Ana içeriğe atla

YARIN YANDAŞ MEDYA İLE HESAPLAŞMAK LAZIM

Özgür Düşünce'nin sorularına yanıtlar:

–AB’nin ve ABD’nin gazetecilere baskılar karşısında verdiği tepkileri yeterli buluyor musunuz?

RD: Türkiye‘de basına yönelik baskılara karşı, AB ve ABD’den önce ve daha çok, meslek mensuplarının, kamu oyunun tepkileri önemli. Devletlerin göstereceği tepkiler, Türk devletine baskı açısından kuşkusuz önemli ama tayin edici olan iç dinamik. Son Brüksel Zirvesinde görüldüğü üzere AB, mülteciler kartı nedeniyle İnsan Hakları ve Basın Özgürlüğü konusunu gündemine bile almadı. ABD’deki resmi tepkiler daha derin olabilirdi. Bu tür baskılara karşı yurtdışında devletlerden çok meslek örgütlerinin tepkileri önemli. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF-Paris), Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ-New York), IPI (Uluslararası Basın Enstitüsü-Viyana) gibi kurumlar üzerine düşen görevi ve gösterilmesi gereken dayanışmayı gösterdi. Türkiye medya organlarında dış haberler servisleri var ama bizim medya organlarımızın yurtdışındaki refik ve meslekdaşlarıyla ilişkileri yeteri kadar güçlü ve derin değil.

–Her türlü iletişim kanalının yüzde 80’ine doğrudan ya da dolaylı olarak sahip olmalarına rağmen hala mutlu değiller diyorsunuz. Acaba medyanın yüzde 20’sinin ele geçmesine az bir zaman mı kaldı?

RD : Türkiye’deki mevcut iktidar, totaliter/faşizan yapısı ve ruhu gereği evet medyanın %100’ünü denetimi altına almak istiyor. Çünkü medyanın çok büyük  bir bölümü iktidarın sultası altındayken, hâlâ iki-üç küçük ‘çatlaktan/sızmadan’ muhalif sesler çıkması iktidarın kimyasını bozuyor. Okur ve gazeteciler, meslek örgütleri ve iletişim akademiası direnmez, haklarını, varlığını savunmaz ise bu iktidar topyekün tüm medyayı teslim almaya niyetli. Gerek teknolojik olanaklar gerekse genel siyasi ortam iktidarın bu hedefine varmasını engellese de, dik durmak şart.

–Medyada sıra sizce kimde?

RD : Yaygın medya, iktidar marifetiyle sürdürülen fiziki, mali, hukuki kılıklı saldırılardan  çabuk etkilenebiliyor. Üstelik tirajı/reytingi yüksek olan bazı medya organlarının kamuoyu üzerinde belirli bir etkisi hala var. İktidar bu tür medya organlarından çok rahatsız. Tiraj ve reyting olarak küçük ve orta  kategoriye giren medya organları da aslında hedefte. Onlar daha mücadeleci. 

–Duayen gazeteciler ‘Bu kadar mesleki hayatımda darbeler gördüm ama böyle bir dönem görmedim diyor?” Siz de böyle bu dönemden daha kötü bir dönem gördünüz mü? 

RD : Basın özgürlüğü ve baskılar açısından olumsuz dönemleri kıyaslamak bence çok anlamlı değil. Çünkü her dönemin kendine has koşulları var. Bu tür kıyaslamalar, nispi bile olsa, bazı olumsuz dönemlerin olumluymuş gibi gösterilmesine neden olur. Ben 1978 yılından bu yana gazetecilik yapıyorum. Benden kıdemli gazeteciler de, Türk matbuat ve basın tarihini ele alan akademik ya da mesleki içerikli yayınlar da  bugünkü dönemin, Türk basın tarihinin en kötü dönemi olduğunu kaydediyor. Çünkü bugün merkezi bir yöntemle, sansür, otosansür gibi baskı mekanizmalarının yanısıra muhalif medyayı susturmak için şirket satın alma, kayyım atama yoluyla medya şirketlerine el koyarak doğrudan medya mülkiyetine de müdahale var. Gazetecileri kurşunlamak, dövdürmek, işsiz bırakmak, yandaş gazetecileri paralı asker gibi kullanmak yöntemleri de devrede.

–Size bunu yazarken Cumhuriyet Gazetesi İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, gazetenin 2010 yılı hesaplarıyla ilgili yeniden inceleme kararı verildiğini açıkladı. Can Dündar ve Erdem Gül'ün tutuklanması yeterli görülmemiş anlaşılan. Baskıyı sizce daha da ileri götürecekler mi?

RD : Cumhuriyet’in başına gelecekleri Cumhurbaşkanı Erdoğan çok önceden açıklamıştı. Dündar-Gül vakasında,  savcı ve yargıçın, Erdoğan’ın gerekçelerini neredeyse olduğu gibi tekrarlaması, işin arka planını net olarak gösteriyor. İktidar, ahtapotun kolları gibi medyaya saldırıyor. Öldürme, dövme, tutuklama olmadı mali denetim...Ya da tüm baskı yöntemleri eşzamanlı olarak uygulanıyor.  İktidar belli ki, ‘süt liman’ bir medya yaratana kadar saldırılarını sürdürecek.  

–Peki biz gazeteciler nerede hata yaptık? 

RD : Biz gazeteciler, evet, biz de kusurluyuz. Zamanında belirli bir ağırlığı olan sendikamızı koruyamadık. Örgütsüz kaldık. Cemiyetimize yeteri kadar destek olamadık. Yani dağıldık, tek kaldık, birlikte hareket edemedik.  Siyasi-ideolojik kriterleri mesleki kriterlerin üstünde tutup bölündük. Oysa ki eskiden Cağaloğlu döneminde, fikriyatı ne olursa olsun, son derece farklı gazetelerde çalışan meslekdaşlar olarak, işimiz bitince Cemiyet’in lokalinde bir araya gelir, yer içer, hem ciddi mesleki konuları konuşur, hem de gırgır yapardık. Şimdi ise, bir takım kalem sahipleri, gazeteci kılığında, meslekdaşlarının öldürülmesini, işten atılmasını talep edebiliyor fütursuzca. ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ dedi bir çok meslekdaşımız. Hatta bazıları,  mağdur arkadaşlarımızı tıpkı iktidar gibi ‘Terörist’ olarak damgaladı. Onlar, yılanların sağır olduğunu bilmiyordu. Yılan gitti onlara da dokunuyor şimdi

–Yandaş ve havuz gazetecilerinin satış rakamları sizce gerçekçi mi?

RD : İktidar yanlısı medyanın ilan edilen tirajlarının doğru olmadığını artık yandaş medya kalemleri bile itiraf etti. Geçmişte de denetlenemeyecek bir şekilde abone sayısını çok yüksek gösterip tirajını şişiren gazeteler vardı. Fuat Avni’nin bilgileri doğruysa, bugünkü yandaş medyanın tirajlarının şişirilmiş olduğunu Saray da biliyor. Basın İlan Kurumundan resmi ilan almak için, belirli bir sahte prestij için tirajlar 3 ile hatta 4 ile çarpılıyor. Ne var ki Sancak grubunun üst düzey üç yöneticisinin işten atılması ve ardından yayınlanan haberlerde grubun harcamaları ile tirajı arasındaki ters orantı da yandaş medyanın sahtekarlığının önemli ipuçları. Yandaş medyanın bugünkü tiraj hileleriyle uğraşmak önemli ama tayin edici değil. Bizim esas olarak, orta ve uzun vadede bu yandaş medya ile nasıl hesaplaşacağımızı düşünmemiz, tasarlamamız, planlamamız gerekiyor. İntikamcı olmadan, sadece mesleği savumak için, bu tür ahlaksızlık ve rezilliğin bir daha yaşanmaması için şimdiden önlemler oluşturmalıyız. Yandaş medyanın mağduru yurttaşlar, meslek kuruluşları, uzmanlar, medya akademiası birlikte çalışarak,  tek tek, somut olarak, yandaş medyanın iktidar bağımlılığını, ajitasyon-propaganda, haber tahrifatı ve haber gizlemesini kısacası tüm yalanlarını, neyle nasıl nemalandığını belgeleriyle ortaya dökmeli ve mesleki yaptırımlar uygulamalı. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla