Twitter dünyasına giriş yazısı da diyebiliriz…
Mecra gereği derinlik yok, sürat var. Eski alışkanlıkları pat diye
bırakamıyoruz. Bu nedenle kısa görüşler yerine, uzun yazıdan kısa alıntılar.
Olimpiyat Stadındaki BJK-GS maçında ne olup bittiğini bize egemen ve geleneksel
medya değil yine sosyal medya gösterdi.
Bu yaz Ayvalık’a uğradığımızda, Yörük Mehmet’in lokantasında Yücel’le
(Express’den Yücel Göktürk) bir öğlen rakısında, derginin İnternet’deki
konumunu konuşuyorduk. Gezi özel sayısının, 3 özel baskı yapmasına karşın site ve bloglarda yeterince yer almadığını
söylediğimde, Yücel, önce ‘Sen Twitter’ı izlemiyorsun galiba?’ dedi, olumlu
yanıt verince, ‘Abi, telegraf yeniden keşfedilmiştir, senin de derhal Twitt
dünyasına girmen lazım’ dedi. Aslında Esra da (Bilgi Ü’den Doç.Dr. Esra Arsan)
bu konuda uzunca zamandır beni teşvik
ediyordu. Twitter konusunda teorik bilgi sahibi olmama rağmen biraz tembellik,
biraz çekingenlik nedeniyle, kendim uzak durup, bu alandaki gelişmeleri
sağolsun eşim sayesinde izlemeye çalışıyordum. Bu arada hayırsever birkaç İletişim Fakültesi öğrencisi, benim adıma bir hesap
açıp, yazılarımı oradan parça parça yayınlıyor ya da apoletlimedya,
birdirbir.org’a gönderme yapıyorlardı.
Onlarda geçenlerde, kendiliğinden, ‘Hocam, hesabınızı size devrediyoruz’ deyip
gerekli formaliteleri yerine getirdi.
Twitter hakkında birkaç kaygım vardı, halen de var: İnternet
neredeyse yeni bir dili şart koşuyor. Çünkü her şey çok hızlı, belki de bu
nedenle kaçınılmaz olarak yüzeysel olmak zorunda. Üstelik neredeyse reklamcı
mesajı gibi bir fikri, bir iletiyi işte en fazla 140 vuruşta ifade etmek gerek.
Sınırlayıcı koşullar bunlar. Artı, olaylarla fikirlerin süratleri sosyal
medyada neredeyse eşitleniyor. Oysa ki habercilik açısından mutlaka olumlu olan
bu durum, sentez/analiz açısından ‘fast thinking’ tabir edilen metodu gündeme
getiriyor hatta yıldızlaştırıyor, yani meşrulaştırıyor. Herşeyi çok hızlı bir
şekilde izleyip kavrayacaksın, aynı süratle de değerlendirip yorumlayacaksın.
Üstelik de öyle uzun uzadıya değil mümkün olduğunca kısa bir şekilde… Herhangi
bir siyasi ya da medyatik olay karşısında, klavye karşısına geçip, hemen iki
satır görüş belirtmek, yorum yapmak, açıkçası benim ilgi ve uzmanlık alanım
değil. Görüş oluşturmak, yorum yapmak için minimum bir mesafe ve süre gerekir
bence. Anlık tepki tabi ki değerli ve gerekli ama yeterince okumadan, araştırmadan,
hatta eşle dostla tartışmadan böyle pat diye bir fikir yaratmak hele bunu kamu
alanına salmak bana zor geliyor. Bu nedenle ben twitter’da bir yandan medya
eleştirisi ve diğer konularda yazdıklarımı paylaşmayı düşünüyorum ve tabi ki bu
alanda yazan meslekdaşları, arkadaşları izleyeceğim.
Twitter’ı habercilik açısından önemsiyorum. Pazar akşamı
Olimpiyat Stadında oynanan maçı Lig TV’den izlerken olaylar çıktığında
spikerler belki 10 dakika boyunca sustu. Bir tek bilgi yok. Sadece görüntü var.
Twitterda ise olaylar henüz yaşanırken, kaynağı kesin belli olmasa da,
doğruluğu tartışılır da olsa, çok sayıda mesajda hem somut bilgi hem de onlarca
görüş/yorum dolaşıyordu. Twitter sadece profesyonel gazetecilerin/habercilerin
medyası değil. Tüm yurttaşların alanı. Az somut bilgi çok görüş/yorum/izlenim
de olsa, medya okuryazarı süzgeci hatta belki de sadece genel kültür-bilgi ve
sağduyu süzgeci olan her yurttaş, Lig TV susmuş olsa da, Olimpiyat stadında
olup biteni adım adım anlamaya ve kavramaya başlıyordu:
Önce back-ground anımsama: Gezi ruhunu futbol dünyasında en
esaslı ve etkili bir şekilde sürdüren grup Çarşı idi. Bu durum siyasi iktidarı
yeteri kadar rahatsız ediyordu.
Kazlıçeşme mitinginde, kimsenin pek yaklaşamadığı protokol bölümüne
kadar bir grup sokulup, Çarşı’nın Başbakan Erdoğan’ı desteklediği yolunda bir pankart bile
açılmıştı. Çarşı, isim hakkını koruyunca, tribünlerde ‘1453
Kartalları’ adlı bir oluşum zuhur etti. Çarşı, Beşiktaş’ın büyük çoğunluğunu
temsil etmenin dışında GS ve Fener camialarında da ayrıca futbolla ilgilenmeyen
kesimlerde de sempati kazanmıştı.
