Ana içeriğe atla

ORHAN DOĞAN CİZRE’NİN BARIŞ ANITI


*Herkes onu çok severdi. Çünkü o da memleketini, hemşehrilerini, barışı çok severdi. Bilhassa gazetecilere çok yardım etmiştir. Onun Cizre’deki evi ve yazıhanesi bizim önemli bir sığınağımızdı. Tanzerler tarayıp delik deşik ettiler o iki binayı.

Orhan Doğan, Kürt siyasetçiler arasında en Türkiyeli olanıydı.

Barış Meclisi son derece isabetli bir karar ile her yıl ‘Orhan Doğan Barış  Ödülü’nü organize ediyor. Geçen yıl Kardeş Türküler bu ödüle layık görüldü. Ödülü de Yaşar Kemal vermişti. Barış Ödülünü veren kurum da, seçici kurul da bu yıl da herhalde yine Orhan Doğan’a yakışan bir kişi ya da kurumu ödüllendirecek. 

Orhan’ı kaybedeli 7 yıl olmuş. Onu ilk tanıdığımda Cizre’de İHD  temsilcisi idi ve avukatlık yapıyordu. Olağanüstü zarif ve narin bir insandı. Yaşıt sayılırdık, ama ben ondan çok şey öğrendiğim için Orhan’a hep ağabey muamelesi yaptım.

Cizrelilere ‘Kürtlerin yahudisi’ derler, çünkü Cizre İpek Yolu üzerindedir. Cizreliler ticaretten iyi anlar, bu yoğun gidiş-gelişler ve geçişler de oranın insanını dışarı açmıştır. Hemen aşağısı Suriye. Üstelik  taa Portekiz’den yola çıkmış TIR da geçer Kasrik Boğazının oradan, Bulgar bayraklı yük kamyonları da. Avukat Orhan’ın İstanbullu, Ankaralı, İzmirli, Sofyalı, Bükreşli müvekilleri vardı.  Orhan’da  ayrıca Cizre’nin zekası ve mizahı da gülümserdi. Gülmeden espri yapardı. Öyle kahkaha atılacak espriler değil yani…
Bir de ben ne zaman yeşil erik görsem, Orhan’ı hatırlarım, şimdilerde Belediye Parkı olan eski Çardakların orada, bir zamanlar, tuz ekip erik yerdik saatlerce süren sohbetlerde…

Orhan’la galiba 1987’den beri çok farklı mekanlarda buluştum, konuştum. En çok Cizre’de,  TBMM’de, sonra Ankara mahpushanesinde, tahliyesinden sonra da İstanbul, Ankara ve Diyarbakır’da…
Ufak tefek cüssesiyle siyasi bir Atom karınca idi. Püfür püfür sigara içerken, bol sebzeli kebapları mideye indirirken, kafası hep siyasetle meşguldü. Giyimine kuşamına bu kadar önem veren bir başka siyasetçi tanımadım ben. Gösterişten uzak ama uyumlu kravatları, ceketin üst cep mendilleri, ayakkabıları her şeyi pırıl pırıldı. Aklı ve vicdanı gibi…
Orhan’da hayran kaldığım bir özelliği de, katiyen sinirlenmemesiydi. Bırakın sinirlenmeyi, sesini bile yükseltmezdi en kavgalı tartışmalarda bile… Ölümler arasından geçerken, binbir dertle uğraşırken, yüzbin provokasyona karşı çıkarken, hep son derece sakindi. Haklılığın sukuneti olsa gerek…
Kolay değildir Kürt aydını olmak. Bir yandan yakın akrabaların dahil onbinlerce Kürt genci dağlarda savaşıyor, siyaset arkadaşların kör pusularda vuruluyor, seçilmiş olduğu Meclislerden tekme tokat kovuluyor… Bir yandan da barış istiyorsun, hakkını talep ediyorsun, Türk arkadaşlarına Türk devletinin zulmünü anlatıp onları ikna etmeye çalışıyorsun… Orhan bunların hepsini helaliyle yaptı.

1991 yılında, vayy demek ki 23 yıl olmuş, HEP’li Orhan Doğan’ın SHP ile Meclis’e girdiği ilk seçim kampanyasını muhabir olarak izlemiştim. Cizre’nin sınır köylerini birlikte gezmiştik. Korucu köyleri dahil çevrede adım atmadık yer bırakmamıştık o zaman. Arı gibiydi Orhan. 5-6 arabalık konvoyla Cizre ve çevresinde, ev ev seçim propagandası yaptı. Aslında Orhan bölgede zaten tanınan-bilinen bir şahsiyetti. Şırnak 3 milletvekili çıkaracaktı. SHP’nin 3-0 yapacağı baştan belli idi.  Buna rağmen Orhan, devletin  bu seçim zaferini engelleyebileceğini, provokasyonlar yapabileceğini hesaba kattığı için, hiçbir şeyi şansa, son ana bırakmıyor her köyde uzun uzun ev sohbetleri düzenliyordu. Oradan da hatırlıyorum: Şeytan tüyü vardı Orhan’da. En keskin muhalifini bile tatlı dili ile yumuşatıyordu, ikna ediyordu. Kürtçe bilmediğim ve öğrenemediğim için bana çok kızardı. Hatta bir keresinde bana ‘Sen bu işe iki ayını ver, ben seni bülbül gibi Kürtçe konuşturacağım’ demişti.
- Nasıl olur Orhan?
- Olur olur çok güzel olur…
- Söyle bakalım bir planın var senin…
- Evet var, bizim sınır köylerinde sana bir yer ayarlayacağım, oralarda çok az insan Türkçe bilir, o köyde 2 ay kalsan mecburen öğrenirsin…

Kürt meselesi ile yoğun olarak ilgileniyorum. O zamanlar AFP’de çalışıyorum. Başka bir çok yabancı medyaya da haber geçiyorum. Kürt mücadelesine sonsuz saygım var ama  sınır köyünde geçirecek iki ayım maalesef yok.  Uygun bir lisanla Orhan’a anlattım durumumu. Pek memnun kalmadı ama…
-         Peki sen bilirsin,  ne kaybettiğinin farkında değilsin herhalde…

Bu seçim kampanyası sırasında 10-15 hanelik küçük bir dağ köyüne gitmiştik. Önce muhtarın evine gittik, konuşmalar yapıldı, çaylar içildi. Sonra 1-2 eve daha gittik.  Orhan, gençlerden birine bir şeyler söyledi, Kürtçe tabi. O çocuk da geldi benim yanıma ve kendisini takip etmemi istedi. Çok önemli bir şey gösterecekmiş. Orhan da tamam deyince, ben rehberimle kalabalıktan ayrıldım.  Köyün biraz dışında bir eve gittik.  Gerilla ailesi imiş. Yarım saat kadar güzel bir sohbet yaptık. Ama benim gözüm saatte. Çünkü daha gitmemiz gereken en az 3 köy daha var. Akşamüstü de Silopi’de olmamız lazım. Müsaade istedik aileden. Kapının önünde fotograflar çektik. Köye döndük. O da ne? Meydanda kimsecikler yok. Bizim arabalar gitmiş. Konvoy yok, Orhan yok, Hacı yok, Abdullah yok, Said yok…Bunlar beni unutmuş olamaz. O zaman öyle cep telefonu filan da yok. Yanımdaki çocuğa soruyorum ‘Nereye gitmiş olabilirler?’, çocuk hiçbir şey anlamamış gibi yapıp Kürtçe bir şeyler söylüyor bana. Muhtarın evine gittik. Onlara da sordum, oradan da bir cevap alamadım. İlginçtir, taş çatlasa 40 dakika önce benle Türkçe konuşanların hiçbiri  artık Türkçe konuşmuyor. Herkes, ben hariç, Kürtçe… Açıkçası ilk başta uyanamadım. Sinirlendim de. Allahın dağında bir başıma bırakmışlar beni, derdimi de anlatamıyorum. Rehberim evine götürdü beni. Yine çaylar ikram edildi. Anası babası da gülerek yüzüme bakıyor. Türkçe hiçbir soruma cevap verilmiyor. Yatak serdi. Galiba kalıcıyım bu gece. Hayırlısı… Neden sonra uyandım. Daha doğrusu Orhan’ın bana Kürtçe öğretme metodunun devreye girdiğini, başladığını anladım. Konvoy 3 köye gitmiş, dönüşte beni aldılar, ama ben en az 2 saat sağır/dilsiz, üstelik de sinirli ve geleceği meçhul bir konumda idim. Orhan beni görünce gülerek yanıma geldi, sarıldı öptü ama o da Kürtçe konuşuyor.
-         Orhan tamam yeter, seneye gelip 4 ay kalacağım bu köyde!
-         2 saatte bir şeyler öğrenebildin mi bari?

Maalesef o dört ay hiç gelmedi. Gelseydi Orhan sevinirdi. Ben de bir dil kazanmış olurdum.

Orhan’ın değerini çok daha iyi anlayabilirdi herkes. Orhan bu Çözüm Süreci’nde hayatta olsaydı. Aslında daha Özal’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde bu mesele bir şekilde gündemde idi.  Orhan’a da söylemiş Özal. ‘Orta Asya gezisinden döneyim, bir araya geleceğiz şu Kürt meselesini çözeceğiz’ demiş. Onun da hayatı yetmedi. Kürtlerin büyük bir çoğunluğuna göre hayatını yetirmediler.
Bir isim,  Barış Ödülüne ancak bu kadar yakışır, denk düşer.
Son bir kare:
Orhan’ın ölümünün 2. ya da 3. yılı. Cizre’de anma töreni yapıyoruz. Acaip kalabalık. Dörtyol’da konuşmalar yapıldı. Oradan topluca mezarlığa doğru yürüyüşe geçtik.  Sağlı sollu dükkanlarda bir telaş. Esnaf kepenk indirip kaçıyor yürüyüş güzergahından. Halbuki bizim yürüyüş kolu son derece barışçı, vakur, ağırbaşlı… Hiçbir taşkınlık yok. Merak ettim. Kepengini kapayan bir esnafa sordum :
-         Hayrola Orhan Doğan’ın anmasından mı kaçıyorsunuz?
-         Yok valla abey, Orhan bizim canımız da…sen bilmezsin bu yeni veletler camı pencereyi indiriyor…
Geçenlerde aramızdan ayrılan Dr. İsmail Vessek vardı yanımda. ‘Kim bu yeni veletler’ diye sordum. O da açıkladı: ‘Polis, yürüyüş, miting günleri korucu köylerden çocukları getiriyor Cizre’ye, onlar da etrafa taş filan atıp, PKKliler yapmış izlenimini veriyor’. Esnaf ilk başta bu ‘yeni veletleri’ Cizre’deki ‘gençlikteniz’ grubuna vermiş, fakat onlar da bu ajanları analarından doğduğuna pişman ettikleri için, esnaf acımış, kendi tedbirini kendi almaya başlamış.
Velhasıl Orhan büyük bir adamdı, iyi bir adamdı, sıkı bir barışçıydı…Kürdistan’da barış olduğu gün onun ruhu huzura erişecek… 

Yurt Gazetesi, 21 Eylül 2014 Pazar


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla