Ana içeriğe atla

Havf-ı makatat Taaruz-Ül matbuat (*)

Korkutmaya çalışıyor çünkü kendisi korkuyor

Bu hafta Samanyolu TV ve Zaman’daki gazeteci, dizi yönetmeni ve senarist arkadaşlar gözaltına alındı. Hırsızlık Haftasıyla Medyaya Saldırı Haftası birleştirilmiş oldu. O, aslında AkSaray’a indiğinden beri her şey karma karışık. Çok kapışmalar cereyan ediyor, edecek. Tek Adam olacağım derken…

Aslında bir süredir bir sürü işaret tezahür etmişti. Üstelik Fuat Avni nam zat, bunların tümünü de önceden haber edememişti. Hatta Hükümdar ya da herhangi bir yakını bile şimdi sayacağım önemli olayların olabilirliği konusunda çaktırmadan göz bile kırpmamışlardı.
Gemide kaptandan habersiz işler oluyorsa bunun sonu isyana kadar gider. Zaman birlik beraberlik nutuklarının atılma zamanıdır. Filikaları indirdiniz mi? Makine dairesinde neden kimse yok? Bir süredir zuhur eden bir sürü işaret aslında kaptanın da, mürettabatın da, topyekûn  geminin de telaş, panik, endişe ve hatta korku içinde olduğunu gösteriyor. Kaptan herkesi korkutuyor çünkü kendisi korkulara gark olmuş durumda: Ya açıklarım, yalanlarım kanıtlanırsa? Ya paracıklarım ortaya çıkarsa? Ya beni devirirlerse?
Kronolojik değil, önem sırasına göre:
* Cumhurbaşkanının iş adamı ES’nin sahip olduğu medya grubunun üç tepe yöneticisi bir gün pat diye işten atıldı. 24 Kasım 2014 (www.hurriyet.com.tr/gundem/27643999.asp) Bunca yıldır hükümet yanlısı yayın yapan bu sözde gazeteciler ne yapmıştı da böyle bir acıklı sonla karşılaştılar? Sancak, ‘Para yemediklerini’ söyledi. Yiğit Bulut’un operasyonu olduğu öne sürüldü. Yeni Şafak, rezalet ayyuka çıkmasın diye bu üç kişiyi yazar kadrosundan bünyesine kattı. Bunlardan emlak uzmanı olanı ise, Şahenk’in NTV’sine alındı. Devrim kendi evlatlarını yermiş ya, karşı-devrim de karşı- devrimci evlatlarını mı yedi yoksa? Bu tasfiye, Erdoğan/Davutoğlu çekişmesinin bir sonucu olmasın? Kesin bir bilgi yok. Ama ortada bir sorun var. Selvi, Alçı, Kekeç gibiler de derin bir bunalıma düştü. Ya yarın öbür gün bizi de kapının önüne koyarsa? Çünkü daha önce bir sürü yandaş, yandaş medyadan atılmıştı. Son örnek Cemil Ertem idi.
* Başbakanın Başdanışman kılıklı iyi polisi Mahçupyan, ‘Hiç yolsuzluktur yoktur diyemeyiz’ mealinde bir söz etti. (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27773709.asp)
İlginç. İçeriden çözülme sinyalidir aslında bu. En sevdiği türkü ‘Ben bir sarı cezveyim/Elden ele gezmeyim’ olan bir AKP’li, üstüne vazifeymiş gibi, üstelik de herhangi bir yerden talimat filan almadan, hızla ve hırsla Mahçupyan’a ayar vermeye kalktı. Mahçupyan, Başdanışman olduktan sonra  köşe yazarlığını bırakmadığı gibi TV’lerde daha fazla görünmeye başladı. Bu da garip bir şahsiyet. Bir söyleşisinde, kendisinden genç olan Erdoğan’ı ‘biraz da babasına benzediği için’ sevdiğini itiraf etmişti! Freud, bu duruma ‘Ters Elektra’ mı diyor? Kamusal hayatla özel hayatı birbirinden ayıramadık gitti. Kameranın karşısına geçen, mikrofonu gören başlıyor içini dökmeye, sanki Freud’ün divanında…
* Bir süredir TV ekranlarında görmek istediğimiz jest ve duymak istediğimiz repliklerden bizi mahrum bırakan ikiz annesi bir hanımefendi (Ki çocuklarının adını O koymuştur, yakınlığa bakın!)  yine geçenlerde dedi ki :’ Eğer Erdoğan’ı devirselerdi bizler de Yassıada tipi zindanlarda olacaktık!’. (http://www.medyaradar.com/nagehan-alci-medyaradara-konustu-erdogan-devrilseydi-biz-de-yassiadadaydik-haberi-131807) Bu cümle bir gazetecinin, bir köşe yazarının, bir televizyon yorumcusunun söyleyeceği cümle midir?  Dünyada ve Türkiye’de bir sürü Başbakan devrildi, onlarla birlikte zindana düşen gazeteci var mı? Şimdi ortada fol yok yumurta yok, Yassıada zaten imara açılmış, nereden çıktı bu ‘zindanlar’ korkusu? Siz paşa paşa oturun Boğaziçi’ndeki yalılarınızda…
* Anadolu Ajansı Genel Müdürü (1 Aralık) ile Basın Yayın Genel Müdürünün de (18 Kasım) beklenmedik bir şekilde görevlerinden ayrılması konusunda ikna edici bir açıklama çıktı mı bir yerde? Çıkmadı. Bir tek Bülent Arınç ile ‘yeni yetme’ takma isimli bir Başbakan Yardımcısının kamuya açık bir mekanda pek dostane olmayan el-kol hareketleri ile münakaşaya giriştiklerini gösteren bir fotoğraf yayınlandı.
* Aslında ilk sinyal, Musul Konsolosluğu personelinin kurtarılması konusunda ortaya çıkmıştı. Cumhurbaşkanı ‘Operasyon’dan söz etmişti, Başbakan ise ‘Uzun ve sabırlı müzakereler’den.  Gelişmeler Cumhurbaşkanının doğruya pek yaklaşamadığını gösterdi.
Son olarak Cumhurbaşkanı’nın davul zurna ile ilan ettiği, Sayın Twitter Büyüğü Fuat Avni’nin de ayrıntılı bir şekilde öngördüğü, Arınç’ın yine ofsayta düştüğü Gülen Medyasına yönelik operasyon gerçekleşti. Daha önce vaat ettikleri üzere, ‘İnlerine girdiler’.
Burada da sivilce çıkartan birkaç nokta var:
* Önce Dumanlı ve arkadaşlarına geçmiş olsun. Mesleğimizin ilkesi, siyasetimizin tutarlılığı açısından, baskıya uğrayanın kimliği önemli olmadığı için, iktidarın bu operasyonuna karşı çıkmak vicdani, siyasi ve mesleki bir görevdir.
* ‘Siyaseten doğru’ olmak diye bir takıntısı olmayanların haklı olarak şöyle bir endişesi var: Bugünün mağduru Zaman’daki meslektaşlar, bizim dün taşıdığımız pankartları ellerine alıp ‘Özgür Basın Susturulamaz’ diye gösteri yapmışlar. Güzel… Bir tiyatro grubu düşünün, işkenceciyi oynayan aktör, o gün hasta, yerine bir gün önce işkence göreni oynayan aktör almış durumda. Ya da tersi… O aktör bile bir kırılma yaşar yeni rolünü oynarken değil mi? Zaman’ın bugünkü meslektaşları inandırıcı yani içten olabilmek için bizi ikna etmeleri gerekir: “Biz artık hakiki gazeteci olduk, dolayısıyla tüm iktidarlara eşit uzaklıkta duracağız ve mağduru kim olursa olsun hep basın özgürlüğünü savunacağız…”. Zaman’ın aynı şekilde geçmişle ilgili samimi bir özeleştiri borcu var kamuoyuna.
* Bu sefer Ahmet İnsel’in fars dediği operasyonda hakikaten bir show unsuru var. Dizi yönetmeni ve senarist şüpheli olarak gözaltına alındı! Rahmetli Erol Taş, özel hayatında, kendi mahallesi ve Yeşilçam dışında nereye gitse, kem gözlere hedef olur, küfürlere maruz kalır hatta linç edilir, dayak yerdi. Gerçekle kurguyu ayırt etme yetisi henüz ve hâlâ pek gelişmemiş bir toplumun polisi ve savcısı da, hele bir de hukuku ıskalayıp intikam şerbetini içmişse,  toplumsal refleks ortalamasına uygun hareket eder, değil mi?
* Haşhaşî, Tahşiyeci, sahte belge üreticisi, belge tahrifatçısı ve nihayet silahlı terör örgütü…Bunlar son operasyonda gözaltına alınanlara yönelik suçlamalar. AKP yanlısı medya ballandıra ballandıra yazıp çiziyor yeni düşmanları. KCK, Ergenekon, Balyoz, OdaTV davaları öncesinde de benzer yayınlar yapılmış ancak fos çıkmıştı. Yeni Türkler, eski Türkiye’deki ortaklarını yargılıyor. Bir eksik yok mu? ‘Ne istedilerse verdik’ diyenlerin vereni de bu operasyonlarda gözaltına alınmayacak mı?
Sonuç olarak korku dağları aşmış Ankara’ya ulaşmıştır. Dikkat edin medyada son zamanlarda 1930’ların ortalarında Almanya’da gündeme gelmiş sözler, sloganlar sık yayınlanıyor. Tabii durum bugün farklı.
Çok da ısrar ederse, ille de ben Tek Adam olacağım diye, olur. Olur da, Tek Adam, bir süre sonra tek başına kalır…
 
(*) Her şeyin çakma olduğu bir mekân ve zamanda bu çakma Osmanlıca başlığın, adet bozulmasın çakma Latince karşılığı ‘Timor anus, impetum tabula’ olabilir. Amiyane Türkçesi ise ‘Kestaneyi çizdirme korkusundan medyaya saldırı’.
21 Aralık 2014 tarihli Evrensel gazetesinin Pazar ekinden.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Apo 1999/Öcalan 2025

* Soleimani ve Şocai, Öcalan’ın ‘’Demokratik Konfederalizm’’ ve ‘’Türkiyelileşme’’ tezlerini, PKK liderinin 1999 öncesi ve sonrası açıklama, demeç ve kitaplarına dayanarak eleştiriyor. Sonuçta sahneye çok farklı bir Öcalan portresi çıkıyor. Ragıp Duran İran Kürdistan’ı yani Rojhilatlı iki akademisyen Kamal Soleimani ve Behruz Şocai ’nin ‘’Kürtlerin Devletsizlik Paradoksu - Öcalan’ın Konfederalizm ve Türkiyelileşme Stratejileri’’ başlıklı 247 sayfalık ve 2025 tarihli kitabı Palgrave Macmillan(Springer) tarafından yayınlandı. Kitabın Türkçe çevirisi de DOZ yayınlarınca Temmuz 2025’de Türkiyeli okura sunuldu. Bu akademik çalışmanın özü, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Misak-ı Milli, Ulus-Devlet, Türk-Kürt ilişkileri, KCK, sosyo-politik bir araç olan Kürtçe konularında İmralı öncesi ve İmralı sonrası yayınladığı kitap, demeç ve açıklamalarının kıyaslanması. İki akademisyen, Öcalan’ın bu temel konularda son 26 yılda büyük değişimler gerçekleştirdiğini ayrıntılı alıntılarla kanı...

Kanlı hayalet aslında 104 yıldır tepemizde

* Talat Paşa’nın şahsından çok temsil ettiği ideoloji ve paradigma T.C açısından bugün hala hayati bir öneme sahip. Talat Paşa sadece İttihat Terakki ve 1915 ile organik olarak bağlantılı değil. O bugünkü T.C nebulasının belleği, kalbi ve beyni. Ragıp Duran Güncellikte sürekli olarak çıkmaza girince, ne geçmişi anlayabilir insan ne de geleceği tasarlayabilir. Osmanlı’dan T.C’ye geçiş çok sorunlu, çok zor ve çok kanlı. 102 yıl bir toplum için çok uzun bir süre değil. Ama yeni kurulan Kemalist rejim inatla ve ısrarla, bir asır boyunca iktidarın siyasi/ideolojik/kültürel/pedagojik aygıtlarını kullanarak geçmişi bağımsız, özgür ve nesnel bir şekilde değerlendirmedi. Kendi çıkarlarına uygun devletçi, milliyetçi hatta ırkçı bir ‘’hikaye’’ üretip yaygınlaştırdı. Geçiş sürecinin (1908-1923 ve sonrası) tüm olumsuzluklarını ya gizledi ya da tahrif etti. Ermeni Soykırımı, Kürt Sorunu ve Pontos Rum Konusu bu olumsuzlukların en bariz olanları. Kemalist ideoloji, iktidarının meşruiyetini sağlama...

Volkan Vural’ın Anıları: Tozpembe Gözlüklü Olağan Bir Büyükelçi

* Büyükelçi Volkan Vural anılarında, çocukluk, ilk gençlik, tahsil hayatı ile Seul, Moskova, Tahran, New York, AB Genel Sekreterliği görevlerinde bulunduğu yılları yazmış. Diğer meslektaşları gibi üstün başarılarını, diplomatik zaferlerini anlatıyor. Neyse ki iki perçem itiraz ve eleştiri de var yazdıklarında. Ragıp DURAN Volkan Vural’ın Doğan Kitap’tan çıkan, 2. baskısı 2025 Temmuz ayından yapılmış 429 sayfalık ‘’Olağanüstü ve Tam Yetkili Bir Büyükelçinin Belleğinde Kalanlar’’ başlıklı kitabını okudum. Aslında kitabın henüz ortalarına gelmeden içimden bir ses ‘’Sen bu kitabı okumuştun!’’ dedi. Yoo emindim, ilk defa okuyordum. Biraz yoklayınca belleğimi anladım: Son dönemde okuduğum sefirlerin anı kitapları, birçok bölümde, aynı tornadan çıkmışçasına birbirine çok benziyor. Hepsi çok çalışkan, çok idealist, usta diplomatların yanında yetişiyorlar, atandıkları yabancı başkentlerde hemen onur ve gururla   ‘’Yüce Devletimizi’’   temsil ederken fevkalade önemli işlere imza ...