volkan Vural’ın Anıları: Tozpembe Gözlüklü Olağan Bir Büyükelçi

* Büyükelçi Volkan Vural anılarında, çocukluk, ilk gençlik, tahsil hayatı ile Seul, Moskova, Tahran, New York, AB Genel Sekreterliği görevlerinde bulunduğu yılları yazmış. Diğer meslektaşları gibi üstün başarılarını, diplomatik zaferlerini anlatıyor. Neyse ki iki perçem itiraz ve eleştiri de var yazdıklarında. Ragıp DURAN Volkan Vural’ın Doğan Kitap’tan çıkan, 2. baskısı 2025 Temmuz ayından yapılmış 429 sayfalık ‘’Olağanüstü ve Tam Yetkili Bir Büyükelçinin Belleğinde Kalanlar’’ başlıklı kitabını okudum. Aslında kitabın henüz ortalarına gelmeden içimden bir ses ‘’Sen bu kitabı okumuştun!’’ dedi. Yoo emindim, ilk defa okuyordum. Biraz yoklayınca belleğimi anladım: Son dönemde okuduğum sefirlerin anı kitapları, birçok bölümde, aynı tornadan çıkmışçasına birbirine çok benziyor. Hepsi çok çalışkan, çok idealist, usta diplomatların yanında yetişiyorlar, atandıkları yabancı başkentlerde hemen onur ve gururla   ‘’Yüce Devletimizi’’   temsil ederken fevkalade önemli işlere imza ...