Ana içeriğe atla

HAPİSTEKİ GAZETECİLER: İKTİDARIN YUMUŞAK KARNI…


(Dicle Haber Ajansı'nın sorularına yanıt 7 Mart 2012)

Başbakan R.T.Erdoğan’ın AKP İl Başkanlarına Çarşamba günü yaptığı konuşmada çeşitli konuların  yanısıra  ‘Tutuklu Gazeteciler’ konusuna da, beceriksiz bir şekilde de olsa, değinmek zorunda kalması anlamlı.

Türkiye bugün, Batı dünyasında, özel olarak da ABD ve Batı Avrupa siyasi çevrelerinde ve kamuoyunda, ‘Cezaevlerinde en çok gazeteci olan ülke’ olarak anılıyor. Başbakan ve AKP, kuşkusuz bu durumdan rahatsız.
İl Başkanları da günlük çalışmalarında sadece yurttaşlarla değil,   partililerle de  görüşürken, hapisteki gazeteciler meselesiyle birlikte basın özgürlüğü sorunuyla da sık karşılaşıyorlar.

Başbakan bir kaç açıdan haksız, yanılıyor ve doğru bilgi vermeyerek  kamuoyunu yanıltmaya çalışıyor:

·        Hapisteki arkadaşlarımızın gazeteci olduklarını, iktidardakiler dahil  herkes biliyor. İktidarın ‘Hayır onlar gazeteci değil, tecavüzcü, terörist’ demesi, bizim arkadaşlarımızı tecavüzcü ya da terörist yapmadığı  gibi, iktidar bu tutumuyla gerçeğe de karşı  çıkmış oluyor. 

·         Meslekdaşlarımızla ilgili soruşturma ve koğuşturma dosyalarının neredeyse yüzde 80’inde şiddet, terörizm, silah gibi  suçlamalara rastlanmıyor.  Savcılık makamının sorularında olsun, duruşmalardaki açıklamalarda olsun, ön plana çıkan   çoğunlukla ve yoğunlukla gazetecilik faaliyeti, fikir ve düşünceler. Bu faaliyet, fikir ve  düşüncelerin neredeyse tümünün iktidar karşıtı,  ya da hiç olmazsa iktidara eleştirel yaklaşımlar olması AKP’yi haliyle  sinirlendiriyor. Zaten tersi olsaydı o zaman da gazetecilik mesleği sinirlenirdi.


·         Başbakan Erdoğan,  Başbakanlığa bağlı Basın Yayın Genel Müdürlüğünün  verdiği Sarı Basın kartından sözediyor ve adeta sadece bu kartın hamillerinin  gazeteci  sıfatını taşıyabileceğini ima ediyor. Oysa ki gazetecilik, bir devlet/hükümet kuruluşundan alınacak özel izin ya da verilecek belge ile icra edilecek bir meslek değil.
·        
     Başbakan sözkonusu meslekdaşlarımızdan 25’inin hükümlü olduğunu belirtip, 70’inin tutuklu olduğunu hatırlatıyor ve daha sonra da tutuklu olanları, adeta hüküm verircesine, çeşitli yasadışı ve terörist örgütlerle ilişkilendiriyor. Yürütmenin başı, bu açıklamasıyla  hem savcı hem de yargıç  konumuna düşüyor.
·        
     Başbakan, kendini tekzip edercesine, tutuklu gazeteciler konusuna değinmeden önce, Taraf gazetesinin bir haberi nedeniyle bu gazeteye ve yöneticilerine çok ağır ithamlarda bulunuyor.  Sadece bu çıkış bile, Türkiye’de yalnızca  iktidar yanlılarının özgürce yayın yapabildiklerini  gösteriyor.
·        
            Tutuklu gazeteciler  meselesi, iktidarın yumuşak karnı  olmaya aday. Hele son dönemdeki çeşitli uygulamalar nedeniyle, AKP’nin önemli bir destekçisi olan Gülen Cemaati ile çelişkilerin yoğunlaşması ayrıca iktidar yanlısı liberal kalemlerin de AKP’den uzaklaşmaya başlaması, Erdoğan’ı, yalnızlaştırmaya başladı.
·       
            Nihayet, demokratik rejimin en az siyasi partiler, muhalefet, Meclis gibi olmazsa olmaz unsurlarından biri olan Düşünce, İfade ve Basın Özgürlüğü, tarihte ve çeşitli ülkelerde görüldüğü üzere, esas olarak demokrasiyle sorunu olan yönetim ve liderler tarafından eleştirilir, kınanır, kısıtlanır ya da engellenir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kanlı hayalet aslında 104 yıldır tepemizde

* Talat Paşa’nın şahsından çok temsil ettiği ideoloji ve paradigma T.C açısından bugün hala hayati bir öneme sahip. Talat Paşa sadece İttihat Terakki ve 1915 ile organik olarak bağlantılı değil. O bugünkü T.C nebulasının belleği, kalbi ve beyni. Ragıp Duran Güncellikte sürekli olarak çıkmaza girince, ne geçmişi anlayabilir insan ne de geleceği tasarlayabilir. Osmanlı’dan T.C’ye geçiş çok sorunlu, çok zor ve çok kanlı. 102 yıl bir toplum için çok uzun bir süre değil. Ama yeni kurulan Kemalist rejim inatla ve ısrarla, bir asır boyunca iktidarın siyasi/ideolojik/kültürel/pedagojik aygıtlarını kullanarak geçmişi bağımsız, özgür ve nesnel bir şekilde değerlendirmedi. Kendi çıkarlarına uygun devletçi, milliyetçi hatta ırkçı bir ‘’hikaye’’ üretip yaygınlaştırdı. Geçiş sürecinin (1908-1923 ve sonrası) tüm olumsuzluklarını ya gizledi ya da tahrif etti. Ermeni Soykırımı, Kürt Sorunu ve Pontos Rum Konusu bu olumsuzlukların en bariz olanları. Kemalist ideoloji, iktidarının meşruiyetini sağlama...

Kemalizm’de Hyper Enflasyon

  * İçeriği pek muğlak, dün-bugün-yarın her derde deva olarak önerilen, dev heykel ve portreleri ile tahayyülümüzü baskı altına alan zihniyetin etraflı bir yapı sökümüne ihtiyacı var.   Yerine cazip, çağdaş, popüler yeni bir siyasi-toplumsal proje lazım. Ragıp Duran Sayıları giderek azalsa da Türkiye’ye gelen yabancılar/turistler bize en çok şu soruyu soruyor: ‘Sizde neden her yerde Atatürk heykelleri, posterleri, portreleri var?’. Biz belki içeriden bakıp anlayamıyoruz ama başka ülkelerle kıyaslama yapınca Türkiye’deki Atatürk tutkusunun ne kadar yaygın, ne kadar güçlü olduğunu saptayabiliriz. Her devletin saygıdeğer bir kurucu babası, sevgi ve minnetle anılan askeri ya da siyasi bir lideri tabi ki var. ABD’de G.Washington, SSCB’de pardon Rusya’da V.I.Lenin, Çin’de Mao Zedung, Kore’de Kim Il Sung, Fransa’da De Gaulle… Ama bu ülkelerin hiç birinde lider kültü bizdeki Atatürk düzeyinde değil. Bir başka çelişki d...

Şahin Alpay’ın Anıları / İlginç ve Zengin bir Hikâye ama…

  * 70’lerde Maocuların idolü sonraları Cemaatin kendi deyimiyle sosyal liberal yazarı başarılarını, düş kırıklıklarını, pişmanlıklarını kaleme almış. Parlak bir öztanıtım broşürü, zengin bir özkutlama kataloğu. Ragıp Duran   En eski ünvanı ‘’Maoculuğu Türkiye’ye getiren Adam’’ olan Alpay, Lejand yayınlarından çıkan 564 sayfalık anılarının birinci cildinde son 80 yılın Şahin Alpay’ını biraz da o dönemleri anlatıyor. Alpay, benden 10 yaş büyük. O, Aydınlık’tan ayrıldığı yıllarda ben yeni yeni PDA’cı oluyordum. 70li yılların başında Şahin Alpay ve Halil Berktay bizim için hareketin en önemli ideologları ve gerçek birer devrimci aydındı. Kendisini çok az tanırım. Ama bilgisi, kültürü, çalışkanlığı, içtenliği ve dürüstlüğü konusunda sanırım kimse olumsuz bir yargıda bulunamaz.     Kitap piyasaya çıktığında, Medyascope, Apaçık Radyo ve Serbestiyet’de anılar hakkında yayınlanan söyleşileri izledim. Cazipti. Ancak kitabı okuduktan sonra bu mecralarda söyleşi...