Ana içeriğe atla

İSTENMEYEN KİŞİ GAZETECİ Mİ?

Tayin edici olan perspektiftir!

·     Türkiye’de medya, sefillerin şahikasına tırmanmışken bir gazetecilik STK’sının belgeselinde, medya patronlarını öven köşe yazarlarını, medya holding sahiplerini, meslekdaşlarını kapıya koyan Genel Yayın Yönetmenlerini izledik. Basın özgürlüğü mücadelesini Doğan, Altaylı ve benzerleriyle mi yürüteceğiz?


Gazetecilik aslında çok ideolojik ve çok siyasi bir meslek. Keza film, hele belgesel film yönetmenliği de… Haber, yorum ya da röportaj yazacaksınız, birisiyle mülakat/söyleşi yapacaksınız ya da somut örnekte görüldüğü üzere bir belgesel çekeceksiniz. Eğer temeli sağlam bir bakış açınız, bir perspektifiniz yok ise ne haber yazabilirsiniz ne de belgesel çekebilirsiniz. Ya da şöyle diyelim: Kalemi ya da kamerayı elinde tutanın sağlam bir perspektifi yoksa, ortaya çıkan ürün başkasının ya da başkalarının bakış açısının ürünü olur.
Bu işlerde tayin edici olan mesele, konuya nereden nasıl baktığınızdır. Yani haberci ya da belgeselci ile konu arasındaki ilişki. Gazeteci olarak, haberci olarak, belgeselci olarak, ortaya bir eser koymak istiyorsanız, konu hakkında hem ayrıntılı bilgi sahibi olacaksınız hem de, işin püf noktası burada,  doğru bakış açısını bulacaksınız.
Gazeteci tarafsızlığı, belgeselci tarafsızlığı safsatadır, çünkü elinize kalemi ya da kamerayı aldığınız ve işe koyulduğunuz andan itibaren tarafsınız. Bütün mesele neden yana taraf olduğunuzdur. Çok seçenek var: Haklıdan yana, haksızdan yana, iktidardan yana, iktidara karşı, doğrudan yana yanlıştan yana…
Gazeteciyi de, belgeselciyi de ve esas olarak tüm sanatçıları da refiklerinden ve refikalarından ayırdebilecek en önemli kıstas işte bu perspektiftir. Yoksa herkes AKP haberi yazar, her sinemacı medya belgeseli çekebilir, her yontucu  heykel yapabilir. Perspektif, bakış açısı, durduğun yer, konuya nasıl baktığın aslında senin uslubunu oluşturur. Karakterini ortaya çıkarır.
Bu uzun girizgah ‘Persona Non Grata’ belgeselini eleştirmek için yazıldı. Bkz. http://t24.com.tr/video/bagimsiz-gazetecilik-platformu-p24ten-issiz-birakilan-gazeteciler-belgeseli-persona-non-grata,854
KİM GAZETECİYİ ‘İSTENMEYEN KİŞİ’ İLAN EDİYOR?
Daha başlıkta sorun var:  Kim  bu ‘İstenmeyen Kişi’? Gazeteci değil mi? İstenmediği için işten atılan gazeteci değil mi? Oysa ki belgeseli yapan da bir meslekdaşımız. Ama gazeteciyi ‘İstenmeyen Kişi’ diye damgalamak/tanıtmak/başlıklandırmak bir gazetecinin işi/bakış açısı olamaz. Gazeteci ancak iktidar açısından ‘İstenmeyen Kişi’ olarak nitelenebilir. Yani şimdi mesela Tayyip Erdoğan ya da Aydın Doğan bir medya belgeseli çekse, onun başlığını da ‘İstenmeyen  Kişi’ koysa, bu başlık tutarlı olur.     
Künyede/jenerikte belgeselin prodüktörü olarak P24 görünüyor. P24’de gazetecilik perspektifi sağlam ve doğru meslekdaşlarımızın var olduğu kanısındayım. Böylesine önemli bir proje, hele örgütünüzün imzasını da taşıyan bir belgesel yapımı için, hem hazırlık aşamasında hem çekimler sırasında hem de montaj yapılırken meslekdaşların tartışarak kolektif bir çaba içine girmesi beklenirdi.
Belgeselde bence iki büyük sorun var: Bu konuya müdahil olması gereken bir çok kişi ve kurum yok. Bu konuya müdahil olmaması gereken insanlar var!

YUMURTASIZ OMLET? TATSIZ!
Hamza Aktan’ın belirttiği üzere, Türkiye’de medyaya yönelik iktidar baskısından en fazla payını alan Kürt gazetecilere yer verilmemiş olması kasıtlı değilse bile, tayin edici bir eksiklik ve hata. Keza bir başka büyük mağdur da, egemenlerin de belgesel yapımcılarının da gazeteciden saymadığı sosyalist basın mağdurları. Onlardan da doğru dürüst sözedilmiyor yaklaşık bir saatlik çalışmada. Eksikler bu iki kesimle sınırlı değil. İslami medyadan da iki grup meslekdaşa söz verilmeliydi. Murat Aksoy tamam ama Akel ya da Bumin gibi hükümet yanlısı medya organlarında işlerinden atılanlar. Bir de,  meslekdaşlarımızın hükümet baskısıyla değil patron baskısıyla işten atıldıklarını savunan yandaş gazeteciler.
Bekir Çoşkun gibi kıdemli bir gazetecinin belgeselde Aydın Doğan’ı övmesi onun kişisel görüşü olabilir. Katılmayız, saygı da duymayız böyle bir tutuma. Ama belgesel yönetmeni, muhataplarının her söylediğini yayınlamak zorunda mı? Editing ne işe yarar?
BİRİ FAZLA İSE BİR BAŞKASI EKSİK DEMEKTİR
Bu önemli eksiklikler belki de hatalı ve gereksiz fazlalıklar nedeniyle gündeme geldi. Siz basın özgürlüğünden sözederken en büyük medya patronu ile ‘Bizden yandaş gazete mi var?’ diyen eski bir Genel Yayın Yönetmeni ile en yakın arkadaşlarını gazeteden çıkaran bir başka eski Genel Yayın Yönetmenine mikrofon uzatırsanız, belgesel, sizin (Yönetmen ve prodüktörün) değil o fazlalık kahramanların perspektifi ile çatılmış olur.
Belgesel yönetmeni, şimdiye kadar hepsi ciddi, ağır, siyasi konu ve kişilerle olmasa da, çok sayıda söyleşi yapmış bir meslekdaşımız. Ama özellikle Aydın Doğan ya da eski Genel Yayın Yönetmenleri ile söyleşiler sırasında, yönetmen sıradan bir mikrofon tutucu kimliğine bürünmüş. Doğru soruları soramıyor. Muhatabının çelişkili ya da hiç olmazsa kapalı açıklamalarını deşmek için araya girmiyor.
Mesela… CNN Turk  Penguen belgeselini Aydın Doğan’ın açıklamasına göre gece otomatiğe bağladığı için yayınlamış. Şapşallıkmış… Peki…Ama burada temel soru CNN Turk’un Gezi sırasında neyi nasıl yayınladığı değil ki! Gezi’yi neden izleyip aktarmadığı? 
Keza, Fatih Altaylı ile söyleşi yapan herhangi bir  gazeteci, ‘Alo Fatih’ dönemini sormaz mı? Ya da Derya Sazak’a, Can Dündar, Hasan Cemal gönderilirken siz ne yaptınız? demez mi? 
Dünya Basın Özgürlüğü günü için özel olarak hazırlanan bu belgesel, en başta yanlış, amorf bir perspektiften olaya bakıyor.
Bir haberi ya da burada sözkonusu olan bir belgeseli değerlendirmenin önemli kriterlerinden biri de, haber/belgesel yayınlandıktan sonraki tepki ve değerlendirmeler olsa gerek. Bir muhabir, mesela, haberini yaptığı bir ortama, kesime, alana ikinci sefere başı dik bir şekilde gidiyorsa, habere konu olan kişi ve kurumlarca yaptığı haber doğru olarak addediliyorsa, muhabir bir açıdan başarılı sayılır. Belgesele gelen tepkilerden sadece biri bile (Şık ve Tatari’nin itirazı) belgeselcinin başarılı olamadığını gösteriyor.
Yazık!
Belgeselin tek yararı, olumsuz öğretmenliği sayesinde bir tartışma açmış olması.


* Bu yazının tarafımdan kısaltılmış bir versiyonu 24 Mayıs 2015 tarihli Birgün gazetesinin Pazar ekinde yayınlandı. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla