Medyada Geçmiş Dönem Muhasebe Girişimi
Dinç Bilgin ve Ergun Babahan, vakti zamanında Ekrem Dumanlı’nın başlattığı tartışmaya yeni bir boyut getirmeye çalışıyor: Askeriye medyaya ne zaman ne yaptı? Somut örnekler var tanıklıklarda. Yine de beş soru ortada.
Neşe Düzel, Taraf gazetesinin Pazartesi söyleşilerinde, önce Sabah gazetesinin eski patronu Dinç Bilgin’i sonra da aynı gazetenin eski Genel Yayın Yönetmeni Ergun Babahan’ı ağırladı. Sadece bu iki söyleşinin içerikleri bile, tek başına ele alındıklarında, geçmişte yapılan baskı, haksızlıkların ortaya çıkarılması açısından başarılı, olumlu bir girişim sayılabilir. Askeriyenin medyayı neden ve nasıl yönlendirmeye/biçimlendirmeye çalıştığına dair çeşitli somut örneklerin bugün olsa dahi teşhir edilmesi medyanın bağımsızlığı açısından önemli. Yine de Bilgin/Babahan ikilisinin açıklamalarını daha zengin boyutlu ve derinlemesine tahlil ettiğimizde, olumlu niteliklerinin yanı sıra eksik hatta kuşku yaratıcı ve belki de en önemlisi sorgulanması gereken yanları ortaya çıkıyor.
Herhangi bir metni ya da tutumu değerlendirirken dikkate alınması gereken, her halükarda irdelenmesi elzem birkaç nokta var.
• Bu tartışmanın kısa geçmişi nedir? İlk nasıl başladı? Kim nasıl fitilledi?
• Bu tartışma bugünkü siyasi-medyatik ortamda kimi güçlendiriryor? Kimi zayıflatıyor?
• Bu tartışmayı başlatanların (Bilgin/Babahan), dünkü ve bugünkü konumları nedir?
• Böyle bir tartışmanın hakiki, sahici ve samİmi olması için ne gibi koşullar gerekiyor?
• Nihayet Apoletli Medya ne demektir? Nasıl algılanması gerekir?
+ Medyatik İktidar Değişirken Tasfiye - AKP’nin siyasi iktidarı ele geçirmesiyle, siyasetin önemli müştemilatlarından bir olan medyada da bir iktidar değişimi kaçınılmazdı. Nitekim, fırtınalar patladı, medya mülkiyetinde önemli değişimler oldu, büyük gruplar eski büyüklüğünü yitirdi. Sadece tiraj/reyting boyutunda değil, siyasi ağırlık kategorisinde de kadim medyatik iktidar (Özkök/Doğan) siyasi-mali-ideolojik alanlarda yenildi. İktidarın değişim süreci yaşadığı bir dönemde, yeni iktidar adaylarından Zaman’ın Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı ‘Medyada tasfiye edilecekler listesi’ yayınladı. Mesleki görünümlü bu liste aslında doğrudan siyasi/ideolojik kriterlerle hazırlanmıştı. Çünkü bu tür liste tasarlamak ve yayınlamak bile bizatihi siyasi/ideolojik iktidarla organik ilişkinin bir gereği hatta şartı. Dumanlı bu tartışmayı fitillerken, geçmişte, ‘bazı medya organlarının’ özellikle askeriye tarafından nasıl mağdur edildiği , ‘bazı diğer medya organlarının’ ise yine askeriye tarafından nasıl kullanıldığı artık anlatılmalıydı.
+ Sadece TSK’ya vurmak gerekir mi? Yeter mi? - Bilgin-Babahan’ın açıklamalarında iki yön var: Bir yandan askeriyenin müdahale ve baskıları anlatılırken bir yandan da medya işvereni ve gazete yöneticilerinin nasıl boyun eğdikleri anlatılıyor. İyiniyetli bir yaklaşımla bu tartışmanın askeriyeyi zayıflattığı, medya bağımsızlığını güçlendirdiği savunulabilir. Mevcut durumda zaten, siyasi iktidarın güncel yaklaşımına da uygun olarak, askeri vesayet zayıflatılmalı, sivil anlayışlar güçlendirilmeli. Kuşkusuz askeriye bu açıklamalardan rahatsız, eski bir tarihte de olsa, TSK’nın medyaya yönelik bu müdahalelerinin teşhir olması TSK’yı yıpratır ve yıpratması da olumlu. Ne var ki bu açıklamalar/söyleşiler/tartışmalar kimi güçlendiriyor sorusuna kolaylıkla ‘Sivil ortamı’ ya da özellikle ‘Medya bağımsızlığını’ diyemiyoruz. Askeriyenin zayıflatılması, sivil ortamın ya da medya bağımsızlığının güçlenmesi için gerekli bir şart ancak hem gerekli hem de yeterli bir şart değil. Çünkü, Türk egemen medyasının bağımsızlığını gerçek anlamda tehdit eden tek güç TSK olmadığına göre, siyasi, ekonomik ve ideolojik iktidarın da medya bağımsızlığını açıkça tehdit ettiği göz önünde tutulursa, tartışmanın bir kanadı eksik görünüyor.
+ Geç itirafçılar ve geleceğin olası itirafçıları - Bilgin- Babahan’ın temsil ettiği, konumları gereği az-çok sözcüsü oldukları kimlik ya da kurumları eleştirel bir yaklaşımla ele alabiliriz. Medya işvereni iken medya mülkiyetini tartışmalı bir şekilde yitiren, bilahare TMSF ile ihtilafa düşen Bilgin’in eski bir medya patronu olmanın dışında bir kimliği, uzmanlığı yok . Kuşkusuz hayalleri ve umutları var. Geçmişte olup bitenleri anlatırken, ‘Kamuoyu bilgi sahibi olsun, başka herhangi bir saikim yoktur’ diyebilecek bir konumda değil. Dese bile inandırıcı olabilmek için elinde ikna edici neden bulunmuyor. Babahan da, tartışmalı bir gazetecilik anlayışını temsil ediyor. İşverenlerle ilişkisinde, gazeteciliğin temel ilkelerinden çok, daha esnek dönemsel ve kişisel çıkarları ön plana çıkartarak, her dönemde medyatik iktidar kutuplarından biri ve ya bu kutuplara yakın olma konusunda becerikli olduğu anlaşılıyor.
Hakiki, sahici ve samimi olabilmek için başkalarını eleştirmeden önce özeleştiri yapabilme yeteneği Bilgin ve Babahan’da pek gelişmiş görünmüyor. İdeal ve değerli olan tutum, baskı olduğunda buna direnebilmektir. Aradan yıllar geçtikten sonra, o dönemin mağdurları bugün iktidara gelince, kalkıp ‘Vakti zamanında bize acaip baskı yapmışlardı’ demek etik olarak arızalı. Böyle bir tutumun sakıncası şu : İlke olarak baskıya değil, sadece bir kesimin üstelik de sadece kendisine yaptığı baskıya karşı çıkarsanız, mağduriyeti iktidarla ilişkinin bir parametresi olarak değerlendirip gündeme getirirseniz, aynı kişiler yarın çıkıp ‘AKP döneminde bizim gazeteye X Bakanı acaip baskılar yapıyordu’ diyerek geç itirafçılar listesine yazılma tehlikesi var. Belki Bilgin artık medya işvereni değil ama Babahan hala bu egemen medyada yönetici. Keza Andıç suç ortakları Zafer Mutlu ve Ertuğrul Özkök de ellerini kollarını sallayıp meslek ve sanatlarını icraya devam ediyorlar. Andıç’ın mimarı Orgeneral Çevik Bir’in halen bir Savcı tarafından Adliye’ye davet edilmemiş olması bile rahatsız etmiyor mu medya bağımsızlığı taraftarlarını? Tıpkı hakikaten darbe yapmış ve gerekirse bir daha yapacağını ifşa etmekten kaçınmayan Marmaris Paşasının hiç bir adli soruşturmadan geçmemiş olması gibi!
+ Mahkeme ve Medya Kurultayları - Hakiki, sahici ve samimi bir eleştiri, değerlendirme ya da yüzleşme süreci, şimdi olduğu gibi tasfiye kökenli/amaçlı ve iktidar destekli olarak başlayamaz. Keza böyle bir süreç, dar bir kesimin girişimi olarak başlatılıp seçmeci bir şekilde sürdürülemez. Hele hele tartışma başladığında, temel teorik yaklaşımlar, özellikle mesleki ve siyasi ilkeler neredeyse ikinci plana atılarak, minimum tartışma etiğinden de uzaklaşıp, kişisel bir plana, kısacası dedikodu ve magazin anlayışına da çekilemez, çekilmemeli. ‘Kim MİT’e gönüllü, kim kadrolu çalıştı?’ sorusu, tüm mecranın egemen ideolojiyi yaydığı bir ortamda tek sütuna beş santimlik bir özet haberden daha mı değerli?
Evet AKP iktidarı öncesi dönemde, daha da doğru bir yaklaşımla Cumhuriyet kurulduğundan bu yana askeriye Türk medyası üzerinde egemenlik kurdu. Şimdi bunun muhasebesi yapılacaksa, başta gazete koleksiyonları, medya sahip ve yöneticileri ile dönemin askeri ve sivil yetkilileri ve belki de en önemlisi bu müdahalelerin mağdurlarının söz alması gerekiyor. Bağımsız olması gereken medyanın bağımsızlığını kim nasıl sınırlamışsa ve hesap verecekse, ortaya çıkarılması gerekir. Bu alanda 1923’den bu yana TSK’yı sanıklar listesine yazacağız, hemen yanına o dönemlerin hükümetlerini ve belki de 1960’lardan sonra medya işverenleri ile ekonomik-mali iktidar sahiplerini de mübaşirin okuyacağı listelere kaydetmek gerekir. Ortada bir suç iddiası var ise (Mesela Andıç) mahkemenin çözüme kavuşturması gereken bir mesele var demektir. Ayrıca yasal olsa da gayrı meşru bir çok baskı yöntemi kullanılmış olduğunu biliyoruz. Menderes dönemi hatırlarda. Özal zamanında 2.5 gazetede, kimin köşe yazıp yazamayacağına kim nasıl karar verdi? Bunların da döküm ve değerlendirmesi, uzun süreli bir akademik ve mesleki hazırlığın sonunda gerçekleşecek Medya Kurultaylarında gündeme getirilebilir.
Amacınız ne ise ona göre bir yöntem, içerik ve mecra benimsersiniz. Medya bağımsızlığını sağlamak istiyorsanız, TSK, hükümet, ekonomik-mali iktidar odağı diye ayırım yapmaksızın tüm bağımsızlık karşıtlarına, müdahalecilere karşı çıkmak zorundasınız. Yok, sadece TSK’yı zayıflatmak istiyorsanız, o zaman ‘TSK’nın medya üzerindeki baskıları’ başlıklı bir sempozyum düzenleyip kurtlarınızı döker, TSK’yı kullanıp siyasi iktidarın medya üzerindeki baskı ve müdahaleciliğini gizlemiş olursunuz. Bir süre için…
+ Apoletli olmak için asker olmak şart değil - 1996 yılında yayınlanan medya eleştirisi konulu kitabımın adı Apoletli Medya olduğu için, TSK’nın medya üzerindeki baskıları arttıkça bu kitabın yazarı ve bu deyimin patent sahibi olarak sık sık görüş belirtmeye ya da yazı yazmaya davet edildim. Son zamanlarda bu tür taleplerde artış olması, ayrıca bu deyimin yanlış (çünkü dar ve tek boyutlu) algılanması nedeniyle şikayetçiyim. Gerek o kitapta gerek daha sonra (Demek ki son 14 yılda!) bu konuya ilişkin tüm yazılarımda, Apoletli Medya kavramından neyi kastettiğimi anlatmaya çalıştım. Evet apolet, ordunun, askeriyenin, askerin tipik bir simgesidir. Ama ben Apoletli Medya derken sadece, özel olarak, içerik bakımından , dar anlamda ordu yanlısı bir medyadan söz etmiyorum. Emir-komuta zinciri, dogmatik yasaklama anlayışı, mülksüzleri ezip iktidar sahiplerini övmek , kamusal çıkarı hiçe sayıp dar kişisel ya da grupsal çıkarı ön plana çıkarmak sadece askeriyenin özellikleri değil ki! Mesela ben egemen medyadaki bazı gazetelerin iç işleyişlerini betimlerken ‘ Kışla gibi’ diyorum. Onlar üniformalı ve silahlı olmasalar da bal gibi, yani hem zihin olarak hem de uygulamada apoletlidirler. Hiyerarşiye çok saygı duyarlar, büyükler küçükleri ezer orada. Hepsinin komutanı (Genel Yayın Yönetmeni) ve komutancıkları (Servis Şefleri) vardır. Uzatmayayım Apoletli Medya olmak için ille de ordu yanlısı olmak şart değildir. Hatta orduya karşı bile olabilirsiniz. Ne var ki ordu yerine bir başka iktidar kutbuna bağımlı iseniz ve çalışma/yaşama tarzınız ordununkini andırıyorsa siz çok kolay bir şekilde Apoletli Medya olabilirsiniz.
Osmanlı’da sivil paşalar vardı.
Dinç Bilgin ve Ergun Babahan, vakti zamanında Ekrem Dumanlı’nın başlattığı tartışmaya yeni bir boyut getirmeye çalışıyor: Askeriye medyaya ne zaman ne yaptı? Somut örnekler var tanıklıklarda. Yine de beş soru ortada.
Neşe Düzel, Taraf gazetesinin Pazartesi söyleşilerinde, önce Sabah gazetesinin eski patronu Dinç Bilgin’i sonra da aynı gazetenin eski Genel Yayın Yönetmeni Ergun Babahan’ı ağırladı. Sadece bu iki söyleşinin içerikleri bile, tek başına ele alındıklarında, geçmişte yapılan baskı, haksızlıkların ortaya çıkarılması açısından başarılı, olumlu bir girişim sayılabilir. Askeriyenin medyayı neden ve nasıl yönlendirmeye/biçimlendirmeye çalıştığına dair çeşitli somut örneklerin bugün olsa dahi teşhir edilmesi medyanın bağımsızlığı açısından önemli. Yine de Bilgin/Babahan ikilisinin açıklamalarını daha zengin boyutlu ve derinlemesine tahlil ettiğimizde, olumlu niteliklerinin yanı sıra eksik hatta kuşku yaratıcı ve belki de en önemlisi sorgulanması gereken yanları ortaya çıkıyor.
Herhangi bir metni ya da tutumu değerlendirirken dikkate alınması gereken, her halükarda irdelenmesi elzem birkaç nokta var.
• Bu tartışmanın kısa geçmişi nedir? İlk nasıl başladı? Kim nasıl fitilledi?
• Bu tartışma bugünkü siyasi-medyatik ortamda kimi güçlendiriryor? Kimi zayıflatıyor?
• Bu tartışmayı başlatanların (Bilgin/Babahan), dünkü ve bugünkü konumları nedir?
• Böyle bir tartışmanın hakiki, sahici ve samİmi olması için ne gibi koşullar gerekiyor?
• Nihayet Apoletli Medya ne demektir? Nasıl algılanması gerekir?
+ Medyatik İktidar Değişirken Tasfiye - AKP’nin siyasi iktidarı ele geçirmesiyle, siyasetin önemli müştemilatlarından bir olan medyada da bir iktidar değişimi kaçınılmazdı. Nitekim, fırtınalar patladı, medya mülkiyetinde önemli değişimler oldu, büyük gruplar eski büyüklüğünü yitirdi. Sadece tiraj/reyting boyutunda değil, siyasi ağırlık kategorisinde de kadim medyatik iktidar (Özkök/Doğan) siyasi-mali-ideolojik alanlarda yenildi. İktidarın değişim süreci yaşadığı bir dönemde, yeni iktidar adaylarından Zaman’ın Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı ‘Medyada tasfiye edilecekler listesi’ yayınladı. Mesleki görünümlü bu liste aslında doğrudan siyasi/ideolojik kriterlerle hazırlanmıştı. Çünkü bu tür liste tasarlamak ve yayınlamak bile bizatihi siyasi/ideolojik iktidarla organik ilişkinin bir gereği hatta şartı. Dumanlı bu tartışmayı fitillerken, geçmişte, ‘bazı medya organlarının’ özellikle askeriye tarafından nasıl mağdur edildiği , ‘bazı diğer medya organlarının’ ise yine askeriye tarafından nasıl kullanıldığı artık anlatılmalıydı.
+ Sadece TSK’ya vurmak gerekir mi? Yeter mi? - Bilgin-Babahan’ın açıklamalarında iki yön var: Bir yandan askeriyenin müdahale ve baskıları anlatılırken bir yandan da medya işvereni ve gazete yöneticilerinin nasıl boyun eğdikleri anlatılıyor. İyiniyetli bir yaklaşımla bu tartışmanın askeriyeyi zayıflattığı, medya bağımsızlığını güçlendirdiği savunulabilir. Mevcut durumda zaten, siyasi iktidarın güncel yaklaşımına da uygun olarak, askeri vesayet zayıflatılmalı, sivil anlayışlar güçlendirilmeli. Kuşkusuz askeriye bu açıklamalardan rahatsız, eski bir tarihte de olsa, TSK’nın medyaya yönelik bu müdahalelerinin teşhir olması TSK’yı yıpratır ve yıpratması da olumlu. Ne var ki bu açıklamalar/söyleşiler/tartışmalar kimi güçlendiriyor sorusuna kolaylıkla ‘Sivil ortamı’ ya da özellikle ‘Medya bağımsızlığını’ diyemiyoruz. Askeriyenin zayıflatılması, sivil ortamın ya da medya bağımsızlığının güçlenmesi için gerekli bir şart ancak hem gerekli hem de yeterli bir şart değil. Çünkü, Türk egemen medyasının bağımsızlığını gerçek anlamda tehdit eden tek güç TSK olmadığına göre, siyasi, ekonomik ve ideolojik iktidarın da medya bağımsızlığını açıkça tehdit ettiği göz önünde tutulursa, tartışmanın bir kanadı eksik görünüyor.
+ Geç itirafçılar ve geleceğin olası itirafçıları - Bilgin- Babahan’ın temsil ettiği, konumları gereği az-çok sözcüsü oldukları kimlik ya da kurumları eleştirel bir yaklaşımla ele alabiliriz. Medya işvereni iken medya mülkiyetini tartışmalı bir şekilde yitiren, bilahare TMSF ile ihtilafa düşen Bilgin’in eski bir medya patronu olmanın dışında bir kimliği, uzmanlığı yok . Kuşkusuz hayalleri ve umutları var. Geçmişte olup bitenleri anlatırken, ‘Kamuoyu bilgi sahibi olsun, başka herhangi bir saikim yoktur’ diyebilecek bir konumda değil. Dese bile inandırıcı olabilmek için elinde ikna edici neden bulunmuyor. Babahan da, tartışmalı bir gazetecilik anlayışını temsil ediyor. İşverenlerle ilişkisinde, gazeteciliğin temel ilkelerinden çok, daha esnek dönemsel ve kişisel çıkarları ön plana çıkartarak, her dönemde medyatik iktidar kutuplarından biri ve ya bu kutuplara yakın olma konusunda becerikli olduğu anlaşılıyor.
Hakiki, sahici ve samimi olabilmek için başkalarını eleştirmeden önce özeleştiri yapabilme yeteneği Bilgin ve Babahan’da pek gelişmiş görünmüyor. İdeal ve değerli olan tutum, baskı olduğunda buna direnebilmektir. Aradan yıllar geçtikten sonra, o dönemin mağdurları bugün iktidara gelince, kalkıp ‘Vakti zamanında bize acaip baskı yapmışlardı’ demek etik olarak arızalı. Böyle bir tutumun sakıncası şu : İlke olarak baskıya değil, sadece bir kesimin üstelik de sadece kendisine yaptığı baskıya karşı çıkarsanız, mağduriyeti iktidarla ilişkinin bir parametresi olarak değerlendirip gündeme getirirseniz, aynı kişiler yarın çıkıp ‘AKP döneminde bizim gazeteye X Bakanı acaip baskılar yapıyordu’ diyerek geç itirafçılar listesine yazılma tehlikesi var. Belki Bilgin artık medya işvereni değil ama Babahan hala bu egemen medyada yönetici. Keza Andıç suç ortakları Zafer Mutlu ve Ertuğrul Özkök de ellerini kollarını sallayıp meslek ve sanatlarını icraya devam ediyorlar. Andıç’ın mimarı Orgeneral Çevik Bir’in halen bir Savcı tarafından Adliye’ye davet edilmemiş olması bile rahatsız etmiyor mu medya bağımsızlığı taraftarlarını? Tıpkı hakikaten darbe yapmış ve gerekirse bir daha yapacağını ifşa etmekten kaçınmayan Marmaris Paşasının hiç bir adli soruşturmadan geçmemiş olması gibi!
+ Mahkeme ve Medya Kurultayları - Hakiki, sahici ve samimi bir eleştiri, değerlendirme ya da yüzleşme süreci, şimdi olduğu gibi tasfiye kökenli/amaçlı ve iktidar destekli olarak başlayamaz. Keza böyle bir süreç, dar bir kesimin girişimi olarak başlatılıp seçmeci bir şekilde sürdürülemez. Hele hele tartışma başladığında, temel teorik yaklaşımlar, özellikle mesleki ve siyasi ilkeler neredeyse ikinci plana atılarak, minimum tartışma etiğinden de uzaklaşıp, kişisel bir plana, kısacası dedikodu ve magazin anlayışına da çekilemez, çekilmemeli. ‘Kim MİT’e gönüllü, kim kadrolu çalıştı?’ sorusu, tüm mecranın egemen ideolojiyi yaydığı bir ortamda tek sütuna beş santimlik bir özet haberden daha mı değerli?