Bu arada twitter’dan bana gelen bir uyarıyı bu araya
sıkıştırayım: ‘Fener’den sözederken solcu Fenerlileri rencide etmeyecek bir dil
kullanmanızı dilerim’ demiş bir arkadaş. Yerden göğe haklı. Yakın geçmişte Fenerbahche bildirisini
aynı yaklaşımla desteklediğimi yazmıştım. Gezi’den sonra Istanbul United
fikriyatı hepimizde gül açmıştır. Ondan önce de, birisi solcu ise onun Fenerliliği zaten bize ancak
hoş bir sedadır…
Maçta Melo’nun kırmızı kart görmesinden çok önce Lig TV tribünlerde
‘kıyasıya kavga eden’ Beşiktaşlı taraftar gruplarını göstermişti. 1453, Çarşı’ya
saldırıyordu.
Çarşı’yı tanıyanlar, bu grubun 90+2’de sahaya inip maçı iptal ettirecek bir girişimde
bulunmayacağını çok iyi biliyor. Çarşı galibiyeti, berberliği ve mağlubiyeti
spor karşılaşmalarının doğal üç sonucu olarak karşılayan olgun, zeki, mizahi
bir grup. Beşiktaş hakem ya da rakip
takım tarafından haksızlığa uğramış olsa
bile buna şiddetle karşılık verilmemesi gerektiğini bilen sorumlulukta bir
topluluk.
Pazar gecesi televizyonu kapattığımda saat 02.00 idi. Bir
çok kanalda konu öyle ciddi bir boyutta, derinlemesine bir şekilde, yani siyasi
motivasyon çerçevesinde tartışılmadı. Ama yine de bölük pörçük bilgilerden
puzzle’ı tamamlamak mümkündü. Resmi yetkililer açıkladı: Maçtan 2 saat önce çok sayıda kapı/turnike
kırılmış, yüzlerce belki de binlerce kişi maça biletsiz girmişti. Erman Toroğlu
haklı olarak ‘Bu kapıları kıran kimse, 90+2’de sahaya girenler de onlardır’
dedi. Hakan Şükür bile, sahaya inenlerin
Beşiktaş seyiricisi olmadıklarını savundu. BJK kombineleri artı Biletix
satışları artı maç günü stadyum satışları toplandığında bir türlü resmen ilan
edilen 76.127 sayısına ulaşılamaması da ilginç hatta garip. Bir de alıcısı meçhul bir ‘5 bin biletten’
sözediliyor. Kapıda kesilmeyen ve koçanı seyiriciye iade edilmeyen biletler de
cabası… Lig TV sesi kapatmış hatta görüntünün altına başka ses döşemiş olsa da,
Gezi sloganları Olimpiyat stadına belirli dönemlerde damgasını vurmuştu. Mesele
apaçık siyasi idi. İktidar karşıtı Çarşı’yı cezalandırmak için bir düzen
kurulmuştu. Maç sırasında, tribünden yazılan bazı twitt’lerde sahaya girenlerin ‘Allah Allah!’ diye
bağırdıkları bilgisi vardı. Olimpiyat
stadının güvenlik kameralarının çalışmadığı ya da çalışsa bile kayıt
kalitesinin düşük olduğu bu nedenle suç işleyenlerin simalarının
saptanamayacağını da söyledi bir yetkili. Ekranda gördüğümüz atkı ile yüzünü
kapatan saldırganlar da herhalde soğuk algınlığına karşı tedbir almıyordu.
Sonuç olarak, maç sırasında özellikle 90+2 ve sonrasında twitter
üzerinden yaygınlaştırılan bilgilerin
önemli bir kısmı, tanıklar ve uzmanlar konuştukça doğrulandı. Hele 1453’ün maç
öncesi attığı twittleri de hesaba kattığımızda, artı gözaltına alınanların
savcılık makamınca Pazartesi günü derhal serbest bırakılması Olimpiyat
stadyumunda planlı-programlı bir Çarşı/Gezi karşıtı operasyon yapıldığını
gösteriyor. Ortada yeteri kadar somut bilgi var.
‘Bu operasyondan
siyasi olarak kim kazanır, kim kaybeder?’ sorusu gündeme geldiğinde, amacın
Gezi/Çarşı’nın hem sesini kesmek hem de onları kriminalize etmek olduğu anlaşılıyor. Beşiktaş galiba en az 5
maç sadece kadın ve çocuk izleyicilerin girebildiği tribünler önünde oynayacak. Böylece bu sefer, Beşiktaşlı kadın ve
çocukların Çarşı/Gezi ruhunu ne kadar yansıttıklarını görebileceğiz. Bu nedenle operasyon aslında amacına pek
ulaşacağa benzemez. Ama yine de Çarşı’nın, hem Beşiktaş hem genel futbol
izleyicisi nezdindeki prestij ve ağırlığını 1453 manivelası ile karalamaya çalışmak çok akıllı bir stratejisi olmasa gerek.
Pazar akşamı, Türk egemen medyasının zavallı ve rezil halini
bir kez daha gördük.
Yorumlar