Ana içeriğe atla

R A D İ K A L D E V R İ M ?

ESKİLERLE YENİ GAZETE

• Aslında her yeni gazete, yeni bir ufuk, yeni bir dünya anlamına gelmeli. Ama hakikaten yeni ise. Eyüp Can’ın yönetimindeki ‘Devrimci’ Radikal ne kadar yeni? Hakikaten devrimci mi? Hatta radikal mi?

Radikal gazetesi, Referans’la birleştikten sonra, ‘Radikal Devrim’ adıyla iddialı bir reklam kampanyası ardından piyasaya çıktı. Pazar günkü ilk sayıyı aldım, okudum. (Gerçi bir gazetenin ilk sayısı, yapılmak istenenleri muhtemelen en az yansıtabilen nüshasıdır ama yine de bir-iki esaslı ipucu verebilir/vermeli kimliği ve geleceği hakkında). Ben bu gazetede Devrim filan göremedim… Boyutun dışında önemli bir yenilik, bir fark bulamadığım gibi, reklam kampanyasının da aslında ciladan ibaret olduğunu gördüm. Üstelik de o reklam kampanyası ve tüm hazırlıklar bence yanlıştı.

Eyüp Can’ı, gazete çıkmadan bir kaç gün önce, NTV Radyo’da Ruşen Çakır’ın Yazı İşleri programında dinledim. Ayşe Arman’a söylediklerini de okudum. Can, belli ki gazetecilik konusunda Türkiye’de ve Batı’da (Özel olarak ABD’de) yazılıp çizilenleri az-çok izliyor. Mevcut medya düzenine getirdiği bazı eleştiriler de yanlış değil. Ne var ki, Can, Türk medyasındaki temel ve belki de en önemli sorunlardan birini ya göremiyor (Ki çok zor!) ya da mecburen es geçiyor. Can, Çakır’ın programında mealen ‘Ben muhalif gazetecilik nedir anlamıyorum . Eleştirel gazetecilik kastediliyorsa tamam, ama AKP’ye muhalif, CHP’ye muhalif gazete diye bir şey olmaz’ dedi. Oysa ki gazetecilik doğası gereği muhalif bir meslektir. Her şeyin doğru dürüst işlediği bir ülkede, gazeteciye pek iş kalmaz.

Can’ın söylediklerinden anladığım, kendisi gazeteciliğe büyük bir önem ayrıca da kudret atfediyor. Belki de en önemli yanlışı, gazeteciliği siyasetten, ideolojiden, kültürden neredeyse bağımsız, ayrı bir mekanizma olarak algılıyor. Türkiye’de iyi gazetecilik yapılamamasının nedenlerini deşerken, doğru bir yaklaşımla cezaevindeki tutuklu ve hükümlü gazeteci sayısını verdi, ardından haklarında soruşturma ya da koğuşturma açılmış meslekdaşlardan söz etti. İyi güzel ama Türkiye’de basın özgürlüğünün önündeki engellere baktığımızda, siyasi iktidarı artı ekonomik ve ideolojik iktidarı görmeden doğru dürüst, iyi, doğru yani yeni bir gazete çıkarmak mümkün mü? Mevcut medya mülkiyeti üzerine konuşmadan, bu konuyu deşmeden yenilik nasıl olacak? Hürriyet’i ve Zaman’ı eleştirmeden iyi bir gazete yapmak mümkün mü?

Can, Çakır’ın Ahmet İnsel, Yıldırım Türker, Tuğrul Eryılmaz gibi solcu yazarlarla nasıl anlaşacağı yolundaki sorusunu yanıtlarken de, gazeteciliği yine neredeyse siyaset ve ideoloji üstü bir kurum/mekanizma olarak tanımlamaya teşne.

Ayrıca o programda Çakır’ın da hatırlattığı üzere, Radikal, siyasi iktidarla vergi ve benzeri sorunlarla boğuşan bir grupta yayınlanıyor. Can, Radikal’in tek hakimi değil ki…

Can’ın ne iş yaptığını bilmeyen birisi, bu programı izlese/dinlese, Can’ı mesela bir sanayi dalında üretim yapan şirketin CEO’su sanır. Can’ın söyleminde bol bol vizyon/misyon/marka imajı gibi terimler geçiyor. Kamu çıkarı, okur yararı, sessizlerin sesi, iktidarı rahatsız etmek gibi kilit deyimler Can’ın sözlüğünde namevcut.

E.Can, 2-3 gündür tartışma konusu yaratan köşe yazarı-sokak yazarı ikilemini de, sanki Türk basınının en önemli, en acil sorunuymuş gibi sunuyor.

Bu arada Can, hazır fırsat ele geçmişken, NTV’deki programda, Haluk Şahin’den kamu önünde özür dileyeceği yerde, ‘Ben de üzgünüm’ türünden bir ifadeyle geçiştirdi. Köşe yazarları sorununa gelene kadar, şu iktidarla ilişkiler meselesi üzerine, daha geniş, daha özgür bir şekilde tartışabilsek, bu bile iyi olur.

Radikal’de Devrim varsa, Eyüp Can, ‘Devrim’ sözcüğünün anlamını bilmiyor. Kadroda 3 yeni editör, 2 de yeni sokak yazarıyla bir gazete kolay kolay değişmez. Aslında mesele sadece kadro meselesi de değil.
‘Dünyada ve Türkiye’de medya neden giderek daha az bağımsız ve daha az özgür?’ sorusuna etraflı ve derin bir yanıt veremeden işe girişmemek gerekirdi. Bu soruya verilecek yanlış yanıtlarla doğru bir gazete çıkarmak da çok güç. O gazete de zaten Doğan grubunda çıkmaz. Bu kadroyla da çıkmaz.

Hayırlı olsun ve Geçmiş olsun…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kanlı hayalet aslında 104 yıldır tepemizde

* Talat Paşa’nın şahsından çok temsil ettiği ideoloji ve paradigma T.C açısından bugün hala hayati bir öneme sahip. Talat Paşa sadece İttihat Terakki ve 1915 ile organik olarak bağlantılı değil. O bugünkü T.C nebulasının belleği, kalbi ve beyni. Ragıp Duran Güncellikte sürekli olarak çıkmaza girince, ne geçmişi anlayabilir insan ne de geleceği tasarlayabilir. Osmanlı’dan T.C’ye geçiş çok sorunlu, çok zor ve çok kanlı. 102 yıl bir toplum için çok uzun bir süre değil. Ama yeni kurulan Kemalist rejim inatla ve ısrarla, bir asır boyunca iktidarın siyasi/ideolojik/kültürel/pedagojik aygıtlarını kullanarak geçmişi bağımsız, özgür ve nesnel bir şekilde değerlendirmedi. Kendi çıkarlarına uygun devletçi, milliyetçi hatta ırkçı bir ‘’hikaye’’ üretip yaygınlaştırdı. Geçiş sürecinin (1908-1923 ve sonrası) tüm olumsuzluklarını ya gizledi ya da tahrif etti. Ermeni Soykırımı, Kürt Sorunu ve Pontos Rum Konusu bu olumsuzlukların en bariz olanları. Kemalist ideoloji, iktidarının meşruiyetini sağlama...

Kemalizm’de Hyper Enflasyon

  * İçeriği pek muğlak, dün-bugün-yarın her derde deva olarak önerilen, dev heykel ve portreleri ile tahayyülümüzü baskı altına alan zihniyetin etraflı bir yapı sökümüne ihtiyacı var.   Yerine cazip, çağdaş, popüler yeni bir siyasi-toplumsal proje lazım. Ragıp Duran Sayıları giderek azalsa da Türkiye’ye gelen yabancılar/turistler bize en çok şu soruyu soruyor: ‘Sizde neden her yerde Atatürk heykelleri, posterleri, portreleri var?’. Biz belki içeriden bakıp anlayamıyoruz ama başka ülkelerle kıyaslama yapınca Türkiye’deki Atatürk tutkusunun ne kadar yaygın, ne kadar güçlü olduğunu saptayabiliriz. Her devletin saygıdeğer bir kurucu babası, sevgi ve minnetle anılan askeri ya da siyasi bir lideri tabi ki var. ABD’de G.Washington, SSCB’de pardon Rusya’da V.I.Lenin, Çin’de Mao Zedung, Kore’de Kim Il Sung, Fransa’da De Gaulle… Ama bu ülkelerin hiç birinde lider kültü bizdeki Atatürk düzeyinde değil. Bir başka çelişki d...

Şahin Alpay’ın Anıları / İlginç ve Zengin bir Hikâye ama…

  * 70’lerde Maocuların idolü sonraları Cemaatin kendi deyimiyle sosyal liberal yazarı başarılarını, düş kırıklıklarını, pişmanlıklarını kaleme almış. Parlak bir öztanıtım broşürü, zengin bir özkutlama kataloğu. Ragıp Duran   En eski ünvanı ‘’Maoculuğu Türkiye’ye getiren Adam’’ olan Alpay, Lejand yayınlarından çıkan 564 sayfalık anılarının birinci cildinde son 80 yılın Şahin Alpay’ını biraz da o dönemleri anlatıyor. Alpay, benden 10 yaş büyük. O, Aydınlık’tan ayrıldığı yıllarda ben yeni yeni PDA’cı oluyordum. 70li yılların başında Şahin Alpay ve Halil Berktay bizim için hareketin en önemli ideologları ve gerçek birer devrimci aydındı. Kendisini çok az tanırım. Ama bilgisi, kültürü, çalışkanlığı, içtenliği ve dürüstlüğü konusunda sanırım kimse olumsuz bir yargıda bulunamaz.     Kitap piyasaya çıktığında, Medyascope, Apaçık Radyo ve Serbestiyet’de anılar hakkında yayınlanan söyleşileri izledim. Cazipti. Ancak kitabı okuduktan sonra bu mecralarda söyleşi...