Evet AKP iktidarı öncesi dönemde, daha da doğru bir yaklaşımla Cumhuriyet kurulduğundan bu yana askeriye Türk medyası üzerinde egemenlik kurdu. Şimdi bunun muhasebesi yapılacaksa, başta gazete koleksiyonları, medya sahip ve yöneticileri ile dönemin askeri ve sivil yetkilileri ve belki de en önemlisi bu müdahalelerin mağdurlarının söz alması gerekiyor. Bağımsız olması gereken medyanın bağımsızlığını kim nasıl sınırlamışsa ve hesap verecekse, ortaya çıkarılması gerekir. Bu alanda 1923’den bu yana TSK’yı sanıklar listesine yazacağız, hemen yanına o dönemlerin hükümetlerini ve belki de 1960’lardan sonra medya işverenleri ile ekonomik-mali iktidar sahiplerini de mübaşirin okuyacağı listelere kaydetmek gerekir. Ortada bir suç iddiası var ise (Mesela Andıç) mahkemenin çözüme kavuşturması gereken bir mesele var demektir. Ayrıca yasal olsa da gayrı meşru bir çok baskı yöntemi kullanılmış olduğunu biliyoruz. Menderes dönemi hatırlarda. Özal zamanında 2.5 gazetede, kimin köşe yazıp yazamayacağına kim nasıl karar verdi? Bunların da döküm ve değerlendirmesi, uzun süreli bir akademik ve mesleki hazırlığın sonunda gerçekleşecek Medya Kurultaylarında gündeme getirilebilir.
Amacınız ne ise ona göre bir yöntem, içerik ve mecra benimsersiniz. Medya bağımsızlığını sağlamak istiyorsanız, TSK, hükümet, ekonomik-mali iktidar odağı diye ayırım yapmaksızın tüm bağımsızlık karşıtlarına, müdahalecilere karşı çıkmak zorundasınız. Yok, sadece TSK’yı zayıflatmak istiyorsanız, o zaman ‘TSK’nın medya üzerindeki baskıları’ başlıklı bir sempozyum düzenleyip kurtlarınızı döker, TSK’yı kullanıp siyasi iktidarın medya üzerindeki baskı ve müdahaleciliğini gizlemiş olursunuz. Bir süre için…
+ Apoletli olmak için asker olmak şart değil - 1996 yılında yayınlanan medya eleştirisi konulu kitabımın adı Apoletli Medya olduğu için, TSK’nın medya üzerindeki baskıları arttıkça bu kitabın yazarı ve bu deyimin patent sahibi olarak sık sık görüş belirtmeye ya da yazı yazmaya davet edildim. Son zamanlarda bu tür taleplerde artış olması, ayrıca bu deyimin yanlış (çünkü dar ve tek boyutlu) algılanması nedeniyle şikayetçiyim. Gerek o kitapta gerek daha sonra (Demek ki son 14 yılda!) bu konuya ilişkin tüm yazılarımda, Apoletli Medya kavramından neyi kastettiğimi anlatmaya çalıştım. Evet apolet, ordunun, askeriyenin, askerin tipik bir simgesidir. Ama ben Apoletli Medya derken sadece, özel olarak, içerik bakımından , dar anlamda ordu yanlısı bir medyadan söz etmiyorum. Emir-komuta zinciri, dogmatik yasaklama anlayışı, mülksüzleri ezip iktidar sahiplerini övmek , kamusal çıkarı hiçe sayıp dar kişisel ya da grupsal çıkarı ön plana çıkarmak sadece askeriyenin özellikleri değil ki! Mesela ben egemen medyadaki bazı gazetelerin iç işleyişlerini betimlerken ‘ Kışla gibi’ diyorum. Onlar üniformalı ve silahlı olmasalar da bal gibi, yani hem zihin olarak hem de uygulamada apoletlidirler. Hiyerarşiye çok saygı duyarlar, büyükler küçükleri ezer orada. Hepsinin komutanı (Genel Yayın Yönetmeni) ve komutancıkları (Servis Şefleri) vardır. Uzatmayayım Apoletli Medya olmak için ille de ordu yanlısı olmak şart değildir. Hatta orduya karşı bile olabilirsiniz. Ne var ki ordu yerine bir başka iktidar kutbuna bağımlı iseniz ve çalışma/yaşama tarzınız ordununkini andırıyorsa siz çok kolay bir şekilde Apoletli Medya olabilirsiniz.
Osmanlı’da sivil paşalar vardı.
Yorumlar