Tanıyanların sevdiği, şahsen tanımayıp kitaplarını okuyanların saydığı hakiki bir aydındı Ahmet Güngören. Tam bağımsız ve hakikaten demokrat, ayrıca da öpözgün bir şahsiyetti. Çelebi, gırgır, hayatı seven bir arkadaşımızdı.
Aix-en-Provence’da aynı yıllarda (1973-78) üniversite tahsili yapmıştık, öğrenci derneğinde birlikte Maoculuk etmiştik. Çok sonraları, ‘90’lı yılların sonlarına doğru, Patika Yayınları’nın yöneticisi olarak benim ilk medya eleştirisi kitabımın editörlüğünü üstlenmişti. “Apoletli Medya” başlığını da o çıkartmıştır. Kitaptaki bir yazıda, dönemin egemen medyasını betimlerken kullandığım sıfatlardan biri… O kitabın ilginç kapak tasarımını Ayşegül Güngören yapmıştı. Ahmet’in oğlu Deniz’in annesi.
Ahmet’in babası Taocu idi, oğlu üniversite yıllarında Maocu olmuştu. Bu ses uyumunu kikir kikir gülerek anımsardık her seferinde.
Ahmet hakkında unutamadığım bir olay da şuydu: Sılada üniversitede ilk yılımız. Fakültelerimiz ayrı, ama 15-20 kişilik Türkiyeli öğrenci grubu, öğlen ve akşam yemeklerinde üniversite lokantasında (Restau U Gazelles) hep birlikte yemek yiyoruz. Birkaç ay sonra Ahmet önce öğle yemeklerini, sonra da akşam yemeklerini aksatmaya başladı. Bir süre sonra da hiç gelmez oldu. Bir gördüğümde neden yemeklere gelmediğini sordum:
— Restau U kuponu 2.45 Frank. Ben o parayı vereceğime bir baget alıyorum, peynir, yumurta filan alıyorum, öğlen-akşam, hatta bazen iki gün yetiyor, çok daha ucuza geliyor…
— İyi ama Ahmet, 2.45’e 4 tabak yemek çıkıyor Restau U’de…Öyle peynir ekmekle bir mi?
— Ama dedim işte, daha ucuza geliyor… Ben hesapladım, öğün başı 1.50’ye geliyor bana… 95 centimes kâr ediyorum anlayacağın.
— İyi de Ahmet, bu mantıkla hiçbir şey alma, o zaman 2.45 kâr edersin yani…
Paraya pula önem veren biri değildi Ahmet. Lazlık filan da yoktu soyunda. Bu yemeklerden kaçışın nedeni kesin 95 centimes kâr filan da değildi. Büyük bir ihtimal Ahmet, üşengeçliği, hatta tembelliği nedeniyle dersten ya da evden çıkıp Gazelles kantinine gelemiyordu.
Cenazesinde Çanakkale’yi neyse ki Hasan (Temel Turhanlı) temsil etti.
Ahmet müthiş çelebi bir adamdı. Bilgili, kültürlü, efendi bir şahsiyetti. Aynı zamanda acayip gırgırdı. Hedonizmi de vardı, tütün ve alkolle çok iyi, hatta aşırı iyi anlaşırdı. Sağlık sıhhat, önemsiz bir ayrıntıydı onun için. Hiç öyle şeylere takılacak bir adam değildi. Galiba gizli bir anarşist idi. “En güzeli siyah olanı olsa da / Sevmem hiç bayrakları” (Renaud) diyenlerdendi. Hiçbir konuda acelesi yoktu. Her şeyi demleyerek, demlenerek, ağır ağır, zevkini çıkara çıkara yapardı.
En son “Ece Ayhan ve Sinema” buluşmasında konuşma yapmaya Çanakkale’ye geldiğinde, başında bir denizci şapkası, bizim buradaki Meyhaneler Sokağı’nın neredeyse tüm esnafını dost edinmişti. Onu kaptan sanmışlar, onun da hoşuna gitmişti bu kaptanlık payesi. Gezgin, hercai ya… Biri sormuş Ahmet’e:
— Abi siz hangi geminin kaptanısınız?
— Sarhoş Gemi’nin!
Bir Rimbaud’luk vardı Ahmet’te de. Gerçi Arthur, Ortadoğu’da, Afrika’da köle ticareti yapmış, bizim Ahmet ise, oralardan ve Orta Asya’dan Şaman ve diğer antropolojik öyküler, yazılar getirmişti. Sinema ve antropoloji tahsil etmişti, iki alanı da iyi bilirdi, ama uzmanı olduğu konularda hiç ukalâlık etmez, habire okumaya, öğrenmeye devam eder, bildiklerini de cömertçe herkesle paylaşırdı. Açık Radyo’nun ilk yıllarında yayınlanan Sineantropos programlarının içeriği, daha sonra kitap olarak yayınlandı. Mütevazı idi. Kâh yalnızlığın, kâh kalabalıkların adamıydı. Kalın miyop gözlüklerinin ardından çoğu zaman muzip bakışlar fırlatırdı etrafa. Biraz da gecelerin adamı olduğu için, üniversitede ancak öğleden sonra en son dersi verirlerdi ona. Severek, benimseyerek, zevk alarak ders anlatırdı. Sohbetlerinde olduğu gibi…
‘70’li yılların başında, lise son sınıf talebesi idik ikimiz de, ben Galatasaray’da, Ahmet Saint Benoit’da. Siyaset felsefesi profesörü, bizim Aix grubunun doyeni Philo Ali (Vahit Turhan) tanıştırmıştı bizi. Ali’nin bir söyleşide öğrencilerine önerdiği iki kitaptan biri, Ahmet’in “Ve bir gün babam zenci oldu” kitabı. Ahmet, piyasada “oryantalizm”, “öteki” kavramları henüz moda olmamışken, bu olgularla ilgilenmiş, bunları deşmiş bir adamdı.
Yine bizim bu Aix kabilesinden Suat Hoca (Gezgin) da sağolsun yılda bir-iki kez toplar, bir araya getirir bizi.
‘70’li yıllarda Aix-Marseille’de Türkiyeli öğrencilerden lisans, master, doktora yapanlardan galiba önce Seyhan, ardından Osman’ı yitirmiştik. Ahmet bu grubun göçen üçüncü üyesi.
Giden çok yakınınız ise, sevdiğiniz biri ise, siz de biraz onunla gidersiniz. Ya da bu ayrılış, bir gün, belki de yakın bir gelecekte, sizin de gideceğinizin habercisi. Sonra bizim Aix takımı yarın öbür gün yine toplanınca Ahmet’in eksikliğini bir kez daha kolektif olarak kötü bir şekilde anımsayacağız.
Yorumlar