Ana içeriğe atla

Egemen Medya Sabıkalı Bir Seri Katil Gibidir

'Gezi' eylemlerinin hedefi hükümetti ama hükümet kadar medyayı da sarstı. Bunu nasıl açıklarsınız? 

R.Duran- Gezi eylemlerinin yegâne hedefi hükümet değildi bence. Çok daha geniş bir açısı var Direnişin. Toplumsal bir muhalefet olarak, evet, Başbakan Erdoğan’ın tek adam yönetimine karşı çıktılar. Onun özel hayata müdahalesine (Alkol, kürtaj, öpüşme…)  itiraz ettiler. Ayrıca bilinçli kentli yurttaş olarak, çevreye saygılı insanlar olarak Parkı korumak istediler. Topçu Kışlasının yeniden yapılmasına karşı çıkarken, zorla yeniden tarih yazılmasına hayır dediler. AVM inşaatına karşı çıkarken de kapitalizmin tüketim toplumuna, yurttaşı silip yerine pasif tüketiciyi yerleştirmeye çalışan anlayış ve  uygulamaları da red ettiler. Gezi Direnişinin insanları, ilk andan itibaren hatta belki de Direniş somut olarak başlamadan bile, zaten egemen medyaya karşıydı. Gezi Çocukları egemen medyayı izlemiyordu, büyük gazeteleri okumuyor o büyük TV kanallarını izlemiyordu. Egemen medya neredeyse 48 saat Gezi Direnişini sansürleyip görmeyince, sadece Gezi Çocukları değil, hakiki gerçekle yüzleşen yüzbinlerce insan bu  medyanın ipliğini bir kez daha pazara çıkardı.  Taksim polis şiddetiyle yanıp tutuşurken penguen belgeseli gösterenler, ayrıca 2 gün sonra özür dileyen 24 saat haber kanalları kaçınılmaz olarak devlet aklı (Hikmet-i hükümet/Raison d’Etat)  ve gücü ile toplumsal muhalefet arasındaki dengeyi mecburen kavramak zorunda kaldı. Göstericilerin TV binaları önüne kadar gidip egemen medyayı kitlesel bir şekilde kınamaları, Gezi’nin kendi özgün medyası sosyal medya üzerinden gülerek/güldürerek paçavraya çevirmesi egemenlerin medyasını da tabi ki sarstı. Bu büyük medya organlarında hala çalışabilen birkaç meslekdaşın tutumları da sarsılmaya katkıda bulundu. Hele göstericilerin ve onları destekleyen insanların medya grubunun holdinglerindeki banka ve diğer şirketleri boykot etmesi de,  bu medya kuruluşlarına toplumsal muhalefetin gücü ve etkisi konusunda hiç olmazsa bir fikir ve ayar verdi. Gezi Direnişi, yeninin eskiye meydan okuması, toplumsalın devlete karşı itirazı olarak okunmalı. Bu durumda hem eski olması hem de devletin bir aygıtı olması nedeniyle egemen medya da kitlesel itirazdan payını aldı.
 Bu tür eylemlerin dünya örneklerinde, medyayı da sarstığı bir başka örnek var mı?

R.Duran – Siyasal ve toplumsal bütün kitlesel muhalefet hareketleri, iktidarı ve yerleşik düzeni, ‘Ancien Régime’ tabir edilen eski düzeni hedef aldığı için,  o düzenin bir müştemilatı olan medyayı, egemen medyayı da neredeyse kaçınılmaz olarak her zaman hedef almış, sarsmış hatta varlığına son vermiştir. Sovyet Devrimi sırasında Çar’la birlikte Çar’ı destekleyen gazeteler, Çin Devrimi sırasında ve sonrasında Çan Key Şek yanlısı basın kepenkleri indirdi.  Bizim Kurtuluş Savaşı sonrasında da Saray yanlısı gazeteler vefat ilanı verdi.  Daha yakın zamanda mesela Fransa’da Mayıs 68 devrimi sırasında ve sonrasında yeni gazeteler (Mesela Libération) doğarken eski gazeteler 68 gençliğinin mesajlarını geç de olsa algılayıp yayın politikalarını değiştirmek zorunda kaldı. Çözülen, dağılan, yıkılan her siyasi iktidar, çözülürken,dağılırken ve yıkılırken yandaş medyasını da yanına alır.
 Sizin 'apoletli medya' tanımınız literatüre girdi. Bugün olanlara bakınca, bu tanımla ilgili bir ekleme-çıkarma yaptınız mı?

R.Duran- Gezi’den çok önce yaptım. Sağolsun, meslekdaşım ve Galatasaray’dan kardeşim Ruşen Çakır bir süre önce beni arayıp, ‘Bu AKPliler medyanın neredeyse tümünü ele geçirmiş olmalarına rağmen hala ve habire senin Apoletli Medya tanımını kötüye kullanıyorlar’ diye beni uyardı. Ben de bu uyarı üzerinewww.apoletlimedya.blogspot.com  adresindeki medya eleştiri blogumun  giriş/tanıtım yazısına bir ekleme yaptım.’’ . Apoletli Medya: Hâki ya da yeşil, emir-komuta zinciriyle faaliyet gösteren basın-yayın kuruluşu’’  cümlesini koydum.
Çünkü benim için tayin edici olan medyanın bağımsızlığını. Özellikle de siyasi, iktisadi ve ideolojik iktidardan bağımsızlığı. Belki de yeni durumda Apoletli Medya kavramı yerine yeni bir kavram bulabilirsem başlığı da değiştirebilirim.

'Gezi' protestolarının medyaya yönelmesinin nedenlerini siz nasıl sıralıyorsunuz?

Benim tüm yazılarımda, derslerde, konferanslarda medya konusunda  temel bir kriterim var: Medyatik Gerçek/Hakiki Gerçek. Gezi, belki egemen medya ile pek haşır neşir değil ama bu çocuklar,  egemen medyadan çok daha zengin bilgi ve haber kaynaklarına ulaşabilen sosyal medyayı çok iyi kullanıyor. Hele bir de bilgisayarın başından kalkıp sokağa çıktıklarında, Taksim’e indiklerinde, Medyatik Gerçek ile Hakiki Gerçek arasındaki bariz farkı bizzat gördüler, farkına vardılar, anladılar hatta iliklerinde hissettiler. Sloganlar, duvar yazıları, Tweeter  ya da Facebook’da dolaşan veciz sözler arasında medyaya ilişkin olanlarla özel olarak ilgilendim. Mesela ‘Biz Kürt meselesini bu medyadan izlemişiz’ sözü çok şey anlatıyor. Keza, Erdoğan’a yönelik olarak ‘Al sana gündem!’ çağrısı çok hoş bir medya eleştirisi. Gezi’dekiler Roboski’yi de biliyordu. Egemen medya ile sosyal medyayı kıyaslayınca, egemen medyanın hangi haberi gizlediğini, hangi bilgiyi tahrif ettiğini de anlıyordu. Gezi Direnişi gibi çok masum, çok yasal, çok meşru aynı zamanda çok gırgır bir hadisenin egemen medyada iktidar aracılığıyla ve medyakratlar tarafından gönüllü olarak gizlendiğini/tahrif edildiğini görünce haklı olarak egemen medyayı da hedeflerine aldılar: Diren Antartika!
 Roboski, Reyhanlı ve son olarak Gezi olaylarındaki tavrına bakınca medyayı hala literatürdeki gibi tanımlayabilir miyiz? Tanımı ne olur?

Bence egemen medyanın Roboski, Reyhanlı ya da Gezi olaylarını  gizlemesi, tahrif etmesi yani sansür etmesi, Türk egemen medyası açısından çok yeni, çok olağanüstü bir gelişme değil. Türk basını gün yüzüne çıktığı 1853 yılından bu yana, çok büyük ölçüde Saray’ın 1923’den sonra da devletin bir ajitasyon-propaganda aracı olarak hizmet verdi. Koleksiyonları karıştırın, medya mülkiyeti anatomisine bakın, Türk medyasının esas olarak topluma ve yurttaşa kapalı bir devlet resmi organı gibi yayın yaptığını çok kolay görebilirsiniz. Bu matbuat-basın-medya 1925’deki Şeyh Said hadisesini 2.5 ay sonra verdi. Kürt meselesini 1925’den beri şekavet/terörizm başlığı altında veriyor. Roboski, Reyhanlı ve Gezi’den sonra değişen şu: Artık egemen medyanın yalanlarını, gizlemelerini kısa sürede somut olarak, yine habercilik yöntemleriyle teşhir edebilecek bir sosyal medya ağı var. Bu ağ sayesinde yurttaş egemen medyanın yalanlarından hemen haberdar olabiliyor. Sosyal medya aslında ‘Yurttaş Gazeteciliği’ adı verilen yönteme çok müsait bir mecra. Eskiden devletin kontrolündeki medya, neredeyse tek bilgi-haber üreticisi ve dağıtıcısı olarak, bir tek merkezden bütün topluma, dikey olarak yani tepeden inme bir şekilde mesaj verebiliyordu ve o zaman alternatifi pek yoktu. Şimdi ise sosyal medya sayesinde, merkezi ve tek bir üretici/dağıtıcı olmadan, yatay mekanizmalar sayesinde, yurttaşlar çok farklı, çok zengin haber ve bilgi kaynaklarına ulaştıkları gibi, eskiden salt pasif okur olabilen yurttaş, artık, aktif bir haber-bilgi veren ve dağıtan kişi haline geldi. Biz Roboski’yi de Reyhanlı’yı da Gezi’yi de sosyal medyadan öğrendik ve izledik. Sosyal medya giderek yurttaş medyası haline gelirken, egemen medya, eskiden olduğu gibi hala bugün de iktidar medyası ünvanını taşıyor. İnandırıcılığını, güvenirliğini büyük ölçüde kaybetmiş olsa da…

 Bu süreçte özellikle Yeni Şafak ve Star'ın, bir süredir de Akit'in sürdürdüğü yayın politikasının gazetecilikten çok 'kriminal' kavramlarla anılması gereken bir duruma geldiği, abartılı bir yorum mu olur?

R.Duran – Hayır bence abartılı  bir yorum değil. Çünkü gazetecilik, siyasi iktidar karşısında duranları, yargılayıp suçlamak değildir. Hele mesnetsiz, belgesiz çamur atmak hiç değildir. Ne var ki, AKP’yi ve özellikle Erdoğan’ı artık açıkça savunmak oldukça güç bir hale geldiği için, bu gazeteler başta, aslında Gezi’yle yakından uzaktan ilişkisi olmayan CHP’ye ve tüm muhaliflere kara çalıyor. Yok efendim camide içki içmişler, yok efendim Duran Adam başörtüyle dalga geçmiş…  Ayrıca faiz lobisi, uluslararası güçler tezleri işleniyor. Kanaat olarak tabi. Gazeteciliğin gerektirdiği hiçbir somut bilgi belge olmadan üstelik.
Bu ‘Faiz Lobisi’ sözü, benim çevirmen olarak da ilgimi çekti. İktisatçı arkadaşlarıma sordum. ‘Faiz lobisi’ diye bir lobi yoktur dediler.  Faiz, İngilizce ‘İnterest’, ama ‘İnterest’ sözcüğü İngilizcede aynı zamanda ‘Çıkar’ anlamında da kullanılır. Erdoğan ya da danışmanları bir ihtimal ‘Türkiye aleyhindeki çıkar gruplarından’ söz etmek istedi ama o ‘Çıkar Grubu’ çeviride ‘Faiz Lobisi’ olarak değişti. Neyse… Akdeniz’i ‘White Sea’ yapan, çıkar grubunu da fazi lobisi yapar, n’olmuş yani. Ben yüzde 50’nin Başbakanı değil miyim? ,
Şimdi medya sizin elinizde, yargı sizin elinizde, muhaliflere yönelik çeşitli suçlar atın, savcılar da soruşturma açsın, böylelikle muhaliflerinizden ‘yasal’ yöntemlerle kurtulursunuz, mantığı çalışıyor. Sıkıştılar, toplumsal muhalefet karşısında, bence ne olduğunu gayet iyi anladılar bu yüzden de paçaları tutuştu, bu nedenle çamur atıyorlar
.
Gezi olayları sırasında eylemcilere kapatılan ekranların hükümete açılması dikkat çekiciydi. Özellikle Fatih Altaylı'nın Başbakan'la yaptığı röportaj, bir örnek olarak ele alınsa hangi unsurlar öne çıkar?

R:Duran- Habertürk binası Taksim alanına bakar. Elektrik İdaresinin orada. Olaylar ilk patlak verdiğinde Habertürk’ün alana ya da Gezi’ye belki muhabir göndermesine bile gerek yoktu. Aç pencereyi ya da çık dama bir kamera yerleştir,  naklen yayına gir… Ama hayır iktidarın aleyhine olan gerçekleri vermediler. Onlar eskiden de vermiyordu o gün de vermediler. Çadırları yakılan, cop yiyen, gaz yiyen, su yiyen yüzlerce mağdur ve mazlum insan varken, Altaylı ne yaptı? Ekranlarını saldırının baş sorumlusu Başbakan’a açtı. Üstelik de konuyu deşeceğine, mağdur ve mazlumlar adına Başbakan’dan açıklama talep edeceğine, iktidarın ekmeğine yağ sürercesine, konuğunu haklı göstermek için elinden geleni yaptı.  Saldırının sözcülüğünü hatta propagandasını yaptı.
Altaylı mesleki alanda zaten kötü ünlü bir şahsiyet. Eren Keskin’e hakaretlerini hatırlayın, Öcalan’la röportaj yapıp bantı MİT’e teslim ettiğini anımsayın. Her yeni gazetesinde bir önceki gazetesini teşhir ettiğini biliyoruz. Ama  mesele  şahsi bir mesele, yani Altaylı meselesi değil. Türk egemen medyasında onlarca Altaylı var.
Her gazeteci Başbakan’la, Cumhurbaşkanı ile, iktidar sahipleri ile söyleşi yapar. Ve tabi ki konuğuna nazik ve efendice davranır. Ancak siz gazeteci olarak iktidar sahibi bir yetkili ile söyleşi yaparken, yönetilenlerin, yurttaşların, toplumun, halkın sözcüsü/temsilcisi olmak durumundasınız. Başbakan’la görüşme olanağı olmayan insanların sesi olmalısınız. Onların sorularını, onların dertlerini iletmeniz gerekir. Şimdi mesela Gezi’de çadırı yakılmış, gaz yemiş herhangi bir genç, Erdoğan’a soru soracak olsa herhalde Altaylı’nın sorularını sormaz.
İyi söyleşi için dünyada çeşitli olumlu örnekler mevcut. Ben mesela BBC’de Hard Talk’ı teknik olarak, mesleki olarak başarılı buluyorum. Çünkü Hard Talk’da iktidar sahipleri ile söyleşi yapılırken, bu kişileri meşrulaştıracak, haklı çıkaracak sorular sorulmuyor. Aksine iktidar sahiplerinin, iç çelişkileri, bilgi tutarsızlıkları, yorum hataları sergileniyor. Altaylı’nın meselesi mesleki değil. İdeolojik. O, bir çok meslekdaşı gibi, gazeteciliği, kamu çıkarı için, toplum için, yurttaş için yapmıyor. İktidar için yapıyor. Aslında zaten istese de, iktidarla organik çıkar ilişkileri içinde olan Ciner Holding’in gazetesinde ya da televizyonunda doğru dürüst gazetecilik yapmak mümkün değil. Şunu da eklemem gerekir ki, bu tür gazeteciler, yoksula, güçsüze ve muhalife karşı arslan kesilir de, iktidarın karşısında süt dökmüş kediye döner. İşin tek iyi yanı, Altaylı’nın bu Erdoğan söyleşisinden sonra çok geniş bir tepki oluştu. Sosyal medyada herkes Altaylı’yı sert ve güzel bir şekilde eleştirdi. Ayıkladı. Bizim Galatasaray Liseli çocuklar da pankartlarla Habertürk binasına gidip aynı okuldan mezun ağabeyleri Jöleli ile Altaylı’yı protesto ettiler. 


Hükümetin yabancı basına yönelik ağır suçlamalarını, buna karşın Türkiye'nin olayları yabancı basından izlemesi, medya-hükümet ya da medya-rejim ilişkisi açısından neyi ifade ediyor?

