Ana içeriğe atla

Hürriyet, ne gazetesi?

1 Kasım seçimlerinden bu yana Hürriyet gazetesi dümeni neredeyse tamamen siyasi iktidarın rotasına çevirdi. Daha ilk günden Özkök, Saray’la uzlaştığını ilan etmişti. Gazete binası basılıp Ahmet Hakan dövüldükten sonra da, bu köşe yazarı Erdoğan’ı övmeye başladı. Sadece bir günkü Hürriyet’in içerik dökümü ve haber kategorilendirmesi, gazetenin haber değerlendirmesi ve genel yayın politikası hakkında ilginç bilgiler veriyor.

12 Ocak 2016 Salı sabahı, saat 08:30-09:45 arasında, üşenmedim, Hürriyet gazetesinin internet sayfasında, hiç tıklamadan ilk sayfalardaki haberleri tek tek saydım, türlerine göre kategorilendirdim. Gazetenin internet sayfasının bu saatlerde çok okunduğunu tahmin ediyorum. Gerçi internet sayfası gün içinde sürekli yenileniyor, dolayısıyla içerik ve tür oranları değişebiliyor, ama yine de bu döküm, genel de olsa Hürriyet’in haber değerlendirmesi ve Genel Yayın Politikası konusunda bir ipucu veriyor. Döküm sonuçları şöyle:
Magazin haberleri: 49
Reklam (haber kılığında): 11
Teknoloji haberleri: 10
Spor haberleri: 8
Ekonomi-maliye haberleri: 8
Siyasi haberler: 6
Dış haberler: 6
Sanat haberleri: 3
Toplumsal haberler: 3
Köşe yazısı: 2
Eğitim haberleri: 2
Sağlık haberleri: 2
Cinsellik haberleri: 2
Oyun haberleri: 2
Gastronomi haberi: 1
Söyleşi: 1
Toplam 116 haber yayınlanmış söz konusu saatte.
Şimdi bu genel toplam içinde haber türlerinin oranına bakalım:
Magazin: %42.24
Reklam: %9.48
Teknoloji: %8.62
Spor: %6.89
Ekonomi-Maliye: %6.89
Siyaset: %5.17
Dış haber: %5.17
Sanat: %2.58
Toplum: %2.58
Köşe yazısı: %1.72
Eğitim: %1.72
Sağlık: %1.72
Cinsellik: %1.72
Oyun: %1.72
Gastronomi: %0.86
Söyleşi: %0.86
Siz kimin için gazete çıkarıyorsunuz?
Bu “quantitatif” (niceliksel)  döküm aslında çok şeyi zaten anlatıyor.
Bir günlük gazetenin başarılı olabilmesi için, içeriğinin, yaklaşımının, üslûbunun toplumla, yurttaşla, okurla ahenk içinde olması gerekir.
Hele popüler gazetelerin bu ilkeye özel önem vermesi beklenir. Yani bir günlük gazetenin, toplumu, okur kesimini yansıtması gerekir. Okur nezdinde karşılık bulabilmek için kamuoyu anketleri yapılır, sosyologlar, psikologlar, pazarlamacılar hedef kitle analizleri yapar, ihtiyaçlar saptanır. Çünkü bir günlük gazete, tüm siyasi, ideolojik, kültürel boyutlarına rağmen, aynı zamanda, özellikle de kapitalist toplumlarda bir ticaret ürünü. Yani satması gerekir. Hatta çok satması istenir.
Rakamlar da, oranlar da tutmuyor
Türkiye’deki sıradan bir okurun, olası bir Hürriyet okurunun günlük meşgalesinin, konu ya da süre olarak % 42.24’ünü magazin mi oluşturuyor? Söz konusu haberlerin içeriğine ayrıntısıyla girmeye gerek yok, ama benim magazin olarak kategorilendirdiğim haberlerin neredeyse hepsi, o bildiğimiz klasik, birçok yanıyla olumlu “insana değen”, “insanı ilgilendiren” magazin haberlerinden değil. Gazete içeriğinin %42.24’ünü oluşturan haberler, Batı’da “people” ya da “celebrity” tabir edilen ünlü ya da yapay ünlülerin ıvır zıvır bilgilerinden oluşuyor.
Türkiye gibi Ocak 2016’da hâlâ çok siyasi olan bir ülkede siyaset haberleri sadece yüzde %5.17 oranında yer alıyorsa, bunun tek izahı sansür, otosansür, yasaklar ve korkudur. Türkiyeli okur ortalaması, günün 24 saatinde, ayakta kaldığı 16 saatin herhalde sadece %5.17’sinde siyaset konuşmuyor. Hürriyet’te yayınlanan siyaset haberlerinin %92’si de zaten devlet yanlısı haberler ve görüşler. Muhalefet içeren tek haber ise pek ılımlı bir üslûpla kaleme alınmış.
Hürriyet dört spor haberini sürmanşetten vermiş, ama Türkiyeli okurun spora ilgisi %6.89’un herhalde çok üstünde.
Bir gazetenin toplum haberlerine sadece %2.58 oranında yer vermesi kolay anlaşılır bir durum değil. Hürriyet, toplum haberlerini çoğaltacak olsa işin içine kaçınılmaz olarak siyasi-ideolojik mülahazalar gireceğini bildiği için bu alandan da kaçıyor.
Teknoloji haberlerinin ilk 3’e girmesi anlamlı ve herhalde olumlu, ama haberlerin içeriğine baktığımızda, çoğunun dolaylı reklam metinleri olduğunu görüyoruz.
Kuyumcu terazisi ile tartabilecek durumda değiliz, ama dış haberler ve sanat haberlerinin oranı nispeten makûl görünüyor, yani toplumdaki gerçekliğe az çok tekabül ediyor. Ekonomi-maliye haber oranı düşük, keza eğitim ve sağlık alanları da ihmal edilmişe benzer. Bu son üç alana girildiğinde de, eleştirel/muhalif haber yapmak (aman Allah korusun!) riski olduğu için, Hürriyet bu sektörlerde debriyaj ve fren kullanmış.
Geçmiş ve maya
Hürriyet özeline dönecek olursak, aslında çok partili devre geçiş döneminin bir ürünü olan bu gazete, Sedat Simavi zamanında, okur-yazar nüfusun artmaya başladığı bir dönemde, evet, her zaman devletçi, biraz liberal, bir perçem de popüler ve popülist bir anlayışla yayın dünyasına atılmıştı. Bol resimli sayfalarla okuru kendine bağlamak istiyordu. Toplumdaki mevcut eğilimlere, patronun kişisel tercihleri ve altıncı duyu ile yaklaşıp (o zamanlarda kamuoyu anketleri yoktu) devletçi, milliyetçi, ama nispeten yumuşak bir yayın çizgisi benimsemişti. Kıbrıs konusunda militandı. Türkiye Türklerindi! Tüm siyasi ve ideolojik çizgisini gazetecilik teknikleri içinde ve marifetiyle yansıtmaya çalışıyordu. Gerçi bunun her zaman başaramadı… “Şerefsiz” diye başlık attığını hatırlıyoruz, değil mi? Esneklik önemli bir kriteriydi. Ama bu esnekliğini hep devletten, iktidardan yana kullandı.
Devletin gazetesi mi?
Yakın zamana gelecek olursak, Hürriyet’in mülkiyeti Simavi’lerden Aydın Doğan’a geçtikten bir süre sonra, yeni patron Cumhuriyet’ten Leyla Tavşanoğlu’na verdiği ünlü mülâkatta açıkça “Biz devletin gazetesiyiz” demiş ve zaten bilinen safını resmen ve bizzat ilan etmişti.
Bugün Hürriyet’in başında, Cumhuriyet ekolünden yetişmiş, Ankara diplomasi muhabirliği ve Washington muhabirliği yapmış, daha önce de gazete yönetmiş, köşe yazarlığı yapmış, ciddi ve deneyimli bir meslektaşımız, Sedat Ergin var. Ergin’in kafasındaki ve gönlündeki gazetenin içeriğinde %42.24 magazin olmadığını onu tanıyan herkes bilir. Ama ahval ve şerait, üstelik de “amiral gemisinin” serdümenciliğini terketmek öyle herkesin kolay kolay cüret edebileceği bir tutum olmadığı için, bugünkü Hürriyet’in künyesinde hâlâ Ergin’in adı geçiyor. Sorun, kuşkusuz Ergin’le sınırlı olan şahsî bir mesele değil. Serdümencinin üstünde birinci kaptan var, şirket var, devlet var…
Magazin kimi kurtarmış?
Türk egemen basını, 12 Mart sonrasında da boyun eğdi. Yine magazine sığınmıştı. Keza 12 Eylül sonrası gazeteler de magazinden, piyangodan medet umdu. O zamandan bugüne büyük Türk medyası devlete hep boyun eğdi. Siyasi iktidarlar da, medya boyun eğdikçe medyayı daha fazla teslim aldı.
Türkiye’ye has bir durum da şu: Türk burjuvazisi, Batı’da olduğu gibi,  halkla birlikte feodaliteyi devirip iktidara gelmedi. Bizim 1789’umuz yok. Türk burjuvazisi, devlet eliyle yetiştirildi, büyütüldü ve iktidara ortak edildi. Bu nedenle de Türk burjuvazisi kendi haklarını bile korumaktan acizdir. Devlete karşı çıkamaz, çünkü bizatihi kendisi devletin bir yan ürünüdür. Üstelik halen Türkiye’de sanayide, ekonomide ve maliyede en büyük ve en güçlü aktör devlettir, yani siyasi iktidardır. Bu nedenle de Türk burjuvazisi, kredi, teşvik ya da özel izinler alamama riskine girmez. Kayyım atanıp kendi mülkiyetini kaptırma riskini de göze alamaz. Türk burjuvazisinin kaybedeceği çok şey vardır.
Aydın Doğan ya da herhangi başka bir sektörde büyük sermayedar belki çok zengindir, ama devlete karşı çok zayıf…
Kapsamlı araştırma ve kıyaslamalar
Benimkisi küçük bir egzersizdi. İletişim fakültelerinde kapsamlı araştırmalar yapılacak olsa, bu dökümler, kategorilendirmeler düzenli olarak her gün yapılabilir.  Böylelikle mesela Hürriyet 7 Haziran-1 Kasım tarihleri arasında ne tür habere ne oranda yer vermiş sorusuna yanıt aranabilir. Ya da Hürriyet ile aynı günkü Sabah, belki de Cumhuriyet kıyaslanınca, gazetelerin genel yayın politikaları somut olarak ortaya çıkar. Hürriyet ile Batılı benzer bir gazeteyi kıyaslamak ise çok ilginç olabilir. Bir gazete ile gazete olmayan bir nesnenin arasındaki bariz farklar ortaya çıkabilir.
http://birdirbir.org/hurriyet-ne-gazetesi/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla