İktidarın Yeni Düşü: Tek Tip
Gazetecilik
· Siyasi iktidar, mesleğe standart
getirmek adı altında, olmayan AB uygulamasını bahane ederek, Tek Tip
Gazeteci’yi yaratmak için eğitim, yeterlilik mekanizması kurmaya çalışıyor.
Oysa ki gazetecilik, düşünce ve ifade özgürlüğüne ve çok sesliliğe dayalı bir
serbest meslek...
Merhaba,
1983-87
yıllarında Londra’da BBC Türkçe servisinde çalışıyordum, aynı zamanda
Cumhuriyet’in Londra muhabiriydim. Sanırım hepinizin tanıdığı Yalçın Bayer, o
zamanlar Cumhuriyet’in Haber Müdürü idi. Bana misafir geldi. 2-3 gün kaldı. Ben
ona her sabah İngiliz basın taramasını sunuyorum ayrıca televizyonda haberleri
izliyoruz.
3. günün
akşamüstü Yalçın abi hafif sinirli bir eda ile bana:
- Ne biçim muhabirsin sen ya...Hala uyanmadın
mı?
- N’oldu
abi, haber mi atladım?
- Oğlum 3 gündür bana basın taraması
çeviriyorsun, televizyon haberlerini aktarıyorsun, hiç dikkatini çekmedi mi?
- Ne
dikkatimi çekmedi mi abi?
- Yahu 3 gündür Thatcher’dan hiç bir açıklama
yok. Aç bir sor Başbakanlığa n’oldu kadına? Öldü mü kaldı mı?
- Abi,
burada Başbakan öyle her gün konuşmaz. Gazeteler de Başbakan, haber değeri olan
bir açıklama yaptığında ya da önemli bir iş yaptığında haber yapar. Ben burada
Cumhuriyet adına Başbakanlığa akredite
muhabirim. Şimdi Başbakanlık Ofisini
arayıp ‘Medyada Sayın Başbakan Thatcher’dan 3 gündür hiç haber yok, acaba
kendisi rahatsız mı?’ diye soramam, ayıp olur yani...
Yalçın abi,
haksız değil, Türkiye’den alışmış, Başbakan bir gün medyada görünmese, gazeteci
milleti kuşkulanır ya... İngiltere’de de aynı durum geçerli sanmıştı.
TOPLUM DA
DEVLETPERVER OLURSA
Biz, yani
Türkiye, çok devletçi bir toplumuz. Mesela devlet gibi resmi bir baskı
mekanizmasına, ‘Devlet Ana’ ya da ‘Devlet Baba’ gibi şefkat içeren, aileden
biriymiş gibi gösteren kod isimler takıyoruz. Burada, anneler, babalar
oğullarına ‘Devlet’ adını verebiliyor. Daha da vahimi ‘Savaş’, nispeten yaygın
bir erkek ismi. Vural, Öcal, Hıncal da cabası... Gerçekten çok devletçiyiz,
devletperveriz...Nitekim 16 adet kurmuşuz ve bununla övünürüz. Tabi aynı
zamanda 15’ini yıkmış olduğumuz anlamına da geliyor.
‘Her şeyi
devletten beklemeyin’ deyimi özellikle Özal döneminde çok moda idi. Türkiye’de bugün hala gazetelerin birinci
sayfasının özünü, haberlerin çoğunluğunu Ankara büroları yapar, üretir. Çünkü
Ankara, devletin merkezidir. Bizim gazeteler için devlet gerçeği yani resmi
gerçek, hakiki gerçekten, sokağın gerçeğinden daha önemlidir, daha öndedir. Gazetelerin
Ankara temsilcileri de, bu görevleri sırasında aslında Devlet Stajı yaparlar,
başarılı iseler, bilahare Genel Yayın Yönetmenliğine atanırlar.
Devlet
aslında basına çok eskiden beri müdahale ediyor. Bir dönem, gazetelere kağıt
tahsisini devlet yapardı.Bugün hala resmi ilanların dağıtım işini devlet
yapıyor. Hatta bizim mesleki kimlik kartımız olan Basın Kartını da Türkiye’de
esas olarak devlet veriyor. Demokratik
ülkelerde basın kartını gazeteci meslek örgütleri, sendikalar verir. Devlet ya da hükümet, son zamanlarda medyaya
bir başka müdahale alanı daha buldu: Köşe yazarı atama... Başbakan ya da
Cumhurbaşkanı, açıyor telefonu medya patronuna, ‘Bizim kızıl saçlı hanımefendi
sizin gazetenize çok yakışır’ filan
diyor ya da kamuya açık toplantılarda, televizyon kameraları önünde
parlak saçlı uzmanı ‘çıkarın sizin
programa’ diyebiliyor. 657 sayılı memurin kanununa tabiymiş gibi, siyasi
iktidar yandaş kalemleri gazetelere, televizyonlara atama yoluyla
görevlendiriyor. Ya da danışmanları ve yandaş kalemleri aracılığıyla ‘Ahmet
sizin gazeteye yakışmıyor, Mehmet’e daha ne kadar dayanacaksınız’ mealinde
sözlerle bazı gazetecileri işinden ediyor.
AB’NİN
MESLEKİ STANDART BAHANESİYLE
Bizim
bugünkü toplantımızın ana konusu olan Tek Tip Gazetecilik meselesi ilk ortaya
çıktığında, bundan galiba 2-3 ay önce Cemiyet Başkanımız Turgay abi beni
arayıp, ‘Yabancı ülkelerde devlet/hükümet/resmi kurumlar medyaya ne şekilde,
nasıl müdahale ediyor? Bu konuda bir araştırma yapabilir misin?’ demişti. Ben
Fransa’da, İngiltere’de, Hollanda’da ve ABD’de gazetecilik yaptım. Ama tabi
kişisel deneyimler yetmez. İki çalışma yaptım: Birincisi klasik, yani İnternet
üzerinden yapılan bir tarama: Fransa,
Belçika, Hollanda ve İngiltere’den gazeteci sendikalarının tüzüklerini
çıkardım, bu metinlerde ‘Devlet’, ‘Hükümet’, ‘Bakanlık’, ‘Resmi kurum’
sözcüklerini taradım. Sonuç yok. Yani bu ülkelerde gazetecilerin eğitimi,
mesleki koşulları, çalışma şartları, örgütlenmeleri konusunda resmi kurumların
herhangi olumsuz dahli yok. Bir tek
Fransız basınıyla ilgili kanun kuvvetinde iki kararnamede devletin medyaya
olumlu iki katkısı var: 70’lerin sonlarına doğru bütün dünyada olduğu gibi
Fransa’da da televizyonun diğer medya türlerine oranla önem ve değer kazanması
nedeniyle, yazılı basın yetkililerinin talebi üzerine, Fransız kamu yönetimi,
Fransız televizyonlarının reklam gelirlerinin yüzde 2’sini Fransız yazılı
basınına destek olarak aktarıyor. Böylelikle, farklı medya türleri arasındaki
dengesizliği bir ölçüde gidermeyi düşünmüş Fransız hükümeti. Bir başka
kararname ise, Fransız dilini destekleme gerekçesiyle, Fransız gazete ve
dergilerinin yurtdışına gönderdiği gazete ve dergilerin posta masraflarını
karşılıyor.
İnternet
taramasında dişe dokunur bir sonuç çıkmayınca sözkonusu ülkelerin sendikalarına
birer mail gönderdim ve bu ülkelerdeki
devletin medyaya ne zaman, nerede, nasıl müdahale ettiğini sordum. İlk başta yanıt
gelmedi. İkinci kez sordum. Bu kez de ‘Sorunuzu anlamadık, nasıl yani? Devlet
niye müdahale etsin? Gazetecilik bir serbest meslektir. Eğitimi ile akademiler,
çalışma koşulları konusunda da sendikalar müdahildir’ şeklinde yanıtlar geldi.
Son olarak dört ülkede yaşayan
ve çalışan Türkiyeli ve o ülkenin yurttaşı meslekdaşlara sordum. Onların
tümünün yanıtı da menfi idi. Yani bu ülkelerde devlet, bakanlık, resmi
kurumlar, gazetecilik mesleğine, eğitim olsun, yeterlilik olsun, çalışma
koşulları olsun herhangi bir şekilde karışmıyor, bulaşmıyor.
İtalya’da
Mussolini döneminden kalan bir ‘Gazeteciler Odası’ uygulaması var. Neyse ki
İtalya’da gazeteci sendikaları yeteri
kadar güçlü olduğu için ‘oda’
uygulaması çok etkili değil.
PROFESYONEL
GAZETECİ = ÖZERK GAZETECİ
Zamanım
sınırlı. Sonuç bölümüne geldim.
Bugünkü iktidarın
talep ettiği, uygulamaya sokmak istediği Tek Tip Gazetecilik, en kısa tanımıyla
Resmi Gazeteciliktir, Devlet Gazeteciliğidir. Siyasi iktidar, Külliye,
Kaçaksaray...Tek Tip Gazetecilikle herkesi kendine benzetmeye çalışıyor. Onun
istediği her birimizin Erdoğan olması. Yok mersi ben almayayım... Alanlar zaten
almış. Yakup Cemil’in medyatik versiyonu haline gelmişler. Hık deyiciler,
tatlıcılar, lokumcular, cilacılar, kaşarlanmış yandaşlar cehennemi gibi bir
medya dünyamız var. Zaten herkesin aynı tip olduğu bir toplum sevimsiz,
çekilmez bir toplum olur...
Fransız
toplumbilimci Patrick Champagne, bir yazısında ‘Profesyonel gazeteci yani özerk
gazeteci’ diyor. Bu çok önemli bir tespit. Özerk derken, benim anladığım,
gazetecinin herhangi bir siyasi, ideolojik, ekonomik iktidar odağından özerk
olmasını kastediyor Champagne. Çünkü gazetecilik, gerçekten ancak böyle bir
bağımsızlık, özerklik sözkonusu var
olduğunda yapılabilen bir meslek. Aksi takdirde reklamcılık, halkla ilişkiler ya
da propaganda oluyor yapılan iş.
Biraz daha
deştiğimizde bence, bu Tek Tip Gazetecilik mantığının altında, işte ha bire
tekrarlanan, reklamı/promosyonu yapılan ‘Tek Millet/Tek Devlet/Tek Bayrak/Tek
Dil’ zihniyeti var. Her şey tek tip olsun istiyorlar. Farklılıktan çekiniyorlar
hatta korkuyorlar.
İşin
herhalde dini bir boyutu da var: Başımız sıkıştığında tekbir getiren bir
toplumuz. Allah Birdir, eşi benzeri yoktur, yektir, yücedir...diye ha bire
tekrar edilir. Doğrudur, yanlıştır o ayrı mesele ama bir ‘Tekçilik’ sevgisi var
bu memlekette. ‘Aklın yolu bir’ diye de bir deyim var, çok yaygın kullanılır.
Çoksesliliğe, farklılığa kapıyı kapatan, tekliği yücelten bir deyim...
Sonuç
olarak, Türkiye’nin ve bizim gazeteci milletinin geçmişi, yapısı ve ... hadi
fıtratı diyelim bu Tek Tip Gazeteciliğe müsait değil. Zaten tek tük hakiki
gazeteci kaldı, onlar da tek tip gazeteciliğe izin vermez.
Teşekkürler.
(*) Bu metin, 16 Eylül 2015
tarihinde, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Gazeteciler Sendikası, Çağdaş
Gazeteciler Derneği ve Disk Basın-İş’in düzenlediği ‘Tek Tip Gazeteciliğe Karşı
Gazetecilik’ başlığı altında düzenlenen
toplantıda yapılan konuşmanın bilahare yazıyı dökülmüş versiyonudur. Tükenmez dergisinin Güz 2015/20. sayısında yayınlandı.
Yorumlar