R.Duran- BBC, Reuters ya da CNN İnternational’ın patronları Türkiye’deki devlet ihalelerine girmiyor. Onlar zaten gazetecilikten başka bir alanla da ilgilenmiyor. Bu nedenle onların ihale alamam, teşvik vermezler gibi kaygıları yok. Bu üç global medya organı, genel olarak, aslında öyle ahım şahım gazetecilik filan da yapmıyorlar yani. Ama Gezi örneğinde, ortada onbinlerce daha sonra da yüzbinlerce insanın katıldığı bir eyleme de gözlerini kapatmıyor tabi. İçişleri bakanlığının son açıklamasına göre, 79 ildeki gösterilere 2.5 milyon insan katılmış. Kaynağın niteliği hesaba katıldığında bu rakam tenzilatlı bir rakam olsa gerek! Aslına bakarsanız Osmanlı’dan bu yana yabancı basın Türkiyeli okurların hep ilgisini çekmiştir. Abdülhamid zamanında bile Pera’ya gelen Fransızca, İngilizce ve Almanca gazeteler, sansür altındaki Türk matbuatının yayınlayamadığı haber, bilgi ve yorumları verirdi. Menderes döneminde de Türk basını kendi yazamadığı haberleri yabancı basından alıp çeviri/iktibas olarak verirdi.  Henüz yakın geçmişte, 1980-83 döneminde biz gazeteciler bile BBC’nin Türkçe yayınlarını dinlemek zorunda idik . Diktatörler, Tek Adamlar, demokrasi düşmanları, denetleyemedikleri, yönlendiremedikleri her şeyden korkar ve onlara saldırır. CNN Int, Yeni Şafak gazetesi değil ki, Erdoğan aleyhine bir yazı çıkınca yazarını hemen kapıya koyasın…Yabancı medya organları da zaten aşağı yukarı her seferinde Türkiye’de basın,düşünce, ifade özgürlüğünün baskı altında olduğunu, halkın egemen medyaya inanmadığını güvenmediğini hatırlatıyor. Boğazın Yeni Prensi, Sessiz Devrimin Kahramanı artık yabancı medyada ‘Demokrat mı  Padişah mı?’ başlığı ile kapak oluyor. Yürü bre Hızır Paşa!

Epeydir süren Hükümetin beğenmediği yazarların işten atılmaları türünden uygulamalar,  NTV'nin özrü ve istifalar sonrası, medyanın yeni bir döneme girdiği söylenebilir mi?

R.Duran- Medya ancak toplum, rejim, devlet yeni bir döneme girdiği zaman topyekün değişebilir. Belki hafif bir geçiş döneminden söz edilebilir ama medya mülkiyeti, medya yönetimi, muhabir tasarruf ve tahayyülü henüz önemli ölçüde değişmedi. Değiştiğine ya da değişmekte olduğuna dair somut bir emare henüz yok. NTV, Banu, Ruşen, Nuray’dan özür diler ve onları yeniden işe alırsa mesela bu bir emare sayılabilir. İşten atılan tüm meslekdaşlar için geçerli bu talebim.. CNNTürk  penguen yayını nedeniyle etraflı bir özeleştiri yapar ve o yayının sorumluları hakkında işlem yaparsa, bu da bir  emare olabilir. Yandaş medyada yandaşlığı sorgulamaya hafif de olsa yanaşan birini gördünüz mü? Medya eski medya. Hürriyet’te Ayşe Arman, söyleşileriyle, son günlerde dört dörtlük olmasa da bazı iyi niyetli işler yapmaya çalışıyor.  Eski alışkanlıklar öyle kolay kolay terk edilmez, terk edilemez. Hele iktidardan yana çıkarı olanların, görevlerinde, üstelik de üst düzey görevlerinde kalması halinde, medyada ne tür bir değişim bekleyebiliriz ki? Yine de AKP içindeki çatlaklar, Erdoğan-Gülen çelişmesinin yoğunlaşması, Erdoğan-Gül ilişkilerinin limonileşmesi medyaya zaman zaman yansıyor. Bunlar nispi ve yan ya da ikincil  çelişkiler. Çünkü saydığım tüm bu siyasi güçler iktidar güçleri. Bunlar, iktidarlarının tehdit edildiğini, tehlikeye düştüklerini gördükleri anda kendi aralarında daha sıkı birleşebilirler. Gezi, özel olarak sadece Erdoğan’ı huzursuz kılmıyor, bütün eski rejimi sorguluyor. Bizim Çanakkale’de mesela insanlar her akşam toplanıyor, yürüyüş yapıyor, forum yapıyor, çok çeşitli kesimler katılıyor bu etkinliklere ve herkesin birlikte attığı sloganlardan biri de ‘Tayyip Amerika’ya, Fetullah’ın yanına’. Egemen medya Gezi’den bir ayar aldı. Bu kesin. Ama aldığı ayar bu egemen medyanın şimdiden tüm olumsuz niteliklerinin ortadan kalkmasına yetmiyor.

 Yaygın medyanın Gezi olaylarında 'haber değeri' görmesi sonrası yapılan yayınlara bakarak, sansürün kalktığı söylenebilir mi? Bu habercilik dilinin/türünün bir adı var mı?

R.Duran- Roboski, Reyhanlı ve son olarak Gezi’de Türk egemen medyası sınıfta kaldı. Ama bu skandalların ne doğru dürüst bir değerlendirmesi/eleştirisi yapıldı ne de sorumlulardan hesap soruldu. Hal böyle olunca, egemen medya yarın öbürgün aynı suçu çok rahat bir şekilde işleyebilir. Türk egemen medyası sabıkalı bir seri katil gibidir. Her an her yerde yeniden cinayet işleyebilir. Çünkü doğası, yapısı, Bekçi Murtaza’sı ve mürettabatı ile yozlaşmış ve  çürümüştür, iktidara düşene kadar sarılmış bir haldedir. Gazetecilik okur için, toplum için halk için yapılır. Bunlarsa iktidar için  yazı-çizi, fotograf, görüntü işi yapıyor. Besleme denirdi eskiden, şimdi yandaş deniyor. Yalaka deniyor. Bence doğru tanım iktidar medyası…

Başbakan'ın reklamverenleri hedef alması, twitter gibi sosyal ağlara ilişkin 'düzenleme'ye gideceklerini açıkça ifade etmeleri, medyayla birlikte internete yönelik de ağır bir baskı geleceğini mi düşündürmeli, yoksa iktidarın halk isyanından sonra baskıcı politikalarını dizginleyeceğini mi?


R.Duran- Başbakan’ın bulaşmadığı bir medya planlaması alanı vardı. Son olarak o konuya da el attı.
Beş sütün yirmi santim, dört renkli ilan vereceksin, ben söylerim arka sayfaya koyacaklar.
Kendini her şeye kadir gören bir insan ile aslında hiçbir şey yapamayan bir insan arasında, iyi bakıldığında ve koşullar doğru değerlendirildiğinde çok az fark vardır. Erdoğan bence yüzde 50’lik seçim zaferi ve ameliyattan sonra gerçekle bağlantısını büyük ölçüde kopardı. Endişe kuyusuna düştü. Hezeyanlara gark oldu. 27 Mayıs’tan söz ediyor, Menderes, Özal benzetmeleri yapılıyor. Bunlar son perde benzetmeleri. İktidar gidiyor kaygısı altında akılcı reflekslerini (Var mıydı?) yitirdi. Dikkat edin her konuşmasında kendine karşıt cepheyi genişletiyor, büyütüyor. Halbuki Siyasal Bilgiler Fakültesi birinci sınıf öğrencisi bile bilir ki, siyasette ittifak cepheni genişletip, karşıt cepheyi en dar, en küçük hale getirmek birinci ilkedir. Liste çıkarın, Erdoğan son 3 hafta içinde Cumhurbaşkanı Gül’den global medyaya, çapulculardan işadamlarına, Kürtlerden Alevilere kadar her kesime çattı ve karşısına aldı. Tarihte bu yaklaşımı benimseyen liderler genelde son dönemlerini yaşayan liderler olmuştur.
Tweeter meselesi önemli. ‘Çağımızın baş belası’, diyor. Haksız değil. Ona göre öyle. Ama bize göre Tweeter doğru, bilinçli kullanılınca mevcut sosyal medya ağlarından sadece birisi.  Erdoğan hakikaten çok anlamsız konuşuyor. Mesela ‘Milyarca tweet atsanız da bizim bir besmelemiz yeter’ mealinde bir cümle kurdu. Şimdi tweet ile besmele aynı cümlede kullanılabilecek iki kavram mı? Erdoğan hakikaten eski, çok eski… İnternet’i, tweeter filan yasaklayabileceklerine (Onlar düzenleme diyor) dair sözler etti Arınç da Erdoğan da. Ben rahatım. Mısır’da Mübarek de İnternet’i kesmişti. Ne oldu?
İktidar şunu anlamamakta ya da kabul etmemekte hala direniyor: Gezi Direnişini akıllı telefonlar yapmıyor, akıllı çocuklar yapıyor.
Benim endişem önümüzdeki dönemde baskıların artacağı yönünde. İşaretlerini her geçen gün daha açık veriyorlar.

 Evet bu tweeter ve genelde sosyal medya  önemli. Gezi’nin iletişim aracı tweeter diyebilir miyiz?
R.Duran- Ben Galatasaray İletişim’de hoca iken son sınıf öğrencilerine ‘Tarih-Coğrafya-Medya’ başlıklı bir ders veriyordum. Medyanın mekan ve zamana göre değişim, konum ve işlevini araştırıyorduk bu derste. Çok zevkli geçiyordu. Mesela ABD’de 1920 yılında bir cinayetin bir gazetede nasıl verildiğini araştırıyor sonra 2008’de Türkiye’de bir cinayetin bir televizyonda nasıl verildiğine bakıyor ve bu iki haberi mekan, zaman ve medya organı açsından karşılaştırıyorduk. Oradan aklıma geldi…Her siyasal, toplumsal, ideolojik büyük dönüşümün kendine has bir iletişim aracı var, ya da ortaya çıkıyor, yaratılıyor. 1789 Büyük Fransız İhtilalinin medyası, ‘Pamphlet’ denilen Türkçe karşılığı ‘Risale’ idi. Lenin Pravda’yı kullandı.
Bir karşı-devrim olarak Hitler’in favori medyası radyo oldu. 68 Mayıs’ının en önemli medyası duvar afişleri idi. Humeyni teyp kasetlerini kullandı. Gezi Çocukları da sosyal medyayı benimsedi. Onlara, Gezi kuşağına  zaten akademik dilde ‘Dijital Yerli’ deniyor.  Gezi Direnişi, tıpkı sosyal medya gibi, hiç kimsenin ve herkesin hareketi. Gezi’de de sosyal medyada da bizim eskiden bildiğimiz anlamda dikey örgütlenme, lider, emir-komuta zinciri filan yok. Tek merkez yok, herkes merkez. Yatay ve çok eşitlikçi bir mekanizma devreye girmiş durumda.  Barışçılar, müthiş paylaşımcılar ve acaip gırgırlar. Üstelik de mizahı şahane bir siyasi muhalefet aracı olarak kullanıyorlar. Benim en çok sevindiğim, apolitik, cahil, bencil olarak itham edilen bu kuşağın, sanal gerçekten başlarını kaldırıp sokağa dökülmeleri. Eski sanal gerçekçiler yeni hakiki gerçekçi oldu. Hiç de apolitik değiller, çünkü mevcut siyasi partilere uzak ve soğuk durmak değildir apolitik olmak. Hiç de cahil değiller, egemen medyanın televizyon ve gazetelerinden çok daha zengin ve çeşitli haber ve bilgi kaynakları ile haşır neşirler. Hiç de bencil değiller çünkü bireysel özgürlüklerine müdahale edilince şaha kalktılar, örnek bir yardımlaşma/dayanışma ortamı yarattılar.
Bu yeni Türkiye’nin gençliği ve onları can-ı gönülden destekleyen herkes Brezilya’dan Şam’a bütün dünyanın sevgisini ve saygısını kazandı. Açın bakın dünya haberlerine, herkes Türkiye’yi, bu Gezi Çocukları sayesinde öve öve bitiremiyor. Bütün dünya Erdoğan’ı kınarken bir tek Müslüman Kardeşlerden destek mesajı geldi. Erdoğan ve Davudoğlu’nun medyatik karizması ağır bir şekilde çizilirken, Gezi Direnişi Türkiye’yi sevgi, saygı, umut, heyecan ve dayanışma en önemlisi özgürlük ve demokrasi platformlarında zirveye çıkardı. Önemli bir dönüşüm yaşandı/yaşanıyor Mayıs sonundan bugüne. Gaz, Toma, akrep, Hülya Avşar ya da Necati Şaşmaz’la çözülemeyecek kadar devasa bir hareket bu. Cin artık şişeden çıktı.
(Bu söyleşinin edit edilmiş versiyonu Bağımsız dergisinin 28 Haziran-3 Temmuz tarihli 23. sayısında yayınlandı) 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla