Ana içeriğe atla

Her ebadda Voltaire aranıyor…

Oda Tv ve Soner Yalçın meselesinde klasik kutuplaşma medyatik alanda da tezahür etti: Soner Yalçın’ın ne kadar kötü bir adam olduğunu anlatıp baskın ve tutuklamayı doğru bulanlar ile siyasi iktidarın ikna edici olmayan hukuki usul ve gerekçelerle bir gazeteciyi kodese tıkamasına karşı çıkanlar. Baskıya karşı çıkmak için ille de mağduru topyekün savunmak şart mıdır?

Oda Tv’nin polis tarafından basılıp, Soner Yalçın ve İnternet sitesi yöneticilerinin bilahare tutuklanması medyada geniş bir tartışma yarattı.

Gazetecilerin büyük bir kısmı, bu baskın ve tutuklamaya karşı çıkarken, özel olarak Soner Yalçın’la hemfikir olmadıklarını özenle ve israrla belirttiler. (Yanlış anlaşılmasın, onu sevmem ama siyasi iktidarı hiç sevmem yaklaşımı gibi…).

Başta iktidar yanlısı gazeteciler olmak üzere, bazı kalemler de, henüz yargılama aşaması bile başlamamışken, Yalçın’ın Ergenekon bağlantısını kesinleştirip onu yargıçlardan önce mahkum etti. Bu cenahta, Yalçın’ın aslında kendi hakkında yalan yanlış yazılar yazmış olduğunu, zaten bu yazarın bir çok kişiyi karaladığını hatırlatıp, Oda Tv’ye yönelik baskıyı açıkça ya da dolaylı olarak savunanlar da çıktı.

Türkiye’de fikir ve medya dünyasının ne denli sorunlu olduğunu kanıtlayan, ayrıca ilke, hukuk, düşünce, ifade ve basın özgürlüğü gibi temel kavramlardan ne kadar uzak olduğumuzu gösteren mevcut ortamı, kutuplaşma, totaliterleşmeye başlayan siyasi iktidar gibi gerekçelerle açıklamak belki mümkün. Ruşen Çakır’ın deyimiyle, ‘Leş kargalığı’ yapanların motivasyonlarını, iktidar yanlılığı ya da şahsi husumet diye açıklamak da pekala mümkün olabilir. Cehalet, anlayışsızlık, ilkesizlik, kindarlık, egemenlik taslama, benmerkezcilik, esasla taliyi ayırt edebilecek olgunluk eksikliği…vs… de diğer nedenler olsa gerek.

Bu tartışmada, şimdiye kadar aslında gerek Türkçesi, gerekse ele aldığı konular itibarıyla, aykırı, muhalif, ve radikal bir kalem olarak bilinen Yıldırım Türker , Soner Yalçın’ı ‘ırkçı, faşist iş adamı’ olarak niteledi, Oda Tv’yi de ‘bataklık’ olarak lanetledi. Türker, Yalçın’ın kendi aleyhinde de yayın yapmış olduğunu hatırlattıktan sonra, bugün tutuklu bulunan gazetecinin ‘muhalif bir basın emekçisi’ ya da ‘basın özgürlüğü kahramanı’ olarak tanıtıldığını yazdı.

Yazıda, Soner Yalçın’a yapılan baskılara karşı çıkanlar da alaycı bir dille kınanıyor. Bu bölümde, Türker tek doğru demokrat, geri kalan tüm yazarlar ise neredeyse saf hatta yutturmacı olarak etiketleniyor.

Türker, bu yazıda, ne ilgisi varsa, Türkiye’de çok az kişinin gündeme getirdiği Suzan Zengin, İrfan Aktan, Ceylan ve Azat ile Kürt bölgelerinde ortaya yeni yeni çıkan toplu mezarlar hadiselerine değinmeyi de ihmal etmiyor. (Bkz. Yıldırım Türker, Soner Yalçın Sınavı, Radikal, 21.02.2011 http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&Date=21.02.2011&ArticleID=1040665)

Amma velakin sonuçta, siyasi iktidarın, polis ve savcılık marifetiyle, daha çok F tipi kokan komplonun da desteğiyle, bir İnternet sitesini basıp sahibi ve yöneticilerini tutuklaması belli ki yazar tarafından olumlu karşılanmış.

Yazarın, Oda Tv ve Yalçın hakkındaki kanaat ve değerlendirmelerinin tümü yüzde yüz doğru olsa bile, Türker, temel bir sorunu görmezden geliyor: Konu, Oda Tv ya da Soner Yalçın’ın siyasi kimliği ya da yayın politikası değil ki… Konu, sizin de siyasi iktidarın da, tesadüfen ve farklı gerekçelerle hoşuna gitmeyen bir İnternet sitesi ve sahibi ile yöneticilerine bu muameleyi reva görüp görmediğiniz.

İktidar yanlıları, Baransu, Tayyar ya da Zaman gazetesi muhabirleri (Çünkü onlar iyi adamlar ve bizden!) gibi gazetecilerin polis ya da hakimle sorunu çıktığında, bas bas bağırıp demokrasi ve basın özgürlüğü nutukları atıyorlar da, Şener, Aktan, Zengin gibi gazeteci-yazarların başına gelenlerden haber olarak bile bir tek satır söz etmiyorlar. Çünkü Şener, Aktan ya da Zengin bizden değil onlardan…
Türker, yazıdaki yaklaşımıyla, herhalde istemeden, iktidar yanlılarının yanına düşüyor. Üstelik o cenahın iddialarını aklarcasına, pek de mahir olmayan bir kelime oyunu ile Yalçın Küçük göndermesi yapmak ve daha da önemlisi kendisini savunamayacak konumdaki insanları suçlamak hiç hoş değil. Türker’e yakışmadı.

Ancak, temel bir siyasi konumlanma var her zaman her yerde: Siyasi iktidarın bir edimine karşı tutumunuz nedir? Hukuki olarak, siyasi olarak, ahlaki ve vicdani olarak bu tutumunuzu hangi somut gerekçelere dayanarak açıklayabiliyorsunuz?

Burada temel mesele şu: Mağdur kim olursa olsun, polis ve savcının marifetiyle yapılan bu operasyonu haklı çıkarabilecek hukuki bir gerekçe var mı?
Soner Yalçın, mesela somut olarak kitap ya da yazılarının birinde TCK’nın 312. Maddesine karşı önce zanlı, yargılama sonunda da suçlu konuma düşmüş olsa, Yalçın’ı savunmak herhalde pek zor bir tutum olacaktı. Üstelik şimdi mesele S.Yalçın’ı savunup savunmamak da değil. Baskıya karşı çıkmak için baskıya maruz kalan kişi, akım, fikir ya da tutumu benimsemek diye bir koşul, bir zorunluluk yok ki!

Ayrıca öyle herkes, Türker’in yazdığı gibi Soner Yalçın’ı ‘Basın emekçisi’, ‘Basın Özgürlüğü kahramanı’ filan ilan etmiyor.

Soner Yalçın meselesinde, evet, ‘Siyasi olarak doğru’ olmak diye bir kaygı olmamalı.

Konu tamamen ilke meselesi. Tercih meselesi: İktidarın bir gazeteciyi (Veya herhangi bir kişiyi) bilinen koşullarda tutuklamasına karşı mısınız? Yoksa bu baskın ve tutuklamalar sizce doğru ve haklı mı? Bu kadar. Gerisi başka zaman, başka konumda, başka bir tartışma konusu.

‘Ergenekon terör örgütü üyeliği’ ve ’Halkı kin nefret…vs…’ suçlaması, İnternet sitesini basıp sahip ve yöneticilerini tutuklamak için yeterli ve ikna edici bir suçlama görünmüyor. İktidar yanlısı basının Yalçın olayını kullanıp muhalefete gözdağı verdiğini de görüyordur herhalde Yıldırım Türker.

İspanya İç Savaşında, Franko’ya karşı savaşan bir kesim, Stalin’i bahane ederek Franko’ya dolaylı da olsa hizmet etmişti.

Chomsky’nin, Fransa’da, 2. Dünya Savaşı sırasında Nazi Toplama Kamplarının varlığını inkar eden bir akademisyenin (R.Faurisson) bile düşünce, ifade hakkı olduğunu savunduğu için başına binbir türlü bela geldi. O meselede, ABD ile Batı Avrupa’daki düşünce, ifade, basın özgürlüğü kavram ve uygulamalarının farklılığı tayin edici idi.
Hakiki muhalif, kimileri gibi sadece belirli bir siyasi partiye muhalefet eden kişi
değildir. Keza, hakiki muhalif, siyasi iktidarın hak, hukuk, özgürlük, demokrasi dinlemeyen tüm uygulamalarına tereddüt etmeden karşı çıkan kişidir.

Cep Voltaire’i bile olabilmek, bugün bize çok lazım.

Yorumlar

ozkan dedi ki…
Yazınızı okuduktan sonra Türker'in yazısını da okudum. Muhalif bir kimsenin tüm antidemokratik uygulamalara karşı çıkması gerektiği, tarafında olmadığı kişiler içinde adaleti savunması gerektiği düşünceniz gayet anlaşılır. Türker'in bu görüşü benimsemediğı ve daha çok tepkisel, duygusal davrandığı anlaşılıyor. Yalçın'a yapılan yanlıştır demek zorunluluğundan kurtulmak için onu kurbanı olabilecek ben kahraman yapamam diyor. Kahraman ilanından önceki ilkesel kınama fırsatını da tepiyor. Ahlaki tutum kişilerle değil fikirlerle uğraşmak, ilkeli davranmak olmalı. Bunu Türker'le uğraşanlara da hatırlatmak isterim.
Unknown dedi ki…
Tutuklamalara dikkat edersek, öyle kişileri seçiyor ki iktidar, biz neyin özgürlüğünü savunursak savunalım, bu insanlar dışarı aklanarak çıkamayacağı için, bizim muhalefet söylemimiz de tutuklanmış oluyor. Ve gün sonunda, aslında işkencecileri, darbecileri veya gözü dönmüşleri savunuyor gösteriliyoruz.Yazınız için teşekkürler.

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla