· Ulusalcılar ya da
dingolar ‘Liboş’ filan deyip küçümseyebilir, karşı çıkabilir. Birand, her şeye
rağmen hakiki, profesyonel bir gazeteci idi. Kürt meselesinde yaptıkları öyle
sıradan işler değildi. Bir de sevimli bir ağabeyimizdi yahu…
1983-87 dönemi. Birand’la
ilk karşılaşmamız telefonda. Ben Londra’da BBC Türkçe Servisindeyim, o Brüksel
muhabiri. Böyle hep acelesi varmış gibi koşuşturan bir adam. Aynı zamanda çok
nazik, çok ince üstelik de hakiki. Kızlara ‘Şekerim’, erkeklere ‘Kuzum’ diye mi
hitap ederdi? Cana yakın. İşinde neredeyse kusursuz. Tam bir profesyonel.
Kendisi de
söyledi/yazdı: Brüksel mesleki olarak o dönem çok iyi bir gazetecilik başkenti.
AB orada, Nato orada, memleket de Avrupa’nın göbeğinde. Bu coğrafi konumun
avantajı şu ki, olay olduğunda araba ya da trene atlayıp İngiltere,
Fransa, Hollanda, Almanya’ya filan hemen ulaşabiliyorsun. O zamanlar İnternet,
cep telefonu filan yok, televizyon var ama herkes sadece kendi ülkesindeki
kanalları izleyebiliyor. Belçika ise Avrupa’nın göbeğinde normal antenle
BBC’yi de çekiyor, ARD’yi de alıyor, TF1’i de görebiliyorsun.
20 yıl Brüksel’de
oturunca insan, yazılı basın kökenli olsa da, sadece TV kanallarını seyretse
bile, Birand gibi iyi bir televizyoncu oluyor, oldu da nitekim.
Birand çok boyutlu, çok
renkli bir sima olduğu için, bakıyorum medyaya, herkes acı-tatlı
olayları, anıları hatırlamış. Benim Birand’la, bir Galatasaraylı abim
olmasından, bir de Kürt meselesine duyduğu ilgi ve bu alandaki çalışmalarından
bağlantılarım var.
Birand, sadece her
hafta tribündeki yerini alması ya da şimdiki klüp başkanı Ünal Aysal’ın
sınıf arkadaşı olmasından ve klübün şirketlerinden birinde yöneticiliğe
getirilmesinin ötesinde hakiki bir Galatasaraylıdır. Pilavları aksatmaz. Son
sınıfta yatakhanede çekilen bir resimde pazularını gösteren erkek güzeli
konumundaki Birand o tavrını hep sürdürmüş. Başı dik, kendine güvenli, çünkü
çalışkan, çünkü hırslı, çünkü bir şeyler yapmak isteyen bir genç!
Birand, Türk medyasında
sadece bizim kendi içimize kapalı resmi habercilik dil ve yaklaşımını kırmakla
yetinmedi, 32. Gün’le daha TRT’de iken TV izleyicisinin gözlerini açtı, onlara
dış dünyayı tanıttı. Bence Birand’ın en önemli katkısı Kürt meselesindeki
tutumu. Kürtleri ve PKK’yi ordunun, resmi kaynakların ağzından/gözünden okuyan
yurttaşlara, PKK’yi, Kürtleri PKK’nin, Öcalan’ın ağzından/gözünden
aktardı. Yalçın Küçük’ün Sokak dergisinden yayınlanan söyleşisini bir kenara
koyarsak, Türkiye okurunu PKK ve Öcalan’la tanıştıran Birand olmuştu. Her ne
kadar bu ilk röportaj askeriyenin müdahalesi ile sansür edilse de… Birand’ın,
bizim sonradan öğrendiğimiz Kürt kökeniyle ilgisi yok bu röportajın. Birand,
sadece mesleki ilkelere saygıdan Bekaa’ya kadar gidip bu zor röportajı
gerçekleştirmişti.
Birand, ikinci kez
Apo’yla görüşmeye gittiğinde, 1991 Newroz’unda, ben de, o zamanlar Güneş
gazetesinde çalışan Halil Nebiler ile Öcalan’la röportaj yapmaya gitmiştim.
Birand tabi bizden kıdemli ve uyanık, Öcalan’dan söz almış, ‘Bir hafta içinde
hiçbir gazeteciye mülakat vermeyeceksin’ diye. Böylelikle Birand ‘exclusif’ bir
söyleşi yayınlamış olacak. Öcalan’ın kurmayı bizi sürekli bekletiyor, oyalıyor.
