Ana içeriğe atla

DÜNYA KAYBETMİŞ!

Zor iştir iktidarı savunmak. Hele bu iktidarı…
2020 Olimpiyat Oyunları’nı İstanbul kaybetti ya, iktidar yanlısı kalemler çıldırdı.
Oysa ki Gezi ve Suriye’den sonra neredeyse tüm dünya ile arasını açan Erdoğan’a hiç kimse prim vermezdi, vermedi de nitekim. Son tur oylamada Tokyo ile İstanbul arasında müthiş bir fark var. Oysa ki milyonlarca dolar para harcandı, kulisler yapıldı, zarflar filan dolaştı, ama yine de olmadı. Bizim basın pek yazmadı, yazamadı, ama global medya Istanbul’un neden kaybettiğini çok açık ve seçik bir şekilde yazdı: Suriye’ye yönelik savaşçı söylem, siyasî istikrarsızlık riski, hazirandaki barışçı toplumsal hareketlerin şiddetle bastırılması diye kalem kalem saydı. Aslında Egemen Bağış çok önceden tedbirini almıştı: “Kaybedersek Gezi yüzünden kaybederiz…” Aynı Bağış, daha sonra Güneş gazetesine manşet olacak cevheri de yumurtladı: “Dünya kaybetti!” Fare sıradağlara küsmüş. Sıradağlar yasta…
Vahim, çok vahim ve patolojik bir durumla karşı karşıyayız: Kendine güven ile haddini bilmemeyi aynı şey sanan AKP sözcüleri, bu “Dünya kaybetti” sloganıyla ruhsal ve aklî dengesizliğin bir üst aşamasına geçtiklerini ilan ettiklerinin farkındalar mı acaba? Onlar kendilerini, dünyayı ve Türkiye’yi ne sanıyorlar acaba? İktidardasınız, yabancı medyayı izleyen, dış dünyayı bilen az sayıda da olsa uzmanınız / danışmanınız var, yurtdışında yaşayan binlerce dostunuz, tanıdığınız, taraftarınız var herhalde. Onlardan da mı utanmadınız?
Ben elimden geldiğince Fransız, İngiliz ve Amerikan medyasının önemli gazetelerini izlerim, özellikle Türkiye konusundaki haber ve yazıları zaten internet marifetiyle ayıklanıp gelir ekrana. Üstelik ben bu işi herhalde en az 25-30 yıldır yapıyorum. Yıllarca Fransa, İngiltere ve ABD’de yaşadım. Kısaca söylemek gerekirse, Türkiye, Batı dünyasının pek umurunda değildir. En üst düzeyli devlet adamından sıradan vatandaşa kadar, Batılı için Türkiye olsa olsa, o da bir zamanlar, ilginç ve cazip bir turizm destinasyonuydu… Siyasî iktidar, kendi kendine gelin güvey oluyor. 1963’ten beri AB’ye girememişsiniz. Bu aralar o taraftaki herkesle kavgalısınız. Tamam, bir başka açıdan bakıldığında, Batı dünyasının birçok kesiminde oryantalizm hâlâ önemli ölçüde ağırlığını koruyor. Evet, özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra İslâmiyet Batı’da pek öyle güleryüzle karşılanmıyor ve hoş çağrışımlar yaratmıyor. Uluslararası güçler, Siyonist odaklar, faiz lobisi gibi saçmalıklara prim verecek halim yok. Türkiye’nin siyasî olarak, askerî olarak, ekonomik olarak, kültürel olarak boyu posu ne ki, Batı ya da genel olarak dünya Türkiye ile ilgilensin. Bugünkü iktidar, Batı’daki İslâmofobiyi neredeyse haklı çıkaracak bir dış politika izlediği için ayrıca dikkat ve antipati çekiyor. Hele bir de sen neredeyse her şeyini verip bütün kozlarını oynamışsın, buna rağmen Buenos Aires’teki oylamayı kaybetmişsin, bu ağır yenilgi üzerine de kalkıp utanmadan, sıkılmadan, yaranı, aşağılık kompleksini gizlemeye hacet duymadan “Dünya kaybetti” diyorsun. Bu iki kelimelik cümleyi yabancı dillere çevirsen, duyan okuyan yabancı yurttaşlar ilk başta kavramayabilir, işin özünü anlattıktan sonra ya hayretten küçük dilini yutar ya da kahkahalarla gülmekten kırılır.
Dünya kaybetmişse bile, bunu sadece AKP’li uyanıkların bilmesi ve bizzat dünyanın kaybettiğinden haberdar olmaması nasıl açıklanacak? Bizim Tuğrul (Eryılmaz) böyle durumlarda yüzünü buruşturup “Şuursuz” der!
Edirne’den Hakkâri’ye atıp tutarsın da, iş bilhassa Batı cenahına kayınca, çünkü orada buradan daha fazla hukuk, demokrasi ve vicdan var, fena çuvallarsın. Karıştır eski defterleri, AİHM kararlarına bak, iç hukukunun ne kadar parlak olduğunu göreceksin. Ve son olarak FILA, UEFA ve CAS kararları yetmedi mi?
Mesele coğrafî değil, siyasî.
Siyasî iktidar, en az üç aydır resmî ve medyatik bir seferberlik başlatarak 2020 Olimpiyatları’nı Istanbul’un kesin olarak alacağı yolunda bir izlenim yarattı. Son tura kadar yapılan bütün yerli yorumlara göre 2020 çantada keklikti, çünkü zaten Olimpiyat Istanbul’a çok yakışıyordu. Olimpiyat organizasyonu konusunda Türk egemen medyası başka birçok konuda yaptığı gibi haber değil, resmî propaganda yaptı. Böylelikle beklenti çıtası çok yükseğe çıkarıldı. Ve İstanbul kaybedince hayal kırıklığı da o kadar büyük oldu. Nihat Doğan adlı bir kişi, “Sinirden evdeki Japon balığını öldürdüm” diye tweet atmış. Hayvanseverlere hakaret var burada. Egemen medyanın bu cümleyi matah bir açıklama ya da tutummuş gibi iktibas etmesi kabul edilebilir bir yaklaşım değil. Nihat Doğan kim ki? Akvaryumdaki Japon balığını öldürmek ne zamandan beri çağdaş bir tepki? Pazartesi günü Nevşehir gibi turistik bir bölgede iki Japon turist kadına saldırılması tesadüf mü acaba?
Erdoğan, yenilginin açıklanmasından hemen sonra, Buenos Aires’te kamera ve mikrofonların önünde anlamsız cümleler sarfetti yine: Yayılmacılık sözcüğünü kullandı, ama yerli yersiz bir şekilde. Komitenin daha önce Olimpiyat düzenlemiş bir ülkeyi (kenti olacak) yeniden seçmesinin adil olmadığını (İstanbul’u seçse çok mu adil olacaktı?) ve bu duruma üzüldüğünü söyledi. Oysa ki “bir kent ikinci defa Olimpiyat düzenleyemez” diye bir kural yok. Oradaki muhabirlerin hiçbiri de akıl ve cesaret edip “Efendim, sizce neden Türkiye’ye yeteri kadar oy vermediler? Neden kaybettik?” sorusunu soramadı. Kimse işini kaybetmek istemiyor galiba. Vallahi o muhabiri, Buenos Aires’te bir başına sokak ortasında bırakır bunlar! Kaybeden Dünya filan da sahip çıkmaz bu talihsiz çocuğa…
Akşam gazetesi Erdoğan’ın içinden geçip söyleyemediği cümleyi manşet yapmış: Çapulcu Mutlu.
AKP, evet, artık biliyoruz, muhalefetten, özellikle kendi görüşlerine, projelerine karşı çıkılmasından hazzetmiyor, hatta resmen şiddetle karşı çıkıyor. Neymiş efendim, Olimpiyatlara karşı çıkmak vatan hainliği imiş! Yok canım… Sen o kadar vatanseversen, Buenos Aires’te kaldığın otelin önünde, “Önce Gezi’de öldürülen 6 insanın sorumlularını bulup yargıla, sonra Olimpiyat düzenlemeye kalkış” diyene cevap ver! Hem sonra İstanbullu, kalan üç karış yeşili de Olimpiyat uğruna kaybetmek istemediği için Olimpiyatlara karşı çıkmayacak mı? Hele Olimpiyat zamanı kentin mahvolacağını bildiği için, Istanbul’un kaybetmesine sevinmeyecek mi? Şimdiye kadar Barcelona hariç hangi kent Olimpiyat düzenlediyse her açıdan zarar etti.
Eskiden askerî vesayet, bize bir sürü şeyi, partilerüstü bir mesele (Kıbrıs) ya da devletin âli menfaatleri (1915) gerekçesiyle, yurttaşa sürüdeki koyun muamelesi yaparak, kabul ettirmeye çalışmıştı. Vesayet AKP’li oldu ya, eski tas eski hamam, bu sefer de Olimpiyatlar millî mesele oldu. Değil efendim, millî mesele filan değil. Olimpiyatları bir kentin düzenlemesi, o kentin yurttaşları açısından tamamen siyasî, toplumsal, kültürel bir mesele. Kentle, “urbanisme”le, ekolojiyle, yaşam tarzıyla ilgili bir mesele. Ben üç-beş kişinin rant zengini olması için kentimin nadir yeşil ve kamu alanlarını Olimpiyat’a feda etmek istemiyorum. Olimpiyatlar için harcanması tasarlanan yaklaşık 20 milyar doların sağlık ve eğitim için harcanmasını istiyorum. Evet, ayrıca da Erdoğan’ın uluslararası alandaki siyasî tecritini Olimpiyatları kullanarak kırmasını istemiyorum.
Mayıs sonundan bu yana rüzgâr farklı esiyor Türkiye’de:
Kâhin olmaya gerek yoktu: Beyefendi Olimpiyatları alamadı! Başkanlık hayalleri de suya düştü! Süreç desen, o da büyük ölçüde bitti. Suriye’de tam çuvalladı.
Şimdi Avrupa Futbol Şampiyonası’nı mı düzenlemek istiyorsunuz? Fenerbahçe 2. Lig’e düşürülse de Ağırlama Komitesi Başkanı Aziz Yıldırım olur herhalde. Ona da zaten Şike Şampiyonası derler! Dünya bir kez daha kaybedecek galiba…

 (*) Bkz. http://birdirbir.org/dunya-kaybetmis/#sthash.LpXk6aDw.dpuf

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla