Ana içeriğe atla

İKTİDAR NEDEN SANSÜRE İHTİYAÇ DUYUYOR?

Gezi Parkı direnişi sürecinde "sosyal medyada" anlık paylaşımlarla örgütlenmenin sağlanması ile birlikte, "Gezi sürecine sosyal medyanın etkisi" tartışmaları gündeme gelmiş ardından İçişleri Bakanı Muammer Güler, "sosyal paylaşım sitelerinden yayılan asılsız haberlere karşı gerekli önlemler alınacak. Bu konuda yasal düzenleme için Adalet Bakanlığı ve ilgili bakanlıkların çalışmaları olacak" şeklinde bir açıklama yapmıştı. bununla birlikte paylaşımlar yapan bazı kişiler de gözaltına alınmış kimi sayfalar kapatılmaya başlanmıştı. 

1- Bu durumu ifade özgürlüğü kapsamında nasıl değerlendiriyorsunuz?   

Gezi Direnişi sürecinde ve sonrasında Başbakan Erdoğan, Başbakan yardımcısı Arınç ve sizin de andığınız İçişleri Bakanı Güler, sosyal medya konusunda açıklamalar yaptı. Erdoğan, twitter’ı ‘Çağımızın belası’ olarak niteledi. Arınç, isteseler İnternet’i kesebileceklerini ama demokrat oldukları için kesmediklerini söyledi. Güler de yasal düzenlemeden dem vuruyor. Bütün bunlardan şunu anlıyoruz ki, Gezi Direnişi, sosyal medya bağlamında siyasi iktidarı fena rahatsız etmiş. Gezi ile sosyal medya arasında şöyle bir ilişki var: İkisi de klasik anlamda lidersiz, örgütsüz, barışçı ve yatay iletişim mekanizmalarını kullanıyor. Başka kelimelerle ifade edecek olursak, Gezi de, sosyal medya da, herkesin lider olduğu, sanal ve anonim örgütlenmeler. Şimdi siyasi iktidar bu duruma sinirlenmesin hatta hiddetlenmesin de, kim kızsın?  Twitter ve Facebook’un yabancı patronlarına yalvar, Türk Telekom’a çağrıda bulun, IP numaralarını sapta, içeriklerin dökümünü çıkar sonra da Başbakan’a küfür ediyor diye insanları gözaltına almaya kalk! Olacak iş mi? Twitter’da dakikada dünyada 5 milyon mesaj dolaşıyor. Bu iktidar kimi nasıl takip edecek ki? İktidar, ortada hukuka uygun herhangi bir suç ve delil de bulamayınca, Gezi’ye destek veren sanatçıları uyuşturucu, büyük holdingleri de vergi bahanesiyle sıkıştırmaya çalışıyor. Sosyal medya, iyi kullanıldığı zaman, Gezi ve benzeri toplumsal eylemlerde tayin edici olmasa da çok önemli bir işlev ve katkı sağlıyor. İktidarın buna cevabı da o aracı kısıtlamak. Çünkü o iletişim aracını kullanan aslında herhangi bir suç işlemiyor ama muhalefet yapıyor, iktidar da ‘Sen misin bana muhalefet eden? Hem de twitter üzerinden ha? Ben de senin twitter’ini, facebook’unu, blogunu, siteni gerekirse de internetini keserim’ diyor. İktidarın anlamadığı şu: Muhalefeti twitter yapmıyor, twitter'ı kullanan yapıyor. Dolayısıyla sen twitter’ı da, facebook’u da kessen, muhalif/eylemci zaten bir şekilde kendi iletişim mecrasını, mekanizmasını bulacak, yaratacak. İktidarın bu tür engellemeleri hem sansürcülüklerini su yüzüne çıkarıyor, hem de aslında yersiz ve nafile bir girişim. Fikire fikirle karşılık verilir. Veremezsen, onun fikrini ifade ettiği kanalı kesmek, senin onun fikri karşısında yenildiğinin ilanıdır.

2 - Hükümetin, uluslararası iletişimi de sağlayan böylesi bir sisteme müdahalesi  ve muhalif örgütlenmelere izin vermemesi ne kadar etik ve hukukidir? 

Meselenin etik ve hukuki yanı vahim. Çünkü Türkiye’de hukuk ve adalet artık  büyük ölçüde siyasi iktidarın denetimi altına girmiş durumda. Ergenekon, Balyoz, KCK davalarında bugüne kadar mahkeme safahatını, savunmanın önüne çıkarılan engelleri ve kurulan hükümleri incelediğimizde, - ki bunların tümü Strasbourg’da AİHM’nde duvara toslayacak -  memlekette hukuk ve adaletin olmadığını kolaylıkla görebiliriz. Hukuk ya da siyasette, ulusal ve uluslar arası  kriter ve sonuçlar bugünkü kadar farklı ve birbirleriyle çelişiyorsa, durum gerçekten vahim demektir. Etik düzeyde bakacak olursak durum şöyle görünüyor:  Türkiye’de etik kuralların uygulanmasını düzenleyen/denetleyen kurumların zaafı büyük. Ayrıca etik, ancak gerçek bir hukuk devletinde anlam kazanacağı için,  bizde pek değerli ve önemli değil. Aslında, siyasi iktidarı kaybetme endişesine kapılan bir yönetim, ne içeride ne de dışarıda, hukuk, adalet ya da etik gibi değerlerle kendini bağlı görmüyor. Siyasi iktidar, özel olarak da Erdoğan bugün her gittiği yerde Gezi’ye atıfta bulunarak, Mısır’daki darbe benzeri bir durumla kendisinin de karşı karşıya kalabileceğini iddia ederek,  ekran karşısında hüngür hüngür ağlayarak kelimenin gerçek anlamıyla bir ‘gidicilik kompleksine’ kapılmış durumda.  

3 - Özellikle bölgedeki gelişmelere ilişkin paylaşımlar ve bilgiler aktaran (Özgür Gündem, BDP, Ötekilerin Postası, vekil sayfaları gibi)  sayfaların sıkça kapatılması ne anlam ifade ediyor?

Siyasi iktidarın, genel olarak muhalefete özel olarak da Kürt siyasi akımlarına karşı baskıcı ve sansürcü davranmasının tabi ki bir anlamı ve hedefi var.  Gezi öncesine kadar Türkiye’deki silahlı ve siyasi tek muhalefet hareketi olan Kürt dünyası, bugün süreç nedeniyle farklı bir konumda olsa da, siyasi iktidarı birinci elden rahatsız eden siyasi bir güç. İktidar, süreç konusunda, İmralı, Kandil hatta BDP’nin görüşlerini bastırıp kendi görüşlerini egemen kılmak için Kürt medyasına özel olarak baskı ve sansür uyguluyor. Sigara kağıdı inceliğindeki ideolojik önemiyle başdanışman sıfatını taşıyan bir kişi, gazete köşe yazısında, Kandil ve BDP’yi  Abdullah Öcalan ile tehdit edecek zeka parıltısını gösterdiğine göre, süreç konusunda, Erdoğan’ın görüşleri dışındaki tüm siyasetler, iktidarın gözünde yanlış, yalan ve  günahtır, dolayısıyla da yasaklanmalıdır. Oysa ki bugünkü siyasi ve teknolojik atmosferde, sansürle,  bazı gerçekleri ancak bir süre ve belirli bir kitleye ulaşmasını engelleyebilirsiniz. Herkesi ilelebet bilgiden ve gerçekten mahrum bırakmak artık mümkün değil. Roboski sansürü yaklaşık 8 saat sürdü, Gezi belki biraz daha uzun süre sansürlendi ama…

(*) Dicle Haber Ajansı’nın sorularına yanıtlar.
https://mail.google.com/mail/u/0/images/cleardot.gif

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla