ÇOK BOYUTLU BİR FENOMEN
·
İktidar açısından hâlâ büyük bir
tehlike. Çünkü anonim, çünkü canlı, çünkü hayalet gibi görünmüyor ama hava gibi
her yere sızabiliyor. Eski siyasi kalıp ve anlayışlarla kavranamayacak kadar
yeni, ama Ben Hur kadar eski. Gezi de Gezi…
Bayram günü bizim Çanakkale’de bir KOBİ sahibi ile sohbet.
Tatilde Midilli’ye gitmiş. Gezmiş, tozmuş eğlenmiş, çok memnun.
-
Herkes çok rahat, gençler yaşlılar en şık
elbiselerini giyip sahilde volta atıyor, lokantalar tıklım tıklım, bizdekinden
çok daha ucuz, şarap ya da uzolu bir balık, üstelik meze olarak da şahane deniz
ürünleri var, adam başı en fazla 10-15 Euro veriyorsun. Rakı fabrikalarını da
gezdik. Oteller de temiz ve kaliteli…
Arkadaşı en çok iki şey etkilemiş:
- Sakallı kapkara elbiseli bir rahibe rastladık
lokantada. Kafayı çekiyordu bir grup arkadaşı ile. Acayip gülüp eğleniyorlardı.
Bizde bir imam böyle doğal davransa hele bir de alkol alsa, Diyanet adamı
aforoz eder herhalde! Onların masasında bir de karma birisi vardı…
- Karma?
- Hani böyle yarı erkek yarı kadın…
- Hıı…
- Kimse dönüp bakmıyordu bile adama, adam mı kadın
mı neyse işte…
Rahiple LGBT’den sonra esas bombayı patlattı:
- Vallahi ben bu Müslümanlık yüzünden ateist
oldum. Midilli’de yaşasaydım Hıristiyan olabilirdim yani… Kimse kimseye, ne
hayat tarzı açısından ne kimlik açısından karışıyor… Bizde öyle mi? Bir şey
yap, ayıp, başka bir şey yap, günah…Orada öyle değil. Hıristiyanlık iyi bir şey
galiba?
- Ne o, bir Midilli tatilinden sonra ateizmden vaz
mı geçiyorsunuz?
- Yok canım, ben kolay kolay ateizmden vazgeçmem!
AKP iktidarında, 30 televizyon kanalının belki 25’inde,
Kurban Bayramında dini propaganda yapılan bir dönemde, üstelik işveren
konumundaki bir adamın bu ateizm söylemi bana çok önemli ve anlamlı geldi.
Trakya’nın, Ege’nin özelliği olsa gerek.
Bu arkadaşın Midilli lokantasını betimlediği ortam, yani
özgürce eğlenebilmek, kalabalık içinde sürüye aldırmadan birey olabilmek,
dinmiş LGBT’ymiş ayrım yapmamak aslında Mayıs sonu-Haziran başında Taksim’de Gezi Parkında günlerce gecelerce
yaşandı. Üstelik Gezi’deki insanlar sık
sık Toma’larla yıkanıp bol bol gaza muhatap kaldılar. Midilli’de ne Toma var,
ne de gaz…
Dönüp dolaşıp Gezi’ye bağlanıyor her olay, her gelişme.
Kaçınılmaz. Koskoca Başbakan Trabzon’a gidiyor mesela, fol yok yumurta yok,
‘Nerede hani Geziciler?’ diye hatırlatıyor Gezi’nin devasa varlığını. Şükran!
Yalnız Beyefendi’nin bir tezi doğrulandı: Gezi’nin
uluslararası kollarından, ayaklarından filan bahsediyordu. Badiou, Zizek,
Chomsky mesela bu boyutun entelektüel simgeleri oldu. Brezilyalı gençler Türk
devletinin bayrağını Gezi’nin bayrağına dönüştürdü. Bir başka ülkede işgal
edilen bir binanın adı Taksim oldu. İspanya’da Öfkeliler, ABD’de Occupy Wall
Street de Gezi’nin oralardaki
şubeleriydi ya da Gezi onların Türkiye temsilcisiydi. Foti Benlisoy, işin
Bosna-Hersek, Bulgaristan, Makedonya boyutlarını anlatmıştı bir toplantıda.
Bense bir ay kadar önce Istanbul’da solcu bir Vakfın toplantısında
Gezi’den söz ederken bazı tereddüt hatta itirazlarla karşılaşmıştım:
- Ama Hocam, Lenin örgütlenmenin halkalarını
anlatırken…
- İyi güzel de, bu çocuklarda siyasi-ideolojik
bilinç yok ki…
- Yahu bunlar biraz fazla burjuva çocuğu, hepsi
üniversite mezunu, yabancı dil filan biliyorlar
- Bu çocuklar güzel şeker, fırlama gırgır da,
bunların sıradan halkla pek ilişkileri yok galiba…
- Öyle bir parladı söndü, güzel bir anı olarak
kaldı, yoksa bizim oğlan da Gezici…
Eski kalıplarla düşününce Gezi’yi anlamak, kavramak, sevmek
zor. Son zamanlarda Gezi’yi daha iyi öğrenmek için bir sürü kitap çıktı. Gezi
aslında hâlâ her yerde. Hem iktidardakilerin korku çıkınında irice bir taş.
Muhalefetin aklında ve gönlünde de solmaz bir çiçek. Ama bir çok kesimde, ‘Eee
şimdi ne olacak? Bu kadar mücadele boşa mı gidecek?’ diye bir endişe var. Ve
hemen arkasından Gezi Direnişini yerel seçimlere tedavül etme girişimleri
geliyor.
Sarkozy, Fransa’da 2007’de iktidara geldiğinde, ilk konuşmasında ‘Bu memleketi 68
Mayıs’ından kurtarmak gerekiyor’ demişti. Aradan 39 yıl geçmişti. 68 Mayıs’ı
Sarkozy’nin midesinde ve aklında bir ur
gibi kalmıştı.
Gezi tartışmalarında hep iki referansım var:
- Bakın 1871 Paris Komünü topu topu iki ay kadar
sürmüştü. Sonra Prusya Ordusu kente girdi ve katliam yaptı, taş üstüne taş
bırakmadı. Ama tarih Paris Komününü hatırlar, yenilgiyi değil.
-
68 Mayıs’ından da kısa bir süre sonra yapılan seçimleri de sağcı De
Gaulle kazanmıştı. Ama tarih, De Gaulle’ün seçim zaferini değil 68 Mayıs’ını
hatırlar.
Bu iki tarihi vakadan hareketle, Gezi’nin kısa hatta orta
vadede günlük siyasete tedavül edilemeyeceğini hesaplamak gerek. Keza Gezi,
yeni hatta yepyeni olmasına rağmen esas olarak siyasi bir hareket değil. Daha
çok ideolojik, kültürel ve toplumsal bir başkaldırma. Eskiye karşı yeninin
sevimli yüzünü göstermesi. Bir zihniyet değişikliği.
Gezi’nin geleceğe yönelik iki boyutunu da unutmamak gerek:
Gezi kitlesi mensupları en fazla 10-15 sene sonra kamuda ya da özel sektörde
yönetici konuma gelecek. Gezi ruhu bir parça bile kalsa o geleceğin
yöneticileri bugünkülerden çok farklı olacak. Gezi’de bir de ortaokul ve lise
talebeleri de vardı. Onlar da yarın-öbürgün üniversiteli olacak. Bu 2. Kuşak
Geziciler de Türkiye’nin aydınlık geleceğini
temsil ediyor.
Bugün stadyumlarda hâlâ ‘Her Yer Taksim, Her Yer Direniş’
diye kitlesel bir şekilde slogan atılıyorsa, AB İlerleme Raporunda, AKPli
akademisyenin çalışmasında Gezi manşet oluyorsa, iktidar da köşe bucak her
yerde Gezici Avına çıkmışsa, Gezi’nin mayası tutmuş demektir.
Sarkozy, 68 Mayıs’ın ruhuna dayanamadı gitti. Darısı diğer
Sarkozy’lerin başına…
(*)Express dergisinin Ekim-Kasım 2013 sayısından
Yorumlar