Ana içeriğe atla

Muhafazakâr filan değil, resmen dingo! (*)


aclikgrevi1
Kürtaj, Roboski, 4+4+4, Suriye ya da son olarak açlık grevleri… Her biri son derece önemli ve derin mevzular. Ne var ki kimileri bunun hiç farkında olmadığı gibi, ahlâksızca ilgisiz, üstüne üstlük saldırgan. 







''Bilemezsin kuşların kanatlarını
Siperlik varsa kafanda
Bakamazsın gökyüzüne''
Açlık grevleri trajik. Olayın kendisi vahim. Ama bana daha vahim gelen, sokaktaki kimi insanın bu eyleme bakışı, tepkisi. Okudum, duydum, tanık oldum; haliyle, müthiş bir rahatsızlık…
Meydanda açlık grevcilerine destek vermek için toplanan kalabalığı gören otobüsteki yolcu “çok hevesliyseler, kendileri açlık grevi yapsın” dedi yüksek sesle. Otobüste çıt yok. Destekleyen de yok, itiraz da yok. Aklında da bir ihtimal, BDP’lilerin Kasrı Konca’daki ziyafet fotoğrafı vardı. Sonra da cep telefonuyla konuştuğu arkadaşına “akşam rakı-balık yaparız” dedi yüzsüzce. Ben sadece dönüp garip bir şekilde baktım adama. Galiba huzuru kaçtı, ya da belki de özeli teşhir oldu diye düşündü, utandığını hiç sanmıyorum, bir şey de diyemedi. Başardım.
Toprağı bol olsun,  Fransız karikatürist Reiser’de vardı, ama galiba daha çok Cabu (Mano Solo’nun babası), orta sınıf Fransızın tipik temsilcisi olarak Kayınbirader kahramanını yaratmıştı. Şişman, göbekli, kıllı, pis bir herif. Karısını döver, genç kızlara bulaşır, kitap okumaz, Le Pen’e oy verir, pis pis içer. Kısa vadeli çıkarcı, uzun vadeli fırsatçı. Sevimsizlik abidesi. Paragöz, kısacası fevkalâde şahsiyetsiz. Renaud’nun “HLM” şarkısında da sahneye çıkar bu dingo. Lejyonerdir, Vietnam Savaşı’na katılmıştır, sonra Cezayir’de Arap direnişçilere işkence yapmıştır, ama müthiş vatanperverdir (!). ‘68 Mayıs’ının en büyük düşmanıdır. Son olarak Sarkozy’yi desteklemiştir. Ama Carla Bruni hakkında belden aşağı fıkralar anlatır. Çünkü o kadın Fransız değil, İtalyandır.
Bizde de AKP’nin itelemesiyle orta sınıf oluşuyormuş ya… İşte en çok bu kesimde yetişiyor söz konusu kaktüsler. Erdoğan tanrı, Davutoğlu put onlar için… Gerisini siz düşünün. Komünist belledikleri CeHaPe’ye veryansın ediyorlar mesela fırtına çıkınca. “Biz ne diye AB’ye girecekmişiz, AB bize gelsin” diyecek kadar da kendilerinden eminler. Yalnız bir nokta var: Bunlar özgüvenle haddini bilmemeyi aynı şey sanıyor.
Bu arada cepler doluyor tabii. Vicdan terk-i diyar eylerken.
Dikkat ettim, her meslek erbabından var. Pahalı lokantalarda yüksek sesle konuşuyorlar. Bir gösteriş, sorma gitsin. Ayfon kullanırlar, beyaz altın kolye takarlar. Cüzdanlarında kalın para tomarı vardır. Yüzme bilmezler, ama Ağaoğlu’nun havuzlu sitelerinde otururlar. Başakşehir’de yedek bir daireleri vardır. Suudi riyalinin dalgalanmalarını akıllı cep telefonlarından izlerler.
Devam etmeyeceğim. Çünkü Cemal Süreya vaktizamanında Yeni A dergisinde “Onlar İçin Minibüs Şarkısı” başlıklı bir şiir yayınlamıştı. Onun güncellenmiş halini yazmak lâzım.
Girişteki üç dize Maxime Le Forestier’nin “14 ila 40 yaş arasında” başlıklı şarkısından. ‘68’in kült şarkılarından. Gençlik ile morukluk arasındaki çelişkileri betimler, asker ile sivil arasındaki uçurumları anlatır.
Bonus olarak Le Forestier’nin –ki önemli bir Brassens icracısıdır – Paraşütçü (Fransızcada Vietnam ve Cezayir savaşına gönüllü olarak katılıp en vahşi saldırı ve işkenceleri gerçekleştiren bölük) şarkısını serbest bir şekilde çevirdim. Orta sınıfın o mensuplarına ithaf ettim.
Paraşütçü
Tam 18 yaşındaydın
Kafana kırmızı bir bere koyduklarında
Dediler ki sana: “Kımıldayan her şeye giriş, yok et!”
Sen de zaten boş yere faşist olmadın
Ey paraşütçü…
Her bir savaşta
Aklın fikrin oluştu
Buralarda zaten sadece
İki cins adam vardı:
İyi insanlar ve teröristler
Ey  paraşütçü…
 Sonra sana rütbeler verdiler
Bütün mağlubiyetlerin kahramanıydın
Yaptığın bütün iyi işler için ödüllendirildin
Zaten işkence uzmanıydın
Ey paraşütçü…
Ardından geldi şan şeref
Beratlar madalyalar
Her bir yüreğe saplanan kurşunların için
Attığın her çentik için
Listendeki her bir kara çarpı için
Ey paraşütçü…
Ama ne yazık ki sana
Yakında bitecek savaşın
Kimseyi vuramayacaksın
Kimseyle kavga edemeyeceksin
O zaman n’apıcan sen?
İcra edemeyeceksin sanatını
Ey paraşütçü…
 Bir kadının yapacağı işten de zordur artık
Okumasını yazmasını bilenlere komuta etmek
Bir de üstelik sen benden
“Asker karşıtı”nın ne demek olduğunu öğrendin
Yaaa paraşütçü…
 Hiçbir melekeni kaybetmemişsin
Bir tek pusuyu bile kaçırmadın
Ama hakiki mermilerle ateş edilmediği için
Suratın bir karış
Yaaa paraşütçü…
 Ama canın hakikaten çok sıkılıyorsa
Hiç iş yapmadan maaş almaktan
Belki de yeni bir meslek öğrenebilirsin
Küçük biraderlerinin yanında
Bu aralar duydum, polis teşkilâtına adam arıyorlarmış
Yaa paraşütçü…

Maxime Le Forestier – Parachutiste (1972)
Renaud – Dans mon HLM (1980)

 (*) Birdirbir.org'dan.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Apo 1999/Öcalan 2025

* Soleimani ve Şocai, Öcalan’ın ‘’Demokratik Konfederalizm’’ ve ‘’Türkiyelileşme’’ tezlerini, PKK liderinin 1999 öncesi ve sonrası açıklama, demeç ve kitaplarına dayanarak eleştiriyor. Sonuçta sahneye çok farklı bir Öcalan portresi çıkıyor. Ragıp Duran İran Kürdistan’ı yani Rojhilatlı iki akademisyen Kamal Soleimani ve Behruz Şocai ’nin ‘’Kürtlerin Devletsizlik Paradoksu - Öcalan’ın Konfederalizm ve Türkiyelileşme Stratejileri’’ başlıklı 247 sayfalık ve 2025 tarihli kitabı Palgrave Macmillan(Springer) tarafından yayınlandı. Kitabın Türkçe çevirisi de DOZ yayınlarınca Temmuz 2025’de Türkiyeli okura sunuldu. Bu akademik çalışmanın özü, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Misak-ı Milli, Ulus-Devlet, Türk-Kürt ilişkileri, KCK, sosyo-politik bir araç olan Kürtçe konularında İmralı öncesi ve İmralı sonrası yayınladığı kitap, demeç ve açıklamalarının kıyaslanması. İki akademisyen, Öcalan’ın bu temel konularda son 26 yılda büyük değişimler gerçekleştirdiğini ayrıntılı alıntılarla kanı...

Kanlı hayalet aslında 104 yıldır tepemizde

* Talat Paşa’nın şahsından çok temsil ettiği ideoloji ve paradigma T.C açısından bugün hala hayati bir öneme sahip. Talat Paşa sadece İttihat Terakki ve 1915 ile organik olarak bağlantılı değil. O bugünkü T.C nebulasının belleği, kalbi ve beyni. Ragıp Duran Güncellikte sürekli olarak çıkmaza girince, ne geçmişi anlayabilir insan ne de geleceği tasarlayabilir. Osmanlı’dan T.C’ye geçiş çok sorunlu, çok zor ve çok kanlı. 102 yıl bir toplum için çok uzun bir süre değil. Ama yeni kurulan Kemalist rejim inatla ve ısrarla, bir asır boyunca iktidarın siyasi/ideolojik/kültürel/pedagojik aygıtlarını kullanarak geçmişi bağımsız, özgür ve nesnel bir şekilde değerlendirmedi. Kendi çıkarlarına uygun devletçi, milliyetçi hatta ırkçı bir ‘’hikaye’’ üretip yaygınlaştırdı. Geçiş sürecinin (1908-1923 ve sonrası) tüm olumsuzluklarını ya gizledi ya da tahrif etti. Ermeni Soykırımı, Kürt Sorunu ve Pontos Rum Konusu bu olumsuzlukların en bariz olanları. Kemalist ideoloji, iktidarının meşruiyetini sağlama...

Volkan Vural’ın Anıları: Tozpembe Gözlüklü Olağan Bir Büyükelçi

* Büyükelçi Volkan Vural anılarında, çocukluk, ilk gençlik, tahsil hayatı ile Seul, Moskova, Tahran, New York, AB Genel Sekreterliği görevlerinde bulunduğu yılları yazmış. Diğer meslektaşları gibi üstün başarılarını, diplomatik zaferlerini anlatıyor. Neyse ki iki perçem itiraz ve eleştiri de var yazdıklarında. Ragıp DURAN Volkan Vural’ın Doğan Kitap’tan çıkan, 2. baskısı 2025 Temmuz ayından yapılmış 429 sayfalık ‘’Olağanüstü ve Tam Yetkili Bir Büyükelçinin Belleğinde Kalanlar’’ başlıklı kitabını okudum. Aslında kitabın henüz ortalarına gelmeden içimden bir ses ‘’Sen bu kitabı okumuştun!’’ dedi. Yoo emindim, ilk defa okuyordum. Biraz yoklayınca belleğimi anladım: Son dönemde okuduğum sefirlerin anı kitapları, birçok bölümde, aynı tornadan çıkmışçasına birbirine çok benziyor. Hepsi çok çalışkan, çok idealist, usta diplomatların yanında yetişiyorlar, atandıkları yabancı başkentlerde hemen onur ve gururla   ‘’Yüce Devletimizi’’   temsil ederken fevkalade önemli işlere imza ...