Bu sırada Birand bir manşet patlattı: ‘Suriye makamları, Türk dışişleri
bakanının Şam ziyareti öncesinde Öcalan dahil 20 PKK’lıyı gözaltına aldı’. Ben
o sıralarda AFP ve BBC muhabiriyim, bürom da Cumhuriyet gazetesinde. Birand,
Suriye makamlarından almış bilgiyi, Öcalan’a da yarım ağızla doğrulatmış. Ve
manşeti çakmış! Biz henüz Öcalan’la görüşememişiz, Suriye makamları ile de bir
temasımız yok, Şam’dayız ve golü de yemişiz. Yanımızdaki PKKlilere sorduk.
Onlar da ‘Evet Suriye polisi zaman zaman böyle gözaltılar yapıyor ama Serok’a
dokunamazlar, dokunmadılar da zaten’ dediler. Biz bu tek yanlı bilgiyi, başka
herhangi bir kaynağa doğrulatmadan, Birand’ın haberini de tekzip ettiği için,
dolayısıyla yediğimiz golü iptal ettirircesine gazetelerimize geçtik. Birand’ın
bir tek gazetesi var. Bizde BBC, AFP gibi iki büyük uluslararası medya, Güneş
ve Cumhuriyet gibi nisbeten iki güçlü gazete var. Bu sayede Birand’ın haberini
(Ki onunki doğruydu) yemiş olduk. Sonra Birand’ın ve Öcalan’ın istememesine
rağmen, dördümüz, yani Halil bir de ben, Öcalan’ın evinde tesadüfen
karşılaştık. Birand son derece olgun davrandı. Konuyu açmadı bile…Ama Öcalan,
hepimize yönelik olarak ‘Siz Türkiye’de bir araya gelip şöyle güçlü bir
gazeteci ordusu kursanız ya…’ dedi. Birand söze atıldı: ‘Başkan siz
bilmezsiniz, bu gazeteci takımı sadece birbirini yemek üzere bir araya gelir’
dedi. Halil’le ben gizli gizli utandık tabi. Ağzımızı da açamadık.
Birand’la daha sonra bir araya geldiğimizde hiç bu konu açılmadı. Affetmişti
bizim çiğliğimizi…
Çoğumuzun gözünden
kaçmıştır: Türk egemen medyasının Kürt meselesinde askeriyeden gelen emir ve
talimatları nasıl da harfiyen uygulayıp kendi okurunu nasıl kandırdığını da
koca medyada bir tek Mehmet Ali Birand açıkça, dürüstçe, mertçe özeleştirerek
açıklamıştı.
18 Ocak tarihli
gazetelerde Birand’ın vefat haberi ya manşetti, ya sürmanşet ya da manşet
yanı/altı idi. 17 Ocak’ta Diyarbakır’da Paris’te öldürülen PKKli 3 kadının
cenazesi vardı. Yüzbinlerce insan çok vakur, çok barışçı bir cenaze töreni
düzenlemişti. Hürriyet gazetesi Diyarbakır’daki devasa olayı birinci sayfadan
görmedi. Birand okuyabilseydi bu sayıyı çok kızardı…
Daha yakın bir zamanda,
Başbakan Erdoğan’ın bir Paris gezisinde aynı heyette idik. Dönüş uçağında
dikkatimi çekti, herkes gırgır şamata yaparken, Birand bilgisayarını açmış
harıl harıl bir şeyler yazıyordu.
Birand’ın siyasi
görüşlerine katılmayabilirsiniz. Bilhassa Körfez Savaşında ABD yanlısı tutumunu
unutmuyorum. Başka konularda da bence her zaman, daha sonra en iyi/en doğru
yaklaşım olduğu kanıtlanan yaklaşımı benimsememiş olabilir. Bence çok
vahim değil. Çünkü Birand bir siyaset adamı değil, bir gazeteci. Üstelik ne savunduysa
inandığı için savundu.
Cengiz Çandar, Akın
Birdal ve birkaç kişiyle birlikte Andıçlanması da onun aslında ne kadar iyi bir
gazeteci olduğunun kanıtlarından biridir bence.
Birand olmak kolay
değil.
Şeytan, şeytan tüylü bu
adamı aldı götürdü.
(*) Express dergisinin Ocak-Şubat 2013 tarihli 132. sayısında 'Mavi Daktilo' yazısı
Yorumlar