Her şeyin atomize olduğu günümüzde, giriş-gelişme-sonuç ya da
tez-antitez-sentez yaklaşımlarına uyamadan Nefret Söylemi hakkında güncel ama
kısa, parçalı gözlem, düşünce ve hatırlatmalar:
·
· Herhangi bir konuya girişirken önce tarihine
bakmak gerek. Nefret Söylemi deyiminin ilk kullanılış tarihi 1994, mekanı
Ruanda Soykırımı. Dolayısıyla nispeten yeni.
·
· Hollandalı Marksist semiolog Teun A. Van
Dijk, Ekim ortasında Bilgi Üniversitesindeki konferansında hatırlattı:
Mealen. Nefret Söylemi, ‘Ben seni sevmiyorum. Ben senden nefret ediyorum’dan
çok öte bir olgu. Çünkü fikir ya da hissiyat ifade ederken, tekil ya da çoğul
bir grubu hedef almak, ve ondan nefret ederken ona şiddet uygulama amacı gütmek
lazım. Kısacası kimseyi sevmek zorunda değilsin. İstediğin kişi kurum ya da
tutumdan nefret edebilrsin. Çünkü insanlık hali…Ama hiç kimseye sözle şiddet
uygulayamazsın. Kimseye söz ya da yazıyla, ya da resimle, heykelle,
enstalasyonla… şiddet uygulanmasını da talep edemezsin.
·
· Nefret Söyleminden en çok kimler söz ediyor.
Kadınlar, eşcinseller, Kürtler, çocuklar, muhalifler, azınlıklar…Çünkü bu
söylemden en çok onlar mağdur. Nefret Söyleminin bir önemli gerekçesi de
cehalet. Bilmediğin tanımadığın bir kişi, kurum ya da fikre karşı gelişiyor
Nefret Söylemi. Halbuki onu tanısan, bilsen başka türlü davranacaksın.
Dolayısıyla önemli bir panzehir de bilgi ve/veya diyalog.
·
· Akademisyenler, teorisyenler, artık zıvanadan
çıkmış medyayı tanımlamaya, betimlemeye çalışırken ‘Kalplerin Medyası/Mantığın
Medyası’ gibi deyimler kullanıyor. Kalplerinkinde daha çok Nefret Söylemi var. Bazı gazeteleri okuyun kimi TV kanallarını izleyin, göreceksiniz...
·
· ‘Korku döneminde global iletişim’ diye bir
arabaşlık notu almışım bir kitaptan. Şurası açık ve kesin ki, korku olan yerde
nefret de olur. Oluyor da zaten…Mehmet Akif bizi uyarmıştı aslında. Korkma!
Sönmez bu şafaklarda…
·
· ‘Önce Vatan’ ve ‘AMK’ adında gazete
yayınlayan bir ülkede anneler-babalar çocuklarına Savaş, Öcal, Hıncal, Saldıray
diye isimler koyuyor. Yeni modamız da 1071’den başlayıp eski Fetihleri
yenilemek. Törenlerle şaşalı bir şekilde…
· · Ömer Asım Aksoy’un 70’lerde yayınlanan
Deyimler ve Atasözleri Sözlüğüne gelişigüzel bir göz atın. Dizi yerine kızını
döven babalar, cennetten çıkma tokatlar, gül bitiren patlatmalar hepsi
orada…Orta Asya’dan bugünlere buralara talan ve işgalle gelenlerin torunları
Barış Derneği kurdu diye hapislere atıldı. E Fatih Sultan kardeş katliamını
fetvayla meşru kılmış ya…
· İskandinav ülkeleri daha 80’li yılarda boks ve benzeri şiddet
içeren müsabakaların televizyonlarda yayınlanmasını yasakladı. Bizim
televizyonlarda Polat Alemdar her hafta onlarca kişiyi kurşunluyor. Bizim
Kanuni Batılıların Muhteşem adını verdiği Süleyman’ın dizisinde de sinek avlar
gibi kelleler gidiyor her bölümde. İşin ilginç ve vahim yanı da milyonlarca
insan bu kanlı eylemleri zevk alarak izliyor.Uhud savaşıyla başlayıp Kore,
Kıbrıs ve Kürt savaşlarıyla süren şiddetpertverliğimiz kaçınılmaz olarak söz ve
yazı evrenimizde Nefret Söylemi olarak vücut buluyor, tezahür ediyor. Şiddet
olan yerde nefret olmaz mı? Nefret, şiddetin dibacesi. Nefret’e ve Nefret
Söylemine karşı çıkmanın ilk adımı Nefret’in ve Nefret Söyleminin kaynaklarını
ortadan kaldırmaya çalışmak olmalı. Aynadaki görüntü ya da yansıma ile
uğraşmanın pek alemi yok.
·
· Evet tabi ki medyada Nefret Söylemine karşı
çıkacağız. Nefretsöylemi,org’un, Prof. Yasemin İnceoğlu’nun ve diğer
akademisyenlerin,, Mediz’in, bu alanda çalışan herkesin aklına, eline
sağlık…Ama bu ‘Kötülük Toplumunda’ (Ece Ayhan) nefret söyleminin
toplumsal/siyasal yatağı-karşılığı olmasa medyadaki dingoluklar bu kadar onay
alabilir mi?
·
· Evet tabi ki, avukatlar, hukukçular, Nefret
Söylemini suç olarak niteleyen, bireysel ve kolektif yaptırımlar öngören yasa
taslakları hazırlayacaklar. Onların da aklına eline sağlık…Ama zaman zaman
toplumsal cinnet düzeyine ulaşan (Bkz. Kürt meselesi) nefret tutkusunu sadece
hukuk yoluyla söndürmek mümkün mü?
· Öyle çok zengin bir sözcük dağarcığı
olmamasına rağmen Türkçe’nin de oynak ve çok anlamlı kelimelere sahip olması
nedeniyle, belki de bazen istemeden de olsa (Mesela, ‘Senin
yaptığını Çorumlu yapmaz!) ayrımcılık içeren söyleme kayabiliyoruz. Ezop’unki
yanına kornişon turşusu, ince dilim domates eklendiğinde, birazcık da mayonez
koydun mu, nefis bir sandviç olabilir. Ama dil işte bu...
· Dil Yâresi diye bir deyim var. Garip anlamlı.
Deyim ve atasözlerinde var bir derinlik ama…Mesela,‘Baş dille tartılır. Bir
kaç örnek daha: ‘Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez’. ‘Dilden
gelen elden gelse, her fukara padişah olur’.’Dili kılıçtan keskin’ ‘Dilin cirmi
küçük, cürmü büyük’. Ve son olarak ‘İki kulak bir dil için...
· Mümkün olsa röntgen, MR ya da Ultrasonun siyasi-toplumsal versiyonu,
çeksek memleketin filmini, her tarafta bölü işaretleri, her yerde karşıtlıklar.
Türk/Kürt, Dindar/Laik, Sünni/Alevi, İktidar/Muhalefet, Batı/Doğu,
Fenerbahçe/Galatasaray. Bu kadar kutuplaşmış bir toplumda üstelik kutup
uçlarının habire bilendiği bir zaman ve mekanda, Nefret Söylemi neredeyse
standart söylem haline gelmiş. Savaşa karşı çıkanlara barış çığırtkanları
denmesi, kimseyi rahatsız etmiyor mu?
·
Aslında daha fazla tesbit yapmaya herhalde gerek yok. Durum ortada.
Olası çözümler üzerinde daha çok düşünmek, tartışmak, yaratmak lazım sanki.
Kendimizle, geçmişimizle bireysel ve toplumsal olarak yüzleşmek tayin edici. Bu
yüzleşme, Nefret Söyleminin alt yapısını teşhir edeceği için şart. İnsan
Hakları ya da Demokrasi hatta Özgürlük, Bağımsızlık gibi kavramları sadece
siyasi kavram olarak değil kişisel ve toplumsal karakterin kurucu unsurları
olarak ilkokuldan itibaren oluşturmaya, yaygınlaştırmaya ihtiyaç var. Önemli
bir eksikliğimiz de eleştiri ve sorgulama kültürü. Nefret Söylemine karşı
mücadelede şimdiye kadar yeteri kadar üzerinde duramadığımız bir alan da
alternatif üretmek. Sevgi dili bana biraz romantik bir deyim gibi geliyor. Bu
nedenle Barış Dili daha yerinde bir deyim. Atasözü, deyiş, kalıp, günlük
diyaloglarımıza sızmış Nefret Söylemi tohumu barındıran tüm sözcükleri eleyip
tedavülden çıkarıp, yerine mavi ya da şeftali sözcükler önermenin zamanı
geldi.
(*) Bu yazı 'Güncel Hukuk' dergisinin 11-107 sayılı Kasım 2012 tarihli sayısında yayınlandı.
·
Yorumlar