Bir Kitap
*Gazeteci Enis Tahsin Til, bu eseri 1950’de
tefrika olarak yayınlamış. Şimdi 564 sayfalık kitapta mesleğin geçmişi, muhbirler, muharrirler, tashihçiler, mütercimler, dizgiciler, habercilik ortamı, iktidarlar anlatılıyor.
Gazeteci
Enis Tahsin Til (1889-1964), elli yıllık meslek hayatını, Hukuk Fakültesinde
öğrenci iken başladığı gazetecilik serüvenini, çalıştığı gazeteleri,
patronlarını, meslekdaşlarını, dönemin siyasi havasını, politikacıları,
bürokratları kısacası Osmanlı’nın son dönemlerini ve Cumhuriyet’in yaklaşık ilk
40 yılını, 1949-50 yıllarında Akşam gazetesinde tefrika olarak yayınlamış.
564
sayfalık kitapta, editör İbrahim Şahin, yazarın özgün metindeki diline çok fazla müdahale etmemiş ancak 1950’lerin Türkçesinde
bugün artık kullanılmayan sözcük ve deyimlerin yeni Türkçelerini parantez
içinde vermiş. Ciddi, başarılı bir edisyon. (Cümle Yayınları, 2015 Eylül, Ankara).
Bu kadar
uzun bir dönemi, bu kadar kalın bir kitapta betimleyince, eserin tanıtımı da kaçınılmaz
olarak ancak nispeten kısa bir genel sentez olabilir.
Türk
basınının tarihi açısından önemli bir kitap. Çünkü yazarı da gazeteci,
dolayısıyla dönemi, gazeteleri, gazetecileri içeriden anlatıyor. Hem bir tarih
kitabı taslağı gibi hem de bir anı kitabı.
Enis Tahsin
Til’in işlek, canlı kalemi, kimi eski Türkçe sözcük ve deyimlere rağmen zevkle
okunuyor. Özellikle bazen 15-20 sayfa süren portreler cazip. Mesela Yunus Nadi’yi
anlattığı bölümler (s.318-338)
Türk
basınının bugününü anlamak için geçmişini bilmek gerekir ya, Til’in kitabı bu
açıdan çok değerli. Ben kitabı okurken tam 20 bölümün altını çizmişim. Ne var
ki aldığım tüm notları burada uzun uzun aktarmaya kalksam sayfa yetmez.
Bu nedenle
en önemli gördüğüm noktalara değinmekle yetineceğim. Bunu yaparken de 1908-1964
dönemini, benim gazeteci olarak yaşadığım 1978-2015 dönemiyle az çok kıyaslayarak
ele almaya çalışacağım. Eskiden durum neydi? Bugün neredeyiz? Geriledik mi ?
İlerliyor muyuz? sorularına da böylelikle kendiliğinden cevap vermiş olacağım.
Belki tayin
edici değil ama Til’i kitabında adı geçen gazeteciler, bugünkülerle
karşılaştırıldığında eğitim, kültür, nezaket, mesleki saygınlık açısından daha
iyi, daha üstün. Çoğu üniversite mezunu (Ki o zamanlar öyle herkes üniversite
mezunu değildi), çoğu en az bir yabancı dil biliyor (Bugünkülerin kendi ana
dilini bile doğru dürüst bilmedikleri bir gerçek). O dönemin gazetecileri gerek
kendi aralarındaki ilişkilerde, gerekse işveren ya da siyasilerle ilişkilerde ‘Istanbul
Beyefendisi’ konumundalar. Kitabın bazı
bölümlerinde, özellikle örgütlenme temasının geçtiği sayfalarda, dönemin
gazetecilerinin meslek kurallarına önem verdikleri, saygı duydukları ve
nispeten iyi uyguladıkları anlaşılıyor.
Dönemin
gazetecileri ya da gazetecilik –özellikle muharrirlik yani köşe yazarlığı-
yapmış isimlerine baktığımızda, önemli bir kısmının aynı zamanda
bilinen-tanınan önemli edebiyatçılar olduğunu görüyoruz ki bu durum hem gazete
yazılarının içeriğini hem de bu yazıların uslubunu kalite olarak yükseltiyor. Ahmet
Cevdet, Ahmet Rasim,Ubeydullah Efendi, Yunus Nadi, Velid Ebüzziya, Ahmet Emin Yalman,
Tevfik Rüştü, Ahmet Refik, Cenap Şahabettin... Til’in adı geçenler dışında özgeçmişlerini ya da
portrelerini yazdığı gazetecilerin çoğu aynı zamanda roman ya da hikaye
yazarı...Bu edebiyatçı zincirinin son halkası, toprağı bol olsun, Çetin Altan.
İktidarla
ilişkiler konusunda, anlaşılıyor ki, tarihi ve yapısal bir sorun var. Çünkü,
belki en koyu sansür dönemleri hariç, eski dönemin gazetecileri, büyük ölçüde
bugünkü torunları gibi, Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye, Padişah ve bilahare Devlet ve Devlet
büyüklerine pek toz kondurmuyorlar. Üstelik o eski dönemlerde, belki de
okumuş-yazmış adam kıtlığından olsa gerek, bazı gazetecilerin kısa yoldan ve
kimi zaman çok hızlı bir şekilde gazetecilikten üst düzey devlet memurluğuna
terfi ettiklerini (atandıklarını) görüyoruz. Matbuat-ı Osmanlı Cemiyeti’nin
tüzüğünün daha birinci maddesinde, ‘gazetecilerin esas vazifesinin Osmanlı
unsurlarının birliğinin savunulması’
(s.304) olduğu yazılı ki, bugün bu kavram ‘Devletin ve milletin bölünmez
bütünlüğü’ olarak yaşamını sürdürüyor.
Başka alan
ve disiplinlerde olduğu gibi mümtaz Türk matbuatı da, 1915’de Ermeni Soykırımından,
-hadi Hadisesinden, diyelim- ya da 1925’de Kürt konusundan pek sözetmiyor.
Cumhuriyet rejiminden sonra memleketten ayrılıp Nice kentine yerleşen büyük
medya patronu Mihran efendinin bile
Türkiye’yi neden terkettiğini yazmıyor ne Mösyö Til ne de gazeteler.
Bugüne
oranla herhalde çok müspet bir nokta: Eski dönemde matbuatta da çok sayıda
gayrı-müslim var ve onlar 1915’e ve 1923’e kadar dini ya da etnik kimlikleri nedeniyle açık bir ayrımcılığa uğramamışlar.
Bir başka
olumlu yan da, Til’in aktardığı kadarıyla, eski dönem gazetecilerinin etik
kurallara bugünkünden çok daha fazla önem vermeleri (s.95 ve s.481). Ne yazık
ki bu yaklaşım sonraları büyük ölçüde erozyona uğramış.
Gazetecilik
ve kamu çıkarı, o dönem öyle pek de revaçta olmayan bir kavram olsa da, Hasan
Bedrettin Bey (1870-1926) yazılarında bugünkülere taş çıkartacak bir
olgunlukta konuya eğilmiş (s.291-293).
Bugünkü
ölçülerle liberal-demokrat olarak tanımlanabilecek yazar Til bile, 1938’de
çıkan Basın Birliği kanununu ‘daha ziyade faşist esaslardan mülhem’ diyerek
betimliyor.
Til, sansür
konusunda haklı olarak son derece hassas. O dönem Saray’ın sansür ve yasaklama
girişimlerini, resmi bilgi ve belgelere dayanarak, gazetelerde yayınlanan
tebliğlerle birlikte yayınlıyor.
Yazar, kimi
zaman tek tek şahıslardan sözederken kimi zaman da meslek kategorilerini
yazarken ‘Muhbirlere’ (Muhabirlere) özel önem veriyor. Bir gazetenin ana unsuru
olan muhabir, vakti zamanında az da olsa hak ettiği değeri kazanmış, şimdiyse
neredeyse bir hiç!
Til belli ki
ciddi bir yazar. Kitabın editörü Şahin’in de gözünden kaçmış olsa gerek. Ama
yazar bir yerde (s.488) ‘Avusturya limanlarından’ sözediyor. Kitap basın
tarihi konusunu ele alsa da, yani çok eski tarihlerden sözetse de, Avusturya
tarihinin hiç bir döneminde limana sahip olamadığı için talihsiz...
Yazar,
Cumhuriyet idaresinin başlaması ve başkentin Istanbul’dan Ankara’ya
taşınmasıyla gazetelerde ‘haber’in azaldığını saptıyor ve bunun bir sebebinin
de ‘Tek Parti iktidarı’ olduğunu
yazıyor. Dönemin Akşam gazetesinin istihbarat servisi şefi Mustafa Ragıp
Esatlı diyor ki: ‘‘(...)tek parti idaresi faal gazeteciliği öldürmüş,eski
tabiriyle dumura uğratmıştır.Gazeteci, her şeyden mesuliyet hissesi çıkarılmaya
çalışıldığı sırada, serbestçe çalışamamış, ‘Neme lazım’ siyasetini takip etmeye
başlamıştır. Halbuki bu siyaset hakiki gazetecilikle katiyen birleşemez’’.
Sanki bugün yazılmış gibi, değil mi?
Bugüne çok
fazla göndermenin/anımsatmanın yapılabileceği kitap bize Osmanlı döneminde ve
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Istanbul’daki matbuat zenginliğini hatırlatıyor. O
dönemlerde Fransızca, İngilizce, Almanca, Rusça ve başka dillerde de gazetelerin
yayınlandığını belirten Til, ayrıca önemli bir ‘Mizah gazeteleri’ grubunun bulunduğunu
yazıyor. Sansürden en az baskı görenler, çoğu zaman yabancı konsolosluklar ya
da yabancı işadamları tarafından yabancı dillerde çıkarılan bu
gazeteler/bültenler...en çok mağdur olanlar ise mizah gazeteleri.
Sonuç olarak
‘Gazeteler ve Gazeteciler’, meraklısı için güzel, değerli ve önemli bir kitap.
Yorumlar