Ana içeriğe atla

GALATASARAY MI ERDOĞAN MI?

Ali Sami Yen Spor Kompleksi TTArena’nın açılış töreni sırasında meydana gelen olaylar, spor-siyaset ilişkileri açısından göz açıcı. Medyatik açıdan da ilginç, çünkü sanal gerçekliğin güçlü Başbakanı, hakiki gerçeğin arenasında protestolar karşısında konuşma da yapamıyor, stadı da terk etmek zorunda kalıyor.


Soğuk nedeniyle birinci yarının sonunda stadyumdan çıktık. Metrodan inince bir taksiye bindik. Bizim oğlanın üzerinde sarı-kırmızı forma, şapka olduğu için şoför anladı:
-Abi helal olsun vallahi size!
- Ne bakımdan yani?
- Çok güzel stad olmuş. Televizyonda gördüm. Ben Fenerliyim ama ben bile çok sevindim. Gurur duydum.

Şimdi herkes öyle uluorta konuşamıyor ya…

- Bazı olaylar olmuş galiba…
- Evet, oldu, Başbakan’ı bir güzel yuhaladılar!
- Abi ben aslında onun için helal olsun size demiştim…

Cumartesi gününden bu yana gazetelerde, televizyonlarda, İnternet sitelerindeki yayınları izlemeye çalışıyorum. Mail gruplarında çok hoş yorumlar var. Şimdi Liseli ve klüp üyesi biri olarak, üstelik de öyle büyük bir Erdoğan hayranı olmayan bir kalem için konuyu irdelemek kolay değil. Çünkü ben tarafım.

Yine de önce olayın bizatihi kendisine bilahare yankı ve tepkilerine bakmaya çalışacağım.
Soruları soralım:

-Erdoğan neden yuhalandı?
-Kim(ler) ne sebeple yuhaladı?
- Adnan Polat’ın tutumu nasıl açıklanmalı?
-Medyadaki Erdoğanperverleri nasıl okumak gerek?

Bu sorulara yanıt aramadan önce önemli bir nokta: Siyasiler dünyanın her yerinde hele böylesi kitlesel etkinliklerde protesto edilir. Yumurta atılır, renkli boya püskürtülür, kremalı pasta cemallerine yapıştırılır, ıslıklanır, yuhalanır… Tüm bu yöntemler, şiddet ve hakaret içermediği için, demokratik protesto kategorisine girer. Olgun siyasetçiler de bunlara katlanmak zorunda. Aldırmaz ya da sineye çeker…

Başbakan Erdoğan, sivri ve köşeli bir siyasetçi. Bu nedenle seveni çok seviyor, beğenmeyeni de kendisinden nefret ediyor. Ali Sami Yen Spor Kompleksi TTArena’da

Başbakan, bence en az üç nedenle yuhalandı:

- Başbakan ve AKP lideri olduğu için
- Sportif bir mecrayı siyasi propaganda aracı olarak kullanmak istediği için
- TOKİ Başkanı, GS aleyhine ateşli bir nutuk attığı için


Kimileri, Erdoğan’ın Fenerli olduğu için yuhalandığına inanıyor. Ama aynı ortam ve durum Şükrü Saraçoğlu stadyumunda olsaydı, çok büyük bir ihtimalle Erdoğan orada da yuhalanacaktı. Ayrıca tören gecesi stadyumda Fener aleyhine tezahürat bile yapılmadı.
Ali Sami Yen Spor Kompleksi TT Arena’da o akşam klasik bir GS taraftar topluluğu yoktu. Kombine bileti olanlar, klüp üyeleri ve sponsorların davetlileri vardı. Bu kesimler de, gerek ekonomik gelir, gerekse kültürel ve siyasi tercihler açısından, klasik GS maçlarına giden taraftar topluluğundan farklı. Başbakan’ın adının geçtiği yerde, hatta resminin dev ekranda göründüğü anda yuhalama başlıyordu. Bu durum da, oradaki kitlenin Erdoğan nefretinin düzeyini gösteriyor. Bu ortama, ‘örgütlü’ ya da ‘provokasyon’ demek, külliyen cehalet ve aslında kötü niyet, büyük ölçüde de çaresizliğin tezahürü.

Adnan Polat’ın Başbakan ve yanındakilerle birlikte stadyumu terk etmesi, bir klüp başkanının yanlış tercihinin en açık göstergesi. GS 106 yıldır var, AKP sadece 8 yıldır. GS’nin belli ki çok uzun bir geleceği var, AKP ve Erdoğan ise, tüm siyasiler gibi geçici. Polat’ın bildiğimiz kadarıyla AKP ya da Erdoğan’la herhangi bir organik ilişkisi yok, oysa ki kendisi, galiba hatırlatmak gerek, GS Klubü Başkanı. Bu konumdaki birisi, Başbakanla birlikte kendi stadından ayrılıyorsa, o zaman geri gelmemesi gerekir. Bu yanlışlık Polat’ın itibarının, klüp üyelerinin çoğunluğu, taraftar ve protestoya katılanlar nezdinde sıfırlanması anlamına geliyor. Hele daha sonra, Polat’ın polisle birlikte protestocuları kameralardan izleyip stada sokmayacağına dair açıklaması, provokatör/protestocu düzeltmesine rağmen yanlış tercihin perçinlenmesi. CHP’li bir milletvekili, Polat’a hak ettiği yanıtı verdi. Sıra şimdi GS klüp üyelerinde.

Geçmişte CHP’nin İstanbul Belediye Başkanlığı için adaylığı söz konusu olan Polat’ın, siyaseten AKP ya da Erdoğan’a yakın olduğunu kimse söylemiyor. Ama büyük bir iş adamı Türkiye’de ayakta kalabilmek hatta yeni ihaleler alabilmek için siyasi iktidarla iyi geçinmek hiç olmazsa ona karşı çıkmamak durumunda olduğunu biliyor. Ama Polat, aradaki farkı kavramamışa benzer.

Polat’a bir yardım: Onbinlerce taraftar arasından 'provokatörleri' saatlerce süren kayıtlarda kare kare arayacağına, TOKİ Başkanının konuşmasını dinlesin. Ek olarak kendi cevabi konuşmasını da… Eski GS yönetimlerini aşağılayan bir yetkiliyle hemfikir olduğunuzu söylediniz. Farkında mısınız?

Türk egemen medyası aslında bence bu kez, geçmişdeki benzer olaylara oranla daha sağlıklı davrandı sanki. Erdoğanperver liberal köşe yazarlarının ve karikatüristlerinin bile, şu son dönemde, yumurta atan öğrenciler, Hizbullahçıların salıverilmesi, Kars’daki heykel, Muhteşem Yüzyıl dizisi, içki tüketimine getirilmek istenen kısıtlamalar konusundaki tartışmalarda, Erdoğan’ı eleştirmeye başlamaları önemli bir yenilik. Keza stadyum açılış töreniyle ilgili yorumlarda da öyle eskisi gibi gözü kapalı bir şekilde savunamıyorlar Başbakanlarını. Savunanların sarıldığı bahaneler de ilginç: Efendim misafire protesto olur muymuş? O kadar stad yaptırmış, vefasızlıkmış filan falan. Aynı kalemler, polis öğrencileri dövdüğünde misafir evsahibi ilişkisini unutmuştular. Stadı da sanki Erdoğan kendi cebinden yaptırmış! Vefa ilişkisi karşılıklıdır. Eski ve yeni yönetimlerini aşağılayan birine vefa gösterilmez.

Erdoğanperver haberciler de, protestoyu küçümsemek için, ‘küçük bir grup provokatör’, ‘bazı izleyiciler’ gibi ibareler kullanıyorlar. Aslında içlerinden geçen belli:Bu bir Ergenekon komplosudur!
Gerçekten böyle küçük bir grubun işiyse bu, ‘Başbakan neden stadı terk etmek zorunda kaldı’, sorusuna verebilecekleri yanıt yok.

Aslında Erdoğan yine aşırı özgüveninin (Ki AKP sözlüğündeki bu kelimenin hakiki Türkçe karşılığı haddini bilmemek) kurbanı oldu: Orası sizin mecranız değil. Fenerli olmanız çok önemli değil ama bu şehirde size hayran olmayan, sizi alkışlamayan, tam aksine sizden nefret eden ve her fırsatta memnuniyetsizliğini dile getiren, sizi, partinizi, yönetiminizi protesto eden insanlar, gruplar, kesimler var. Açılışa geleceğinizi duyan 10 aklı başında (Bunlara AKPlileri de dahil ediyorum) insandan en az 7’si, sizin orada protesto edileceğinizi öngörebiliyordu. TOKİ Başkanının konuşması da tuz biber ekti. Size de maalesef konuşma ortamı kalmadı.

Fransa’da Chirac Cumhurbaşkanı iken, Marsilya Velodrome Stadyumunda izleyiciler Cumhurbaşkanını ve Ulusal Marşı ıslıklamışlardı. ‘Ayıp oluyor’ dediler ama kimseyi de kameradan saptayıp gözaltına almadılar. Aksine oturup uzmanlara başvurup, ‘Bu gençler Cumhurbaşkanını ve Ulusal Marşı neden protesto ediyorlar’ sorusuna yanıt aradılar.

Bugün medyadaki ısrarlı ve inatçı Erdoğanperverler, aslında Erdoğan gittikten sonra kendileri de gitmek zorunda olanlar. Bugün liberal denilen kesimdeki AKP yanlıları, Erdoğan’ı eleştirmeye başlamışlarsa, onlar, Erdoğan’dan bağımsız olarak da gazeteciliklerini, köşe yazarlıklarını yapabilecek yetenek ve dirayetteki kalem sahipleri. Ayrıca da, galiba, geminin su almakta olduğunu görmeye başladılar. Böyle durumlarda sona kalmak iyi değildir. Ayrıca geçmişte AKP ve Erdoğan'a yönelik övgüleri de öylesine ağır bir sorumluluk yüklüyordu ki omuzlarına, bir an önce tornistan yapmakta yarar var. Yetmez ama evetçileri de burada hürmetle analım!

Siyasi iktidar ve sözümona özerk Futbol Federasyonu, Ali Sami Yen Spor Kompleksi TT Arena’yı GS’nin kullanımına veremeyebileceğine dair zigzaglar çizip, tehdit içeren açıklamalar yapıyor. Bir çok GSlı bunu hazmetmez. Çünkü böyle bir tasarrufa hakları yok. Hukuk ve meşruiyet dışı böyle bir tutuma girerlerse GSlilerin yanıtı açık: Tamam o zaman geri verin bize Mecidiyeköy’deki Ali Sami Yen’i!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla