Ana içeriğe atla

Üç Maymun,Penguen, Yine Maymun



* Medyadaki sermaye yapısının Gezi Parkı direnişlerinin haberleştirilmesi noktasında nasıl bir etkisi oldu? En bariz örnekleri nelerdir? Ne gibi kaygılar, halkın doğru haber alma hakkına engel oldu ?

-       R.DURAN. Medya mülkiyetinin kökeni ve yapısı siyasi iktidara bağımlı olmasının yanı sıra, egemen medyanın yöneticilerinin ideolojik ve siyasi alanda, gönüllü olarak iktidar yanlısı olmaları da önemli bir unsur. Bu sayede AKP ya da Erdoğan emir-komuta zincirine ihtiyaç duymadan medyayı kendi istediği gibi yönlendirebiliyor. Yeni Şafak, Akit, Sabah’ın yanı sıra bu medya gruplarının televizyonlarının başındaki  gazeteci görünümlü yöneticiler  ve kilit mevkilerde bulunan ‘gazeteciler’ de, şu ya da bu şekilde AKP ile iktidar ile ya organik ilişkide ya da dirsek temasında.Bu tür gazeteciler, iktidardakilerin sınıf kardeşidir. Kaderde, sevinçte ve tasada birdirler. 
Gezi Direnişi, aslında başka bir çok toplumsal kesimin olduğu üzere, egemen medyanın da beklemediği bir anda ve şekilde patladı ve gelişti. Egemenler ve medyası, hazırlıksız yakalandı. Üstelik böyle bir ihtimale karşı ne A ne de B planları vardı. Gezi Direnişinin, egemenlerin bildiği klasik anlamdaki bir örgütlenmesi yoktu, lideri ya meçhuldu ya da namevcut, Katılımcıları konusunda da polisin elinde, GBT’ye kayıtlı pek az insan vardı. Egemenleri özellikle Direniş’in ilk günlerinde  panikleten hatta korkutan bir eylem vardı ortada.  İktidarın medyatik alandaki temsilcileri, böyle bir durumda,yani denetleyemedikleri hatta anlayamadıkları dolayısıyla da kolayca tahrif edemeyecekleri bir durumda, kendi gözlerini, ağızları ve kulaklarını kapayarak, tüm toplumu üç maymuna çevirebileceklerini sandılar. Oysa ki sıkışınca penguen belgeselini yayına verenlerin bizzat kendisi, bilahare, sosyal medya tarafından maymuna çevrildi. 
Aslında Gezi Direnişi egemen medya açısından ve sansür açısından bir yenilik değil. Yakın geçmişte Roboski ve Reyhanlı olaylarında da egemen medya haber gizleme ve haber tahrifatı yaptı. Egemen medyanın sansürü giderek etkisini ve ağırlığını yitiriyor. Çünkü egemen medyanın etkisi ve ağırlığı giderek azalıyor. Buna paralel olarak da sosyal medyanın etki ve ağırlığı artıyor. Türk egemen medyası 1925’deki Şeyh Said hadisesini 2.5 ay sonra Istanbul matbuatına yansıttı. Bugün Roboski ya da Gezi örneklerinde egemen medya artık en fazla  birkaç saat dayanabiliyor.
* Yüzbinler sokaktayken penguen belgesellerinin yayınlanması, evlerinden olayları takip eden insanları yeni arayışlara itti.  Direnişin en yoğun olduğu günlerde Türkiye'de yurttaş gazeteciliğinin ön plana çıkması, medyanın bundan sonraki konumlanışını nasıl belirler?

            - R.DURAN.Hemen, kısa vadede çok büyük dönüşümler beklememek gerekir egemen medyanın ıslahı açısından. Tarihi tecrübelere bakacak olursak, medya iktidara bağımlı ya da iktidar yanlısı ise, iktidar zayıfladıkça o da zayıflar. İktidar çökünce o da çöker. 1917’den sonra Çar yanlısı bir yayın kalmadı Sovyetler’de. Devrim, haliyle sadece siyasi iktidarı değiştirmez, eski siyasi rejimin mümkünse tüm kurumlarını değiştirir, ya ıslah eder, doğru yola sokar, ya da siler atar, yenisini yaratır. Bizde henüz bu aşamalarda değiliz. Gezi patlarken susan, gözlerini kapatan ya da penguen belgeseli yayınlayanlar, bence henüz bu tutumlarını doğru dürüst ne  değerlendirdi ne de eleştirisini yapabildi. Çünkü onların tutumu, öyle basit, sıradan mesleki/teknik bir hata değil. Üstelik ilk kez de yapmıyorlar. Çok ciddi bir bilançoya, bir eleştiriye, bir özeleştiriye ihtiyacı var Türk egemen medyasının:
-       Ben kimin için yayın yapıyorum?
-       Bizim için gerçek mi önemli yoksa devlet mi?
-       Biz hangi hadisede kimden yana taraf tuttuk? Neden? Ne yapmamız gerekirdi?
Böyle birkaç tayin edici soru daha var. Mevcut egemen medyanın, mülkiyet yapısı, yöneticilerinin kimlik ve karakteri benim öngördüğüm/talep ettiğim değerlendirmeyi yapmaya müsait değil. Nitekim de henüz yapmadılar, yapacaklarına dair bir emare de yok. Varsın onlar yapmasınlar, okur kesimi, izleyici kesimi her tökezlemede, her vahim hatada büyük ölçüde sosyal medyanın desteği ile aslında bu sorgulamayı hem kendisi açısından hem de egemen medya için yapıyor, yaptırıyor.
Egemen medyanın çeşitli engelleri var. Sadece gazetecilik/habercilik yapıyor olsalar, belki mesleki/teknik sorunları daha kolay çözebilir. Ama bu egemen medyanın zaten asli görevi iktidarı koruyup kollamak olduğu için, belki biçimsel yani makyaja ilişkin birkaç küçük düzeltme yapabilir ama çığ gibi gelişip büyüyen sosyal medya karşısında ne yapsa boş… Medya bundan sonra, eskiden nasıl konuşlanmışsa aynı şeklini sürdürür, sunum ve söylemde belki bazı medya organlarında nispi bir yumuşama gözlenebilir ama Erdoğan’ın astığım astık/kestiğim kestik söylemi devam ettiği sürece, egemen medyadan olumlu bir şey beklememiz bence doğru olmaz.

CNN Türk'te 'göstericiler polise taşlarla saldırıyor' şeklinde verilen haberler, CNN International'de 'polis eylemcilere gaz bombalarıyla saldırıyor' denilerek verildi. CNN International'in dışında, Reuters, AFP gibi birçok uluslararası basın kuruluşu da, Türkiye'de yaşananları, Türk medyasından çok daha objektif  biçimde yayınlaması,  Türk Hükümeti'nin tepkisine neden oldu. Sizce, uluslararası basının tutumunun ve Başbakan'ın uluslararası basına hiddetli çıkışlarının altında ne gibi gerçekler olabilir ?

-       R.DURAN. Gezi Direnişinde, evet, sizin belirttiğiniz gibi, Türk egemen medyası ile global medya aynı olayı, aynı gelişmeyi neredeyse tamamen zıt  bir şekilde verdi. Ve olayın doğrusu da global medyada idi.  CNN Int, BBC World, Reuter’s ya da AFP’nin patronları, Türkiye’de devlet ihalelerine girmiyor. Bu medya organları gazetecilik/habercilik dışında başka bir alanda faaliyet  göstemiyor. Bu kurumlar bugün bulundukları konuma Erdoğan sayesinde gelmediler. Erdoğan, onlar için dünyadaki 200 küsur Başbakan’dan sadece biri. Bu global medyanın Erdoğan ile herhangi bir çıkar ilişkisi de yok. Yani, mesela BBC, Yeni Şafak değil ki, Erdoğan aleyhine bir yazı çıksa, yazarını hemen kapıya koyasın…Global medyanın, habercilik anlayışı, haber değeri açısından yüzlerce, binlerce, onbinlerce insanın önce bir tek Istanbul’da ardından 79 vilayette gösteri yapması öyle es geçilecek, göz ve kulak kapatılacak bir olay değil. Yanlış anlaşılmasın, ben CNN; BBC, Reuter’s ya da AFP şahane medya organlarıdır, her şeyi gayet düzgün bir şekilde verirler demiyorum. Onların da her birinin eleştirilecek bir sürü yanı var. Ama Gezi örneğinde bu medya organları ilk başta sadece üstlerine düşen gazetecilik/habercilik görevini yaptı. Ancak  daha sonra mesela Erdoğan’ın sözcülerinin bu mecralarda göz göre göre yalan söylemesi, geçici revirlere gaz bombası atılması, göstericilere karşı acımasız polis şiddeti ve iktidarın yabancı medyayı karalaması karşısında global medya da Erdoğan’ı daha fazla suçlayan bir yayın politikası benimsemeye başladı.
Erdoğan ve gaz arkadaşları ise,- ki bunların arasında Amerikalarda okumuş yazmışlar da var, ama mesele orada burada okumakla, doktora yapmakla filan olmuyor, mesele bulunduğun iktidar konumuna uygun davranmak!-  global medyaya ateş püskürdü/püskürüyor. Çünkü Erdoğan, global medyayı denetleyemiyor, yönlendiremiyor. Üstelik de mesela CNN INT’in   bir Yeni Şafak’tan çok daha güçlü ve etkili olduğunu da biliyor. Ayrıca, global medya Erdoğan karşıtı haberleriyle, Başbakan’ın uluslar arası komplo tezine de sözümona  zemin hazırlamış oluyor. Gerçi bu teze kimse inanmıyor ama olsun… Sıkışan Adam her çareye başvuracak. Normaldir ama müsbet bir sonuç alması mümkün değil.
Alternatif medyanın, Gezi olaylarındaki tutumunu ve performansını nasıl değerlendiriyorsunuz ?BirGün, soL, Evrensel, Aydınlık, Halk TV, Ulusal Kanal, Hayat TV ve Kürt basınından kuruluşlar, kısıtlı imkanları olmasına karşın en doğru ve nitelikli haberleri halka ulaştırmaya çalıştılar. Özgür basın, Gezi direnişleriyle yakaladığı ivmeyi uzun vadede nasıl değerlendirmeli?
R.DURAN. Evet özellikle ilk günlerde Halk TV ve Ulusal TV, 24 saat Taksim’den kesintisiz yayın yaparak, yurttaş için, okur için  önemli bir hizmeti yerine getirdi. Hepsini çok ayrıntılı izleyemedim ama  sözkonusu medya organlarının ulusalcı ve solcu  yayın politikaları, Gezi Direnişini iyi bir şekilde izleyip aktarmak için zaten müsait bir zemin yaratmıştı. Yani genel olarak iktidar özel olarak Erdoğan karşıtı her gelişmenin, egemen medyada da neredeyse hiç yer bulamadığını hesaba katarsak, haber değeri oldukça yüksekti bu medya organları için. Sözkonusu medya organlarının okur/izleyici sayısı Gezi Direnişi sayesinde arttı, meşruiyetleri, ünleri, popülariteleri  büyüdü. Bunda bence daha çok içerik tayin edici oldu. Oysa Gezi Direnişinin medya ayağında başka önemli bir boyut var. O da, Gezi Çocuklarının,  egemen olsun, alternatif olsun, medyada dikey değil yatay iletişimin önem ve değerini gündeme getirmesi…Bu arada sadece görevlerini yaptıkları için sol medyadan  çok sayıda muhabir ve meslekdaşın gözaltına alınıp polisçe kötü muameleye tutulması, egemenlerin bu medyadan hala ne kadar çekindiklerini göstermesi açısından ilginç.
Bir kere ‘On line journalisme’ yani İnternet gazeteciliği ile daha fazla uğraşmamız gerekiyor. Uzun vadede bizim sol medyanın, Gezi Direnişinden bence çıkarabileceği çok ders var:
- Biz Gezi’yi neden ve nasıl izleyip aktardık?
-Gezi’nin temel iletişim aracı olan sosyal medyayı biz özel olarak bu olayda genelde haberciliğimizde nasıl kullanıyor ve değerlendiriyoruz?
- Yurttaş gazeteciliği ile bizim klasik sol yayın politikalarımızı nasıl uyumlu hale getirebiliriz?


*  Direnişin ilk günlerinde ana akım medyanın Gezi Parkı haberlerini yayınlamamasının ardından sosyal medyada en çok dile getirelen söylemlerden biri de"İstanbul'un göbeğinde yaşananların haberini göremiyoruz. Kim bilir Doğu'da Güneydoğu'da Kürtler neler çekti de haber alamadık. Yıllardır Kürt Coğrafyası'nda yaşananları bu medyadan izliyormuşuz" şeklindeydi. Yıllarca ana akım medyanın haberleriyle fikirlerini geliştiren Türkler, Gezi direnişleriyle birlikte medyanın gerçekleri manipüle etme konusunda ne kadar işlevsel olduğunun farkına vardı. Medyanın Gezi direnişlerindeki tutumunun farkındalığı arttırdığını düşünüyor musunuz? 
-       R.DURAN. Benim Gezi Direnişi’ndeki  slogan ve duvar yazıları arasında en çok ilgimi çeken, sizin sözünü ettiğiniz  ‘’Yıllardır Kürt Coğrafyası'nda yaşananları bu medyadan izliyormuşuz" oldu. Bir de ‘Al sana gündem!’ çok esaslı bir medya eleştirisi. Gezi ile Kürt Direnişi arasındaki ilişki biraz sorunlu. Hele ilk başlarda ANF’de de yayınlanan  Mustafa Karasu  ile  Cahit  Mervan’ın Gezi  Direnişi analizleri  keşke hiç yayınlanmasaydı. Neyse ki sonra Öcalan, ‘Gezi Direnişini selamlıyorum’dedi de, BDPlilerin Gezi’ye serin bakan yaklaşımı kırılır gibi oldu. Ama bugün hala Çözüm Süreci nedeniyle olsa gerek Kürt muhalefeti ile Gezi Direnişi arasında sempatik bir bağ maalesef kurulamadı. Üstelik Sırrı Süreyya çok çaba göstermişti. Üstelik Sebahat Tuncel, Gezi’de yaptığı konuşmada, ‘’Çapulcularla teröristler birleşsin!’ demesine rağmen…Öcalan’ın müdahalesi olmasaydı, Gezi Direnişi bir cephede, AKP ve BDP karşı cephede olacaktı. Sadece Ulusalcı cenahta değil, Türk tarafının çeşitli katmanlarında bilinçsiz/bilgisiz egemen ideolojinin yaydığı bir Kürt karşıtlığı var. Bunu kısa sürede, medya üzerinden ortadan kaldırmak pek mümkün değil. Ama yine de dediğiniz gibi, yurttaşlar, mesela Gezi Direnişine katılan yurttaşlar, kendi deneyimlerinden yola çıkarak, egemen medyanın ‘Gezi’yi böyle vermişse, Kürt meselesini kimbilir nasıl vermiştir?’ diyerek, bu medyanın sansürcü, tahrifatçı boyutunu sorgulayabilir. Yine de milliyetçi/Türkçü/Kürt karşıtı politika/düşünce ve refleksler bir kesimde öylesine güçlü ve yaygın ki, gerçek anlamda barış, Türk-Kürt kardeşliği için siyasi, ideolojik önemli aşamalara ve zamana ihtiyacımız var. Sonuç olarak evet Gezi Direnişi, Türk egemen medyasını sarstı, salladı, ipliğini pazara çıkardı ama bu sarsıntı, egemen ideolojinin tüm değer yargılarını yerle bir etmek için henüz yeterli değil ayrıca yıkılan her olumsuzluğun yerine mutlaka olumlu değerler yeşertmek, koymak gerekir ki, eski olumsuzluklar mantar gibi yeniden bitmesin… Türk egemen medyası henüz yeni ve olumlu bazı değerlerle tanışmadı bile.  
-       Son olarak Gezi Direnişinin medyası olarak temayüz eden sosyal medyayı nasıl değerlendirmek gerekir?
              

                    R.DURAN- Her siyasal, toplumsal, ideolojik büyük dönüşümün kendine has bir iletişim aracı var. 1789 Büyük Fransız İhtilalinin medyası, ‘Pamphlet’ (Risale) idi.Lenin Pravda’yı kullandı.Bir karşı-devrim olarak Hitler’in favori medyası radyo oldu. 68 Mayıs’ının en önemli medyası duvar afişleri idi. Humeyni teyp kasetlerini kullandı. Gezi Çocukları da sosyal medyayı benimsedi. Gezi Direnişi, tıpkı sosyal medya gibi, hiç kimsenin ve herkesin hareketi. Gezi’de de sosyal medyada da bizim eskiden bildiğimiz anlamda dikey örgütlenme, lider, emir-komuta zinciri filan yok. Tek merkez yok, herkes merkez. Yatay ve çok eşitlikçi bir mekanizma devreye girmiş durumda.  Barışçılar, müthiş paylaşımcılar ve acaip gırgırlar. Üstelik de mizahı şahane bir siyasi muhalefet aracı olarak kullanıyorlar. Benim en çok sevindiğim, apolitik, cahil, bencil olarak itham edilen bu kuşağın, sanal gerçekten başlarını kaldırıp sokağa dökülmeleri. Eski sanal gerçekçiler yeni hakiki gerçekçi oldu. Hiç de apolitik değiller, çünkü mevcut siyasi partilere uzak ve soğuk durmak değildir apolitik olmak. Hiç de cahil değiller, egemen medyanın televizyon ve gazetelerinden çok daha zengin ve çeşitli haber ve bilgi kaynakları ile haşır neşirler. Hiç de bencil değiller çünkü bireysel özgürlüklerine müdahale edilince şaha kalktılar, örnek bir yardımlaşma/dayanışma ortamı yarattılar.Bu yeni Türkiye’nin gençliği ve onları can-ı gönülden destekleyen herkes Brezilya’dan Şam’a bütün dünyanın sevgisini ve saygısını kazandı. Açın bakın dünya haberlerine, herkes Türkiye’yi, bu Gezi Çocukları sayesinde öve öve bitiremiyor. Bütün dünya Erdoğan’ı kınarken bir tek Müslüman Kardeşlerden destek mesajı geldi. Erdoğan ve Davudoğlu’nun medyatik karizması ağır bir şekilde çizilirken, Gezi Direnişi Türkiye’yi sevgi, saygı, umut, heyecan ve dayanışma en önemlisi özgürlük ve demokrasi platformlarında zirveye çıkardı. Önemli bir dönüşüm yaşandı/yaşanıyor Mayıs sonundan bugüne. Gaz, Toma, akrep, Hülya Avşar ya da Necati Şaşmaz’la çözülemeyecek kadar devasa bir hareket bu. Cin artık şişeden çıktı. Gezi Direnişi, yenilebilir, Park yasaklanabilir, Direniş’e katılan herkes gözaltına hatta hapse atılabilir. Bunların hiç biri çözüm değil. Çünkü  önemli bir eşik artık aşıldı. Mesele memleket sathına yayıldı. Eskiden telefonda siyasi konuları gündeme getirmekten çekinen insanlar bugün Park Forumlarında çıkıp çatır çatır görüşlerini açıklıyor. Sorun Erdoğan gitsin, AKP çekilsini de aştı bence. Yeni Türkiye doğuyor. Eskisi de pılını pırtığını toplayıp geri çekilmeye hazırlanıyor. Tayin edici bir sürecin henüz başlarındayız. Çok şiddetli ve kanlı günler de yaşayabiliriz,  huzurlu ve barışçı bir döneme de girebiliriz. Her şey Erdoğan’ın tutumuna bağlı. O da hiç kimseye pek umut vermiyor. Maalesef…Biz iktidarı kaybetmenin ne olduğunu bilemeyiz. Belki o bilir. Ama ona da üzülemeyiz. 
Birgün, 28 Haziran 2013

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla