Ana içeriğe atla

DEVLET GAZETESİ/MİT GAZETESİ


Biat kültürü ve iktidar yanlılığı öylesine içlerine sinmiş ki, meçhul kaynaklarla uzmanlarla haber diye propaganda yapıyorlar. Aslında onu bile doğru dürüst yapamıyorlar. Bir çarşaflama örneği…


23 Eylül 2011 tarihli Hürriyet gazetesinde (http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=18805581) Metehan Demir imzalı, ‘’Sızıntı Masadan’’ imzalı bir yorum (?) yayınlandı. Gazetenin İnternet sayfasında sol üst köşeden en önemli yazı olarak yer alan bu yorum 77 satır ve 587 sözcükten oluşuyor.
55 cümlelik bu yazıda cümlelerin neredeyse tümü öznesiz. Yani haber kaynağı belli olmayan bilgiler, hep ‘belirtiliyor’, ‘ifade ediliyor’, ‘söyleniyor’ diye veriliyor. Bir iki yerde ‘Kaynaklar’, ve ‘Uzmanlar’dan sözediliyor . İddianın bini bir para… Tüm yazı boyunca, gizli/açıklanmayan ama bilinen haber kaynağından, tırnak içinde en az iki alıntı cümlesi de var.

Demir’in yazısı gerek siyaset gerekse gazetecilik açısından çok sorunlu.

PKK-MİT görüşmelerinin gizli ses kaydının yayınlanmasının ardından MİT, ‘Gerekirse açıklama yapılacağını’ belirtmiş olmasına rağmen böyle bir açıklama yapmadı. Ancak konuya ilişkin açıklamayı önce Başbakan Erdoğan ardından da Başbakan Yardımcısı Arınç yaptı.

Oysa ki, Demir imzalı yazı, aslında bir MİT açıklaması. Aradan bu kadar zaman geçmesine rağmen MİT’in bu yazıyı tekzip etmemesi de, yazının kaynağı ve amacı hakkında önemli bir ipucu veriyor. Yazıda açıkça hiçbir bilgi/haber kaynağının adı geçmiyor. Demir tüm yazı boyunca, ya mişli geçmiş ya da geniş zaman kipini kullanıyor, bir bilgiyi bir kaynağa atfederken de hep yuvarlak bir ifade ile belirsiz bir üçüncü tekil ya da çoğul şahıs kullanıyor.

Demir imzalı MİT yazısı, aslında başlıktan da anlaşılacağı üzere, ses kayıtlarına yoğunlaşmış durumda ve sızıntının kaynağını dolaylı olarak açıklıyor: Ya PKK ya da İsrail! Çünkü yazının vermek istediği temel mesaj: Biz yapmadık! (Biz, derken Demir’i kastetmiyorum).

Yazı İşleri, Demir’in yazısını sayfaya yerleştirirken, adeta kör gözüm parmağına, ve büyük bir ihtimalle Demir’den habersiz olarak, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın vesikalık fotografını sağ üst köşeye koymuş. Köşe yazarlarının da bu tür fotografları konuyor ya…

Gazetecilikte/habercilikte, bir yazı yazarken, bir bilgi verirken, haberin/bilginin kaynağını açıklamamanın kuralları var. Kaynak, bizzat muhabirden/gazeteciden adının kullanılmamasını talep etmiş ve bu konuda geçerli/inandırıcı bir gerekçe sunmuşsa, gazeteci, gazete yönetimi ile görüş alış-verişi yaptıktan sonra, kaynağın bu talebini olumlu karşılayabilir. ‘Geçerli/inandırıcı gerekçe’ muğlak, dolaylı bir kavram değil. Gazetecilik faaliyeti, esas olarak kamuoyunu doğru, çok yanlı, dengeli, inanılır, güvenilir ve hızlı bir şekilde bilgilendirmek olarak tanımlanıyor. Dolayısıyla, burada öncelikli olarak kaynağın verdiği bilginin DOĞRU olması gerekiyor. Yine gazetecilik/habercilik faaliyetinin, daha iyi bir yaşam için yapılması gerektiğini de unutmamak gerek. Bu bağlamda, kaynağı açıklamamak için ‘Geçerli/inandırıcı gerekçe’, ancak kaynağın, bu bilgiyi vererek çeşitli açılardan, özellikle de can güvenliği açısından sıkıntı yaşamasına neden olabilecek bir gerekçe olmalı. Burada tayin edici unsur kamu çıkarı. Anonim kalmak isteyen kaynağın kişisel sakıncaları ile kamu çıkarı arasında bir denge arayışı ya da ayar, bazı durumlarda yapılabilir. Can güvenliği söz konusu olduğunda kamu çıkarının önemi kalmayabilir.

Haberin kaynağını açıklamamakla, haberin doğruluğu arasında direkt ilişki var. Çünkü haberin kaynağını açıklamazsanız, haberin doğruluğunu denetlemek mümkün olmaz. Adını sanını bilmediğimiz bir kişi, belki de çok önemli bir bilgiyi gazeteciye söylüyor, gazeteci de bunu alıp yayınlıyor. Okur, bu bilginin doğru olup olmadığından haklı olarak şüpheye düşer. Başka gazeteciler, medya uzmanları ya da akademisyenler de, haberin kaynağını bilmeden, haberin doğruluğunu denetleyemez.

Demir, belli ki, köşesine taşıdığı tüm bilgi ve görüşleri MİT’ten üst düzey bir yetkiliden almış, belki de Fidan’ın bizzat kendisinden. Kaynağın adını gizlemesi için hiç bir neden yok. Ne can güvenliği tehlikede ne de başka bir sıkıntı sözkonusu. Bir sıkıntı hariç: Bilgilerin doğruluğu!

Yazının içeriğine baktığımız zaman, tüm metnin tek yanlı bir MİT açıklaması olduğu çok kolay anlaşılıyor. Açıklama, ‘Off the record’ yönteminin suistismal edilmiş şekliyle de aktarılmış olabilir.

Bu bilgilere ancak bizzat görüşmelere katılan MİT mensupları sahip olabilir. Demir’in gazetecilik değil, halkla ilişkiler faaliyeti gösterdiğinin çok fazla işareti var:

- Gizli görüşmeler üç tarafın katılımıyla yapılıyor. Demir’in yazısında MİT’in dışındaki iki tarafın görüş ve bilgilerine hiç yer verilmiyor. Mesela PKK, sızıntıyı kendisinin yapmadığını açıkladı. Demir, gazetecilik yapmak isteseydi, belki koordinatöre ulaşamayabilirdi ama, PKK yetkililerini arayıp onların da bilgi ve görüşlerini almalıydı.Ya da gizli tuttuğu haber kaynağına PKK açıklaması hakkında soru sorabilirdi.

- Demir, yazısında açıkça MİT’i ve AKP’yi kollamak için her şeyi yapıyor. Yazı zaten bu amaçla kaleme alınmış. Ya da sipariş edilmiş. Ancak burada da çelişkiler ve muğlaklıklar var. Mesela, sızıntının MİT içinden olmadığını kanıtlamak için öne sürdüğü gerekçe zayıf: ’Yapılsa çok önceden yapılırdı deniyor’ muş…Zamanlama diye bir şey yok mu? Van Dijk’ın ‘The Text and The Context’ mefhumundan haberdar mı acaba Demir, Fidan ya da Güneş?


- Yine bu konuda bir ikinci çelişki: Demir, ‘’Gizli kayıt masada bulunanlardan birinin üzerindeki kalemle yapıldı. ‘’ diyor, ama birkaç satır sonra da kaydın masadaki MİT mensupları tarafından yapılmadığını kanıtlamak isterken şu bilgiyi veriyor: ‘’Kurumun kayıt yapmış olabileceğine yönelik iddia da ayakları yere basan bir tez değil. MİT’e ait özel uçakla gelen ve yaklaşık 10-12 kişi olan ekibin ya da bir başka öncü grubun önceden gidip orada dinleme faaliyeti ile ilgili bir altyapı sağlaması mümkün değil. Çünkü yerler hep son anda söylendi ve MİT de arabuluculara güvendi.’’ Kayıt madem kalemle yapıldı, önceden tesisat kurmaya ya da toplantı yerini önceden bilmeye gerek yok ki…

- Demir, MİT’i ve Fidan’ı koruyup kollamak için araya reklam bile almış: ‘’Ayrıca terörün tekrar tırmanışa geçtiği son dönemin öncesinde uzunca bir süre kan akmamasının perde arkasında da yine Ankara’nın, başta MİT ile Hakan Fidan’ın görüşmelerde PKK üzerindeki etkisinin olduğu ifade ediliyor’’.
Konuyu bilmeyen birisi de, PKK’yi, MİT’le Fidan’ın yönettiğini sanır…

- Demir, bir konuda daha önlem almaya gerek duymuş: ‘’Yine kayıtlarda koordinatör ülke temsilcisi diye ismi geçen kişinin de İngiliz veya Norveçli olmasının pek bir önemi yok. Çünkü moderatör ülke yok. Bu görüşmelerde 10’dan fazla isim yer aldı. Hatta bazen PKK üzerinde etkisi olduğuna inanılan, güvenilir bazı bağımsız kurumların da rol aldığı güçlü iddialar arasında.’’ Camp David (Mısır-İsrail) ya da Oslo (İsrail-Filistin) ve benzeri bu tür gizli temaslar, bir devletin koordinatörlüğü ya da moderatörlüğü olmadan yapılmadı, yapılamaz da. Demir’e inanacak olursak, tabiyeti bile önemli olmayan bir kişi, koca PKK ile koca Türk Cumhuriyeti’nin yetkililerini bir Avrupa başkentinde gizlice buluşturuyor! Demir, kendi yazdığına da zor inandığını göstermek için, araya bir de ‘’PKK üzerinde etkisi olduğu inanılan, güvenilir bazı bağımsız kurumlar’dan söz ediyor. Maksat, işin boyutunu küçümsemek. Özel olarak da araya resmi bir kurum olan, üçüncü tarafı sokmamak, girmişse bile yok saymak.

- İşin içine, bu aralar moda ya, İsrail’i karıştırmamak da olmazdı tabi. MİT, hem arabulucuya güveniyor, kendi kayıt yapmıyor (Ne malum?), görüşme mekanı son anda saptanıyor, buna rağmen İsrail istihbaratı gizli görüşme kayıtlarına ulaşabiliyor. İlginç değil mi? Tabi yine bu aralar Kahraman Asker Şvayk Erdoğan’ı İsrail’e karşı kollama ve koruma diye bir görev üstlenince gazeteci ya da MİTçi, bu tür senaryoları da gündeme getirecek.

- Demir, işi sağlama bağlamak, MHP, CHP veya başka mecralardan gelen/gelebilecek eleştirilere karşı tedbirini de almış: “Bu noktada devletin ilgili birimlerinin de görüşmeler olsa da bugüne dek terörle mücadelede taviz verdiği bir durum yok


- Demir sıradan bir muhabir değil. Hürriyet gazetesinin Ankara temsilcisi. Kişisel ve mesleki geçmişinde askeriye alanındaki haberleriyle(?) hatırlanıyor. Istanbul’da Hürriyet binasında bir editör yok mu? Yazı işlerinde en az iki profesyonel bu yazıyı okumadı mı? Yoksa tüm bu profesyoneller, gazetenin sahibi Aydın Doğan’ın vakti zamanında Cumhuriyet’ten Leyla Tavşanoğlu’na verdiği mülakatta söylediği ‘’Hürriyet devlet gazetesidir’’ parolasından yola çıkarak bu yazıyı çok beğenip mi sayfaya koydular? Oysa ki bu yazının esas ve doğru mecrası MİT bülteni!

- Demir, klasik bir propaganda taktiği olan ‘teaser’ı da unutmamış: ‘’Kaynaklar, dinleme ve sonrasında bunun hangi ellerden geçip, nasıl sızdığı ile ilgili incelemede devletin sona yaklaştığını ve tüm resmin yakında öğrenileceğini belirtiyorlar.’’.

Artık, tüm umudumuz Kaynaklar! Bakalım onlar ne zaman sızıntının gerçek sorumlusunu açıklayacak. Gerçi, bir insanın ayna karşısında kendisini yakalaması biraz zordur ama…

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Özgür gündemin 4 kadının PKK liler tarafından öldürülüşünü haber yapmamasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla