Ana içeriğe atla

Medyayı Penguenler de Kurtaramadı!

    1) Gezi sürecinde medyanın tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce 
geleneksel medya halkın haber alma hakkı bakımından nasıl bir sınav  erdi?

Ragıp DURAN- Türk egemen medyası, Gezi Sürecinde kelimenin gerçek anlamıyla çöktü. Zaten uzun yıllardır iktidar yanlılığı nedeniyle, gerçekleri değil, iktidardakilerin irade ve düşlerini haberleştiren egemen medya, Gezi gibi beklenmedik, devasa, kitlesel, şaşırtıcı, mizah yüklü bir muhalefet dalgası karşısında yere serildi. Yakın dönemde Roboski ve Reyhanlı’da zaten çuvallamış olan bu medya, Gezi’de, dikkat edin haber tahrifatı bile yapamayacak durum  daydı, bu nedenle de yaklaşık 48 saat boyunca üç maymunu oynadı. Penguen belgeseli de kurtaramadı egemen medyayı. Başbakan Erdoğan, Toma, gaz yetmeyince daha sonra Hülya Avşar, Necati Şaşmaz son olarak da Şafak Sezer adındaki penguenleri seferber etti ama egemen medyanın bu kahramanları, Gezi Direnişinin hakiki yüzünü karartmaya yetmedi. Egemen medyanın kaptan köşklerindeki komutanlar, gerçeklerin, haberlerin, kamu çıkarı olan bilgi ve görüşlerin yaygınlaştırılmasıyla zerre kadar ilgilenmiyor. Onların temel görevi, Kral’ın çıplak olduğunu gizlemek. Onlar  aslında Kral’ın Soytarıları. Bu Genel Yayın Yönetmenleri, bu köşe yazarları, bu program prodüktörleri, gülerek, güldürerek, ağlayarak, ağlatarak, sahte heyecanlar yaratıp, insanları birbirine kırdırarak, gündem yaratmaya çalışarak, kafaları karıştıracak saçma sapan girişimlerle toplumu, toplumun gerçeklerinden uzak tutmaya çalışıyor. Varsa yoksa yarışma (‘Kelime Oyunu’ hariç), varsa yoksa Survivor, izdivaç, şarkı… filan falan… İşte Gezi, tüm bu medyatik ortamı berhava etti. Çünkü Gezi sanal bir eğlence değil, hakiki bir muhalefet. Gezi, bir kere herkese sıkı bir ayar verdi: Söyle bakalım kimden yanasın? Gezi’den mi Topçu Kışlasından mı?  İktidardan mı toplumdan mı? Yeniden mi eskiden mi? Sanal dünyanın kahramanları nasıl tel tel döküldü Gezi Gerçeği karşısında. Polat Alemdar ki, dünya Gladio’sunu dize getirmiş adamdır, ağzını bir açtı, medyatik karizma anında toz toprak oldu. Siyasal dünyanın kahramanı Erdoğan afalladı Gezi dalgası karşısında. Darbeciler dedi olmadı, CEHAAPE dedi olmadı, faiz lobisi dedi olmadı, illegal örgütler dedi olmadı, olmadı olmadı, olmadı! Egemen medyanın dönüp dolaşıp tekrarladığı bu yalanlar toplumun çok geniş bir kesiminde hiçbir etki yapmadığı/yapamadığı için, iktidar sözcüleri de zaten bir süre sonra bu temalardan vazgeçmek zorunda kalıp ellerindeki tek güç olan Tomalara dönmek zorunda kaldılar. 11 yıldır ilk kez hiç tanımadığı, galiba biraz da anonim kimlikli (çünkü çok kitlesel, çünkü somut boyutu en az manevi/siyasi boyutu kadar belirgin değil) birileri çıkıp Erdoğan’a meydan okuyor, ondan korkmadığını bas bas bağırıyor, üstelik de Padişah’la ince ince gırgır geçiyordu. Egemen medya da, menemen medya da böyle bir fırtına karşısında hiçbir şey yapamaz. Yapamadı da nitekim.  Gerçeği alan Üsküdar’ı geçmişti. Hatta Kısıklı’yı da… Tam da Ece Ayhan’ın dediği gibi, ‘Vakitsiz Üsküdarlıyız abiler’.Egemen medya o kadar çuvalladı ki, Gezi sanki uzaydan gelmiş insanların eseriymiş gibi tahliller bile yaptı. Belki de çok haksız değildi egemen medya. Çünkü bu iktidar medyasının esas ‘müşterisi’ Kazlıçeşme kalabalığı idi. Nuremberg mitingleri yani. E onlar da, ‘Biz Cihat Burak’ın resimleriyiz!’ diyen dinamik, neşeli, bilgili, akıllı kitle karşısında E.T durumuna düştüler. Gezi’nin bizzat kendisini ve Gezi mağduru medyanın ayrıntılı tahlilini yapabilmek için vakit sanki henüz erken. Olay henüz sıcaklığını yitirmedi. Önümüzdeki dönem daha ayrıntılı, daha boyutlu inceleme, araştırma ve analizler yapmamız gerekecek.

2) Gezi olaylarında sosyal medya önem kazandı. Sosyal medyanın bu süreçte geleneksel medyanın rolünü üstlendiğini söyleyebilir miyiz?

RD - Sosyal medya ile Gezi Direnişi arasında hem içerik hem de biçim açısından önemli benzerlikler, yakınlıklar var. Tepeden, tek merkezli, iktidar odaklı, klasik, geleneksel medya, dikey iletimle tüm toplumu  siyasi olarak koşullandırmaya, ideolojik olarak biçimlendirmeye çalışırdı. Toplum mühendisliğinin önemli devlet aygıtlarından biri olan medya, bilgi ve görüş tekelini sağlamaya çalışıp, uysal, biat eden, liderseven, uslu, boynu bükük, devlet ve iktidar yanlısı yurttaş topluluğu yaratmayı amaçlıyordu. Kanal D’den NTV’ye, Hürriyet’ten Zaman’a kadar tüm egemen medya organlarının asli görevi, işleyiş şekli, egemenlerin egemenliğini sürdürmek, muhalefeti bastırmak, yok saymak ya da bertaraf etmekti. Sosyal medya ise hem içerik, hem biçim ve işleyiş açısından çok farklı. Sosyal medya, dikey değil yatay iletişim öngörüyor. Dolayısıyla tepeden topluma değil ovadan ovaya konuşuyor, yazışıyor. Sosyal medyanın bir tek merkezi yok, hatta sosyal medyadaki her birey bizatihi birer merkez işlevi/konumu üstlenebiliyor. Bilgi veren ile bilgi alan arasında ayrım yok sosyal medyada.  Her birey sosyal medyada hem yazar, hem okur. Sosyal medya, yapısı ve içeriği gereği iktidar değil toplum, kamu, yurttaş odaklı, dolayısıyla muhalefete daha teşne. Gezi Direnişinin siyasal/ideolojik anatomisi sosyal medyanınkine çok benziyor. Gezi Çocukları, zaten uzun zamandan beri egemen medya ile bağlantılarını kesmiş, merkezi/iktidar yanlısı/tepeden bilgi ve ideoloji üreten egemen medya yerine, içeriği çok daha çeşitli ve zengin, ademi merkeziyetçi, siyasal/ideolojik/ekonomik iktidar odaklarından bağımsız ve özgür durumdaki sosyal medyadan besleniyordu. Sosyal medya, Gezi’de bir kez daha tanık olduk, sadece bilgi ve görüş alış-verişi sağlamıyor, somut, pratik işlere de çok yarıyor. Toma’nın nerede ne zaman saldıracağını, gazın ne zaman nereye sıkılacağını NTV’den öğrenemezdik. Twitlerden öğrendik ve hemen tedbirimizi aldık.  Sosyal medyanın da tabi ki, kaçınılmaz olarak olumsuz yanları var. Sosyal medyayı doğru kullanmasını bilirsek, ki Gezi Çocukları bunu yaptı, Direniş açısından tayin edici olmasa bile önemli bir araç. Kötü polis Erdoğan ile iyi polis Arınç, bir ara İnternet’i kesmekten sözeder gibi oldular. Çünkü onlar Gezi’yi akıllı telefonlar yapıyor sanıyorlardı. Oysa ki Gezi Direnişi, Akıllı Çocukların eseriydi. Ve telefonlar kesilse bile onlar yine de bir başka yöntem icat edip/bulup, Direnişi sürdüreceklerdi.  Hali hazırda, Gezi Direnişi sayesinde, egemen medya çok ağır bir yenilgi aldı, güvertesinde, kıçında, makine dairesinde ağır hasarlar var, ancak egemen medya gemisi henüz batmış değil. Sosyal medya da, Gezi’de birkaç kupa birden kazandı. Ancak tümüyle, olduğu gibi, egemen medyayı alt etmiş ya da tamamen onun yerine geçmiş değil. Egemen medya, ağzı burnu kırılmış da olsa, egemenler var oldukça hep var olacak. Sosyal medya da,  bir muhalefet ve mücadele aracı olarak varlığını sürdürecek. Bu mücadele sosyal medya üzerinden olduğu gibi egemen medya içinde de devam edecek/ediyor. Birinin ötekinin rolünü üstlenmesi, birinin ötekini tamamen ortadan kaldırması söz konusu değil. Bunlar Siyam İkizleri…

3) Halkın medyaya karşı sert tepkisi oldu. 'Yıllardır biz bu medyadan mı Türkiye’yi izliyorduk, doğuyu bu medyadan mı izliyorduk' gibi değerlendirmeler oldukça yaygın. Aynı zamanda canlı yayın araçları devrildi. Basın kuruluşlarının önünde protesto gösterileri düzenlendi. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?

RD -  Sadece Gezi Direnişçilerinin değil Kayseri’deki ya da bizim Çanakkale’deki insanların da egemen medyaya bakışı, Gezi sayesinde büyük ölçüde değişti. Sizin de hatırlattığınız üzere yazılamalarda, duvar sloganlarında bu gerçek, bu değişim güzel bir şekilde ifade edildi. Benim ilgimi çeken iki sloganı da bu araya sıkıştırayım: ‘’Bir de bana hala ‘Gazete oku’ diyorsun!’’. İkincisi de ‘Erdoğan, Al sana Gündem!’. Gezi Direnişçilerinin canlı yayın arabalarını ayıklamaları, egemen medya gruplarının önünde protesto gösterileri düzenlemeleri, toplumun egemen medyadan ne kadar sıkıldığını, bıktığını gösteren kareler. Dikkat edin, bu egemen medya karşıtı gösterilerin hiç birine hiç kimse itiraz edemedi. Hatta NTV, kendi binası önündeki gösteriyi naklen yayınladı ve sunucu ‘Şu anda bizi protesto ediyorlar’ diye anons yaptı. Çok demokratik, çok haklı, çok meşru protestolar bunlar. Bir de önemli bir başka nokta var: Biz, yani yurttaşlar, bir çok olayı, eylemi, bilgiyi, fikri, gelişmeyi dolaylı olarak medya üzerinden öğrenebiliyoruz. Medya, tek bilgi kaynağımız olmasa da önemli, çünkü, özellikle televizyon, hem kolay, hem bedava, hem de görsel-işitsel bir mecra. Gezi, egemen medyanın sadece bugün ve kendisiyle ilgili değil, geçmişle ve başka olaylar hakkında da ne kadar yalancı olduğunu ortaya koydu. İnsanların medyayı sorgulamasını sağladı. ‘Biz Kürt meselesini 30 yıldır bu medyadan izliyormuşuz’ tespiti çok önemli bir medya eleştirisi olduğu gibi, Gezi sayesinde insanların ‘Bölücü terör’ efsanesini de çökerttiğini gösteriyor. Orta burjuvalar, Gezi veletleri, cahil kuşak filan deyip küçümsedikleri bu gençlik kuşağı, meseleye ne kadar hakim olduğunu bir-iki sloganla çok güzel, çok esaslı bir şekilde kanıtladı. Bakın Gezi sayesinde, bizim bir çok önyargımız kırıldı. Atatürk’le Öcalan bir araya geldi. Galatasaray ile Fenerbahçe birleşti.  Ermenilerin, Alevilerin, LGBT bireylerin, bize daha önce iktidarın öğrettiği/gösterdiği gibi kötü insanlar olmadıklarını gördük/anladık çünkü yaşadık.  Bu aşamada, pardon bu noktada,  Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Beyefendiye ne kadar teşekkür etsek azdır. Çok kısa bir sürede müthiş bir birleştirici, kaliteli bir zamk rolü üstlenerek, dayanışmamızı sağladı, hoşgörülü olmamız için çalıştı, o sinirlendikçe biz eğlendik. Onun medyası çökerken bizimki harikalar yarattı. ‘Her yer Taksim, Her yer Direniş’ sloganına ‘Her yer medya’ ibaresi eklendi.

4) Gezi sürecindeki yayınlar nedeniyle birçok istifalar yaşandı. Yaygın medyada gazetecilik yapmak mümkün mü? Bu sistemde halkın haber alma hakkı ne ölçüde sağlanabilir?

RD -  Gezi, egemen medyayı dış görünümü itibarıyla çökertirken kaçınılmaz olarak içerisi de toza dumana boğuldu. NTV’nin CEO’su istifa etmek zorunda kaldı. NTV Tarih dergisini kapattı. Yeni Şafak, iki yazarını işten attı. Sabah, ombudsmanı’nı gönderdi. Bütün medya organlarında İdare de  Yazı İşleri de kaynıyor. Esas görevi gerçekleri tüm boyutları, doğru, dengeli, inandırıcı ve hızlı bir şekilde haberleştirmek olan medya, gerçekleri sadece bir-iki boyutuyla, yanlış, dengesiz, inandırıcı olmayan ve geç bir şekilde yayınlayınca, haliyle/kaçınılmaz olarak sorun çıkar. Çıktı da… Gezi’den önce egemen medyada doğru dürüst gazetecilik/televizyonculuk yapmaya çalışan meslekdaşlarımızı işlerinden atıyorlardı (Nuray, Ece, Can, Ruşen, Hasan Cemal ve diğerleri) . Geziden sonra yandaş medyada görev yapmaya çalışan meslekdaşlarımızı da işlerinden ettiler.(Kürşat, Yavuz ve diğerleri…). Egemen medyada artık bir elin parmak sayısı kadar hakiki gazeteci kaldı onların da maalesef  suyu ısınıyor sanki. Egemen medya, artık galiba sadece Erdoğan medyası haline geldi.  Gezi sonrası iktidar uygulamalarından çıkan mesaj, ‘Ben gazetecinin yalaka, sadık ve şahsiyetsiz olanını severim’ oldu. Yurttaş zaten artık haberi, bilgiyi, fikri egemen medyadan almıyor. Egemen medya, ilginçtir artık tüm egemenlerin medyası olmaktan da çıktı. Eskiden Doğan Medya Grubu vardı şimdi Erdoğan Medya Merkezi var. Bu gidişat, egemen medyanın da çatırdamasına yol açar. Tescilli  yalakalardan biri, Bugün gazetesi ile Kanal 24’ü de muhalif medya olarak nitelediğine göre ,  o cenahta da parçalanmalar olacak. Bir süre sonra Gül Medya, Gülen Medya, Davud Medya gibi nitelemelerle karşılaşırsak şaşırmayalım.

5) Anakım medya kamuoyunun güvenini kaybederken, sosyal medya ve muhalif basın öne çıktı. Bunların gelecekte bir odak olabileceğini düşünüyor musunuz?

RD - Medya, McLuhan’ın öngörüsünün aksine esas olarak biçimsel bir araç /bir dağıtıcı/ bir yaygınlaştırıcı değil. Medyaya esas kimliğini/rengini veren, siyasi-ideolojik çizgisi, yayın politikasıdır.  Yani içeriğidir. Sizin de belirttiğiniz üzere, Gezi Direnişi, şimdiye kadar marjinal olarak nitelenen, Halk Tv, Ulusal Tv, +1 Tv  gibi televizyon istasyonlarını ön plana çıkarttı. Cumhuriyet, Aydınlık, Yurt, Sol, BirGün gibi gazetelerin tirajlarını  yükseltti. Bu saydığım medya organlarının her birinin kendine has özellikleri, yapıları, güzergahları ve stratejileri var. Sosyal medyaya demin değinmiştim, tekrar etmeyeyim. Ama sorunuza cevap olarak, evet sosyal medya önümüzdeki dönemde değil daha şimdiden önemli bir odak, paralel yani alternatif bir medya haline geldi bile.  Demin saydığım TV kanalları ve gazeteler için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Çünkü onların yükselişi, rağbet görmeleri, esas olarak konjonktürel durumdan kaynaklanıyor. Hepsi zaten iktidar ve Erdoğan karşıtı yayın organları idi, hepsi de akıllı bir şekilde Gezi Direnişinden yana tavır aldılar. Haber perspektifleri doğru idi. Ne var ki, Erdoğan karşıtı olmak ve Gezi yanlısı olmak, bir medya organı için, gelecekte odak olmak için gerekli ve yeterli koşulları oluşturmuyor. Bu yayın organlarının her birinin arka planında farklı siyasal çıkarlar, ideolojik kimlikler ve mesleki yaklaşımlar var.
Gelecekte odak olabilecek tek yeni medya organını, bence ancak Gezi Direnişinin içinden gelen insanlar ile Gezi Ruhunu kavramış iletişim akademisyenleri ve gazetecilerle, medya okur –yazarlık kültürü yüksek yurttaşlar bir araya gelerek yaratabilir. Fransa’da 2. Dünya Savaşından sonra De Gaulle’ün de desteğiyle ‘Le Monde’ gazetesi yaratılmıştı. Mayıs 68’den sonra ‘Libération’ çıktı sahneye. İspanya’da Franko Diktatörlüğü yıkıldıktan sonra ‘El Pais’ gülümsedi. Bizde de mesela, İstiklal Harbinden sonra ‘Cumhuriyet’ sunuldu piyasaya. Bu örneklerin her birinin de ayrı özgünlükleri var. Post-Gezi’nin medya alanındaki yansıma ve yankıları herhalde sadece istifa ve işten atılmalar olmayacak.

6) Son süreçte “Apoletli Medya” tanımınız çok tartışılıyor. Bazı düzenlemeler yaptınız. “Apoletli Medya” nasıl bir durumda şuan son hali ile ilgili düşüncelerinizi paylaşabilir misiniz?

RD - www.apoletlimedya.blogspot.com,  benim 2008 Aralık ayından bu yana zenginleştirmeye çalıştığım medya eleştiri blogum. Yaklaşık 5 yıl olmuş. Ben aslında Fransız Libération gazetesinin Türkiye muhabiri olarak daha çok yabancı basına iş yapıyorum. Bu aralar, Türkiye’de düzenli olarak katkıda bulunduğum iki dergi var: Express ve Tükenmez. Express’in internet sitesi www.birdirbir.org’a da haftada bir yazmaya çalışıyorum. Ayrıca medya konusunda başka yayın organlarından yazı ya da söyleşi talebi gelince onlara da yetişmeye çalışıyorum. Ve tüm bu çalışmaları bilahare apoletlimedya’da yayınlıyorum. Bu isim, benim 1996 yılından yayınlanan ilk medya eleştirisi kitabımın başlığı. Ayrıca o dönemin egemen medyasının önemli bir özelliği, yani TSK bağımlı olmasını yansıtıyor. O günden bugüne siyaset ve medya alanında çok şey değişti ama egemen medyanın bağımlılığı değişmedi. Evet bugün belki Erdoğan Medya Merkezi TSK’ya göbekten bağımlı değil. Askeri vesayet kalktı onun yerine sivil tabir edilen vesayet geldi. Ama medya hala iktidar medyası. Dediğiniz gibi bugün için bir medya eleştiri blogunun adının apoletli olması tartışılıyor. Benim bazı meslekdaşlarım, arkadaşlarım, sağolsunlar, üşenmemişler, alternatif isimler bile önerdiler: Takkeli Medya, Takunyalı Medya, Yeşil Medya. Hiç biri bana uygun ve doğru gelmedi. Apolet evet askeri bir aksesuar ama ben askeri  derken ya da apoletli derken, ille de ve sadece askeriyeyi, TSK’yı kastetmiyorum. O kör bağımlılığı, emir-komuta zincirini, eleştiri/sorgulama yasağını  kastediyorum. Üniformasız, silahsız ama askeri yani apoletli kafalı ‘siviller’ de yok mu  bu memlekette?  AKP için neo-kemalist deniyor değil mi?
Yine de israrcı değilim, apoletli yerine hem dönemin özelliklerine uygun ama aynı zamanda kalıcı bir başka sıfat bulursam blogun adını değiştiririm. Sonra da her iktidar değişikliğinde bloga yeni isim/başlık bulma derdine düşmemek kaydıyla…

(*) Etkin Haber Ajansında (etha.com.tr) yayınlanan söyleşi 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla