Ana içeriğe atla

YENİ TOPLUMSAL MUHALEFET VE ATILABİLİR İNSAN

Neo-liberal küreselleşme değer, temsiliyet, kimlik ve kamusalda yarattığı krizlerle savaş, işsizlik, dışlama, sömürü ve doğa tahribatına yol açtı. Cevap olarak kendiliğinden gelişen yeni toplumsal muhalefet de, Brezilya’dan Suriye’ye, Wall Street’ten Gezi’ye  barışçı, koalisyoncu, çevreci en önemlisi insanî bir tepki geliştiriyor. Tarihçe, gerekçe, özellikler ve medyada durum…

Merhaba,

Bizim oturumun başlığı ‘Dünyada Sivil Uyanış ve Türkiye’ye etkisi’.
Buradaki ‘SİVİL’ sözcüğü, biraz muğlak bir kelime. Sivil inisyatif, sivil toplum, sivil Anayasa, sivil hükümet…gibi bir çok bağlamda kullanılıyor. Muğlak bir anlamı var. Üzerinde herkesin hemfikir olduğu hukuki bir tanım yok. Daha çok siyasi-ideolojik bağlamda kullanılıyor bir.  Mesela Türkiye’de TOBB da,   Fenerbahçe Spor Klübü de kendisini Sivil Toplum Örgütü olarak tanıtıyor. Sivil Toplum galiba Karl Popper tarafından popüler hale getirildi.  Sivil (Civil) Latince kökenli, uygar, medeni demek. Civilisation da uygarlık. Ama Fransızcada mesela Tribunal Civil, Hukuk Mahkemesi anlamında kullanılır. Türkçe’de ise sivil, daha çok askerî olmayan, hatta asker karşıtı anlamına geliyor. Bu nedenle ben sivil inisyatif yerine, yeni itiraz, yeni muhalefet, yeni başkaldırı, yeni ayaklanma gibi deyimleri tercih ediyorum.  Bu hareketlerin genel bir özelliğini hesaba katacak olursak da, YENİ TOPLUMSAL MUHALEFET (YTM) bana uygun bir isimlendirme olacak.

Başlıkla ilgili ikinci nokta: YTM’nin Türkiye’ye etkisi. Çok geniş, çok derin bir konu. Ben siyasal bilimci ya da sosyolog olmadığım için, alanı biraz daraltıp, YTM’nin medya alanındaki etkileri üzerinde duracağım. YTM, mevcut medyaya ne yaptı? Nasıl değiştirdi? Medyanın yanıtı ne oldu?
Konu çok geniş ve çok derin olduğu için, 15 dakika içinde, ancak sentetik bir özet yapabileceğim. Ana başlıklar halinde…

Medyayı tek başına ele alıp incelemek mümkün değil. Çünkü medya çok siyasi, çok ideolojik, çok toplumsal, çok kültürel bir mekanizma. Yani çok boyutlu, çok unsurlu bir bütün. Bu nedenle, önce YTM’nin çeşitli özelliklerine bakalım:

Somut olarak yakın dönemde YTM dediğimiz hareketler nerelerde, ne isim altında ortaya çıktı?
ABD’de Occupy Wall Street
İspanya’da Öfkeliler (İndignados)
Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’de…genel olarak Arap Baharı ya da Arap Devrimleri olarak adlandırılan hareketler
Brezilya’da otobüs biletine zamma karşı patlayan hareket
Türk medyasında pek yer almasa da, Bulgaristan, Makedonya ve Bosna-Hersek’deki hareketler
Ve tabi ki GEZİ DİRENİŞİ

GEREKÇELER VE KISA GEÇMİŞ
YTM’nin tarihçesine baktığımızda 1989’da Berlin Duvarının yıkılmasına gidebiliriz. Yani çift kutuplu dünyadan tek kutuplu dünyaya geçerken, işte Yeni Dünya Düzeni adı verilen neo-liberal küreselleşmenin başlangıç yılları… ABD’de  Reagan, İngiltere’de Thatcher hükümranlığı… Bizde de Turgut Özal. Fransızların ‘Pensée Unique’ dediği (Tek Düşünce), işte ‘Tarih Bitti’, ‘İdeolojilerin Sonu Geldi’ sloganlarının yaygınlaştığı başlangıç dönemi. Baba Bush ve Bush Jr’un Beyaz Saray günlerinde de neo-con’ların egemen olduğu günler geliyor sonra.

Aslında Marx okurları için, beklenmedik bir dönem değil bu yıllar. Marx, 19. yüzyılın ortalarından itibaren kapitalizmin dönemsel krizlerini inceleyip, öngörülerde bulunurken, bugün yaşadıklarımızı tasvir etmişti.

Ekonomik ve toplumsal açıdan baktığımızda bu dönemin en belirgin özellikleri olarak, tekelleşme, özelleştirme, savaşlar ve işsizlik önplana çıkıyor. Büyüme ve kalkınma odaklı, kâr ve rekabet merkezli ekonomik sistem, yoğun sömürüye  yol açtı. Délocalisation denilen üretim merkezlerini ucuz iş gücü, az vergi, çok teşvik olan ülkelere kaydırmak, sendikasızlaştırma, başta göçmenlerin ve her türlü azınlıkların ve tüm ötekilerin dışlanması, kentsel dönüşüm adı altında kent rantının insan ve doğayı müthiş bir şekilde tahrip ederek yaygınlaşması sonucu fevkalade olumsuzluklar birikti. Bu süreçte siyaset ile ekonomi arasındaki denge ve ilişkiler de alt üst oldu. Siyasetin gücü azaldı, ekonomi üste çıktı. Yani hak hukuk, paranın altında ezildi. O kadar ki, Parlamentoların yasama yetkisi de budandı. Yerine özerk kurullar denilen  makamlar, yasa koyucu oluverdi. Bizde de RTÜK, BDDK gibi kurullar, yasa yerine günlük düzenlemelerle, kendi sektörlerini sistemin istediği şekle soktular.

Bu muazzam değişim sürecinin başlarında, küresel kapitalizmin Kab’esi  görünümündeki Davos’daki Dünya Ekonomik Forumuna karşı, muhalifler, Dünya Sosyal Forumunu (DSF) oluşturdu ve mevcut duruma yanıtlar aradı. Ne var ki aranan yanıtlar bulunamadı.  DSF bütün iyi niyetine rağmen eski zihniyet kalıpları, eski örgütlenme modelleri içinde bazı formül ve reçeteler yaratmaya çalıştı ama olmadı. Çünkü zaten adı DSF olmasına rağmen esas olarak klasik/geleneksel sol muhalefet partileri yani siyasi gruplar burada aktifti. Toplumsal temsil zayıf kaldı.

YTM’nin ÖZELLİKLERİ
Demin saydığım YTM örnekleri, farklı dönemlerde, farklı ülkelerde, farklı nedenlerle ve bağlamlarda gündeme geldiği için her birinin kendine has özellikleri var tabi ama yine de bir çok ortak noktaya da sahip:

BARIŞÇI. 50’lerin sonundan itibaren sömürgeciliğe karşı ulusal kurtuluş hareketleri olsun, 70’lerde ortaya çıkan radikal Marksist gerilla hareketleri olsun hep silahlı idi. YTM’nin önemli özelliklerinden biri ise, olağanüstü bir şekilde şiddetle karşılaşmasına rağmen, barışçı kimliğinden taviz vermedi.
GENÇ ve İYİ EĞİTİM ALMIŞ. YTM’nin kompozisyonuna baktığımızda, çoğunluğu, iyi eğitim almış gençlerin, kentli, meslek sahibi insanları görüyoruz.
ESKİ ANLAMIYLA ÖRGÜTSÜZ VE LİDERSİZ.  YTM, eski sol muhalifler gibi, demokratik merkeziyetçilik, gizli hücreler filan gibi yapılarda örgütlenmiyor. Mao, Lenin gibi bir liderleri de yok. Kendiliğinden ve doğal bir şekilde bir araya geliyor.
GENEL DEĞİL SOMUT. Eski muhalefet kuşaklarıyla kıyaslandığında YTM, ‘Kahrolsun kapitalizm!’, ‘Kahrolsun Emperyalizm!’, ‘Yaşasın halkımız!’ gibi genel slogan ve hedeflerin yerine, çok somut, çerçevesi belli talepler uğruna mücadele ediyor. İşte Gezi’de bir kamu alanının savunulması, Brezilya’da zammın geri alınması… vs…
YTM, İKTİDAR TALEP ETMİYOR. YTM, evet belki eski iktidarların istifasını talep ediyor ama bizatihi kendisinin iktidara gelme diye bir talebi yok. YTM, kendi taleplerinin mevcut ya da olası iktidar tarafından hayata geçirilmesini istiyor.
BİRLEŞTİRCİ, KAPSAYICI. YTM, doğası gereği seferber ettiği tüm güçleri, en geniş kitleyi birleştirebiliyor, kapsıyor. Hatta neredeyse doğal olarak koalisyoncu bir özelliği var.
YTM, sosyal medyayı çok iyi kullanıyor. Bu konuyu birazdan açacağım.
YTM içinde eski solcu muhalifler de var ama ana kadro yeni ve genç aktivistlerden oluşuyor. Çoğu belki de ilk kez toplumsal, siyasal bir eyleme katılıyor.
YARATICI ve ZEKİ. YTM, yaşı, aldığı kültür ve konumu itibarıyla eski kuşak muhaliflere kıyasla muziplik derecesinde mizahçı.
YTM, klasik sağ/sol, burjuva/proleter ayrımlarını da aşmış. Sınıfsal kökenlere değil kültürel/ideolojik tercihlere göre kitlesini oluşturuyor.

YTM’NİN ÇIKIŞ NEDENLERİ
Özellikler bölümünü uzatmak, genişletmek mümkün.
Şimdi YTM’nin neden ve nasıl ortaya çıktığı meselesine gelelim. Ben, bu zuhur edişte 4 büyük kriz görüyorum.

DEĞER KRİZİ: Mevcut düzenin bir dizi alandaki temel değerleri ile YTM’nin talep ettiği temel değerler arasında büyük uçurumlar ortaya çıktı. Mesela mevcut sistemde çok fazla ŞİDDET var, oysa ki YTM, BARIŞ istiyor, şiddetsizlik istiyor, medenilik istiyor. Mevcut sistemin neredeyse temel değeri PARA, YTM ise temel değer olarak İNSANLIK istiyor. Hümanizm istiyor. Edward Said’in betimlediği HÜMANİZM. Mevcut düzen, egemenlere BOYUN EĞİLMEsini öneriyor. YTM ise SORGULAMA ve ELEŞTİRİ talep ediyor. Doğu’da egemenler ve onların düzeni BİAT’ı zorluyor, YTM buralarda İTİRAZ’ı gündeme getiriyor. Değerler krizinde zıtlık örneklerini çoğaltmak mümkün.
TEMSİLİYET KRİZİ: Mevcut siyasi-toplumsal düzen/sistem, yani Parlamento, partiler, sendikalar, dernek, vakıf ve diğer örgütler, YTM’nin yeni taleplerini karşılayamaz oldu. YTM’nin mensupları, ‘Siz beni temsil etmiyorsunuz!’ diyor. Ve ekliyor: ‘Ben zaten temsil edilmek istemiyorum. Ne yapacaksam kendim yapmak istiyorum’. Bir tür doğrudan ya da yarı-direkt bir katılım, bir demokrasi talebi… YTM, eski düzenle/sistemle özdeşleşemiyor ve kendine has bir düzen arayışı içinde…
KİMLİK KRİZİ: Kimlikten kastım salt milli ya da etnik kimlik değil. Cinsel kimlik de değil. Ama hepsini içeriyor. Mesela, genç hatta çocuk, ebeveyn baskısı altındaki genç kimliğini red ediyor. Yurttaş,  devlet baskısı altındaki ezilmiş köle yurttaş kimliğini istemiyor. YTM’nin tahayyülündeki insan, sürünün, grubun, partinin, kümenin mensubu olmak istemiyor. Özerk hatta bağımsız birey olmak amacında.
KAMUSALLIK KRİZİ: Yurttaşın eskiden özgürce ve çoğu zaman bedava olarak hizmet aldığı kamusal etkinlikler ve alanlar, neo-liberalizmin özelleştirmesi nedeniyle daraldı, kısıtlandı, azaldı hatta bazıları tamamen ortadan kalktı.  La Chose Publique ya da Public Good  denilen bu alanların korunması, yeniden kazanılması için YTM bir mücadele yürütüyor. GEZİ DİRENİŞİ bu alanda somut bir örnek. Zaten YTM’nin mücadele alanlarına, merkezlerine bakın, hep bu tür kamusal meydanlar: Washington Square, Taksim, Tahrir, Rabia Al Adawiya ya da Puerta Del Sol…

İşte gerekçeler, özellikler ve krizler bölümünü global olarak değerlendirdiğimizde ortaya çıkan sonuç, Fransız felsefeci Bertrand Ogilvie’nin üretip, Etienne Balibar’ın geliştirdiği ATILABİLİR İNSAN (Homme Jettable/Disposable Man) sahneye çıkıyor. Traş bıçakları var ya, üç kere traş olup atıyorsunuz sonra… E hiç kimse, bir süre kullanıldıktan sonra atılmak istemez. Soma’da madene canlı olarak iniyorsunuz, sonra çıkışta cenazenizi atıyorlar toprağa…
YTM, insanların atılabilir insan olmaması için mücadele ediyor.

MEDYA?
Şimdi hızlıca ve kısaca YTM’nin medya ile ilişkilerine değineceğim. GEZİ DİRENİŞİ ama aynı şekilde Occupy Wall Street ve diğer YTM’ler de mevcut  egemen medyanın pabucunu dama attı. Egemen medya iflas etti, rezil oldu, penguen oldu! Bunun altında yatan neden, egemen medyanın YTM eylemlerini doğru dürüst izleyip aktar(a)mamasından kaynaklanmadı. Yani teknik bir habercilik meselesi değil. Mevcut egemen medya, YTM’in mücadele ettiği sistemin zaten bir parçası/bir aparatı olduğu için sınıfta kaldı.

YTM, İnternet’in özellikle de sosyal medyanın gücünü hatta üstünlüğünü kanıtladı. İnternet’in Türkiye’de günlük hayatımıza girdiği ilk dönemleri hatırlayın: O zamanlar İnternet’te biz egemen medyanın haberlerini alırdık, okurduk. Oysa ki bugün, neredeyse bütün klasik/geleneksel medya organları sosyal medyadan besleniyor. Radyo ve televizyonların reytingi ile basılı medyanın tirajlarını topladığınızda bile, sosyal medyanın aldığı tıkları aşamıyor. Sosyal medya artık belki egemen olmasa da çoğunluğun tercih ettiği medya haline geldi. Üstelik, sosyal medya sayesinde, yurttaş artık pasif olmaktan çıktı, kendi haberini kendisi yazıyor, kendi gazetesini kendi yayınlıyor. Mevcut egemen medyanın yalanlarını, gizlediği bilgileri de sosyal medyadan kamuya iletebiliyor.

İlginçtir, sosyal medya ile YTM arasında, yapı bakımından çok sayıda benzerlik, ortaklık var. Her ikisi de örgütsüz ve lidersiz. Twitter’in Facebook’un evet patronu var ama lideri yok. Sosyal medya da, YTM de,  çoğulcu, katılıma açık, çok boyutlu, çok renkli, çok sesli, yaratıcılığı, kamusallaşmayı teşvik eden ortamlar…

Tarihte tüm önemli siyasal ve toplumsal olayların kendilerine has medya organları vardır. Her siyasal/toplumsal olaya tekabül eden bir medya  türü var:
Büyük Fransız İhtilâlinin medyası, ‘Pamphlet’idi. Türkçeye ‘Risale’ diye çevirebiliriz. O broşürler aracılığıyla yayıldı devrimci fikirler.
Lenin, Bolşevik Devrim’de medya olarak ‘Pravda’yı iyi kullandı.
Hitler’in favori medyası radyo idi. Brecht’in Nazilerin radyoyu kullanması hakkında önemli bir makalesi vardır.
Çin’de Büyük Proleter Kültür Devriminin medyası ‘Dazibao’ idi. Duvar gazeteleri…
Humeyni, İran İslam Devrimi öncesi ve sırasında teyp kasetlerini kullandı medya olarak
ABD, 1991’de Irak İşgali sırasında ana medya olarak CNN’den yararlandı.
YTM’lere baktığımızda hepsi sosyal medyayı kullanıyor.

Bu konuda önemli bir literatür var: Manuel Castells (‘Enformasyon Çağı’ ile ‘İletişim ve İktidar’) ile Paulo Gerbaudo (‘Twitler ve Sokaklar’).
İki eğilim tartışılıyor: Birincisi, teknolojiyi, İnternet’i, sosyal medyayı neredeyse kutsayan, olmazsa olmaz  bir kimlik ve varlık veren anlayış, ki haliyle yanılıyor. Çünkü mesela Mübarek, Mısır’da devrilmeden önce İnternet’i bile kesmişti ama yine de iktidarda kalamadı, devrildi gitti. Gezi konusunda da bazıları, direnişin özünü akıllı telefonlarda aradı. Halbuki Gezi’yi akıllı telefonlar değil, akıllı çocuklar yaptı. Twitter ya da Youtube yasaklanınca, gördük, sadece sıkı sosyal medya kullanıcıları değil,  teyzeler, dedeler de hemen gerekli ayarları yapıp, iletişime devam etti.  İkinci eğilim de, ilkinin tersi gibi gözükse de aslında farklı bir versiyonu. Onlar da aracı ya da biçimi neredeyse hiç kaale almadan, ‘Esas olan mesajın içeriğidir, ileten araç değil’ diyor.  Bütün mesele doğru ve çoğulcu içeriği uygun araçla iletmek. Aslında sorun, hakiki gerçekle yani sokakla, sanal gerçek yani İnternet arasındaki geçişkenliği sağlayabilmek. Gerbaudo’nun kitabında ilginç bir mesaja rastladım. Mesaj, Mısır devrimi sırasında, Facebook’da yayınlanmış. Diyor ki… ‘Biz Facebook’da değiliz, sokaklardayız!’.
YTM, sosyal medyayı hem seferberlik, hem duygu ile aklı bütünleştirmek, hem iç hem de dış iletişimi sağlamak için genel olarak başarıyla kullandı.

10 YIL YA DA 30 YIL SONRA
Bitirdim. Sonuç: Bu YTM, bence tarihi süreç açısından belki de en az 1871 Paris Komünü, 68 Mayıs’ı ya da Duvar’ın yıkılması kadar önemli ve etkili bir sürecin başlangıcını muştuluyor.
10 yıl sonra çocuklarımız, 30 yıl sonra torunlarımız bize soracak: ‘Baba, anne, dede, nine… Siz Gezi Direnişi sırasında neredeydiniz?’. Ben eminim, bu salondakilerin hepsi, çocuklarına, torunlarına çok güzel şeyler anlatacak… Teşekkürler.


* Bu metin,  Konrad Adenauer Vakfı, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Alman-Türk Vakfı tarafından  14-17 Mayıs 2014 tarihlerinde Antalya’da düzenlenen 28. Türk-Alman Gazetecilik Seminerinde yapılan konuşmanın bilahare zenginleştirilerek yazıya dökülmüş versiyonudur. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla