Askeriye haber üretip AKP karşıtı medyada yayınlatmış. İşin içine Güzin Abla bile girmiş.Medya, iki kutbun en bariz ideolojik çatışma platformu haline geldi. Artık gazeteler ve gazeteciler de çok siyasi, çok ideolojik. Halbuki…
Star gazetesinin İnternet sitesinde 17 Kasım tarihli sayısında yayınlanan -‘Planlı Haberler’ Manşette- başlıklı haber tartışma yarattı. (http://www.stargazete.com/politika/-planli-haberler-mansette-haber-225897.htm).
Gazete haberinin spotuna göre, ‘’Cunta, iktidar ve toplumla mücadele için haber üretmiş, yandaş medya manşet yapmış’’.
Habere göre, ‘’2007 Bilgi Destek Planı’nda medyaya servis edilmesi istenen her haber, planın hazırlanmasından kısa bir süre sonra neredeyse plandaki başlıkla manşetlere çıkmış. Sonucu belli anketler de belli aralıklarla sayfalarda boy göstermiş’’. Haberde çeşitli somut örnekler de veriliyor.
Meseleyi iki düzeyde ele almak mümkün: Siyasi ve teknik/mesleki. Siyasi açıdan bakıldığında öncelikle hatırlanması gereken, iktidarların her zaman her yerde medyayı kendi çıkarları için kullanmaya/yönlendirmeye çalıştığı gerçeği. Siyasi, iktisadi, askeri, ideolojik iktidar odakları, amaçlarına ulaşmak, kendi fikir ve çıkarlarını yaygınlaştırmak/popülerleştirmek yani meşrulaştırmak için medya desteğine her zaman ihtiyaç duyar. Bu nedenle de, medyaya bazen doğru bazen yanlış bilgi ve haberler sızdırır/verir. Bu bilgiler, kelimenin gerçek anlamıyla aslında ‘haber’ değildir. Sözkonusu bilgiler iktidar odaklarını över, rakiplerine kara çalar.
Star gazetesinin haberinde, yetki ve görev sınırlarını aşan Genelkurmay Başkanlığının siyasi iktidara karşı yapay haberler üretip bunları, hükümet karşıtı gazetelerde yayınlattığı belirtiliyor. Yakın zamanda, Ergenekon davasına bakan bazı savcıların ya da Emniyet sorgularını yapan polis yetkililerinin, soruşturmanın gizliliği kuralını da çiğneyerek, henüz avukat ve sanıkların yüzüne okunmamış iddianameden belgeleri bazı gazetecilere ve gazetelere servis ettiğini biliyoruz.
Medya, bu açıdan bakıldığında, aslında iki kutbun önemli bir ideolojik mücadele platformu haline geldi. Kutupların en keskin sözcüleri, mesela (Sarogate) Taraf gazetesi bir iddia ortaya atıyor, Genelkurmay İnternet sitesinden bu iddiaya yanıt veriyor. Diğer medya organları da bir şekilde ya Taraf ya da Genelkurmay’dan yana görüş belirtiyor.
Medyanın genel yayınlarına baktığımızda, kutupların iddialarını neredeyse onaylayarak yaygınlaştırmak için iktibas etmenin dışında, doğruluğu kanıtlanmamış bilgiler ,üzerine yorumlar yazmak hariç, gerçek bir gazetecilik yapmadığını saptıyoruz. Kuru-ıslak imza tartışması hiçbir yeni bilgi ve belge olmadan yaklaşık dört ay sürdü.
Doğru ve ilkeli tutum, AKP yandaşı olup sadece Genelkurmay’ın desinformation/misinformation faaliyetlerine muhalefet etmek değil. Keza, bu kapışmada, askeriyenin tüm kuşkulu operasyonlarını ya destekleyerek ya da susarak geçiştirip, mızrağın sivri ucunu sadece siyasi iktidara ve F tipi cemaate çevirmek de yanlış ve tarafgir bir tutum.
Gerek gazeteci gerekse yurttaş olarak, doğru tutum, olumsuz bir yaklaşıma, eyleme, olguya karşı çıkmayı gerektirir. Bu olumsuzluğu kimin yaptığı çok da tayin edici değildir. Olumsuzluğu, yasadışılığı bir kesim yaptığında susup, diğer kesim yaptığında bağıra çağıra demokrasi bayraktarı kesilip, sivillik nutukları atmak pek içten ve inandırıcı değil. Bunun adı çifte standart. Ergenekon savcılarının hukuku çiğneyen tutumlarını görmezden gelip sadece TSK’nın manüpilasyonlarını manşete çekmek, gazetecilikten çok AKP militanlığı, cemaat misyonerliği anlamına gelir. Seçmenlerin önemli bir çoğunluğunca seçilerek iş başına gelmiş hükümete karşı, askeri darbe planlarını desteklemek, ‘Vatan,Millet,Ordu’ edebiyatı yapmak da askeriyenin sözcülüğüne soyunmak anlamına geliyor.
Yerleşik düzenin eski temsilcileri ile iktidarda yeni söz sahibi olmak isteyen kesimler arasındaki çekişmede/mücadelede, Kemalizmi, laikliği ya da demokratlığı ve seçmen kitlesini koz olarak kullanmak kolaydır. Bu yaklaşımlar kutuplaşmayı yoğunlaştırdığı için, hakiki demokrat tutumun, yani tüm iktidar odaklarına karşı eşit uzaklıkta durup, kamu çıkarını, toplum yararını savunan 3. Yol tezinin güçlenmesini/sesini duyurmasını engelliyor.
Kaba ve basit bir mantık, giderek tüm toplumda egemen hale geliyor: AKP’nin herhangi bir politikasını destekliyorsan, şeriatçı ve gericisin, üstelik de Atatürk düşmanı hatta vatan hainisin! Siyasi iktidarın herhangi bir uygulamasını eleştirdiğin zaman da damgayı hemen yapıştırıyorlar: Darbecisin!
Türkiye’de 1980’den bu yana hakiki bir sol akımın eksikliği nedeniyle, siyasetle uğraşan yurttaş kesimi, bu sakat mantık ayrıca da alternatif eksikliği nedeniyle, AKP ile TSK arasında sıkıştırılmak isteniyor ve mutlaka ikisinden birini tercih etmesi için zorlanıyor.
Bu garip ikilemin doğmasında medyanın da önemli bir payı ve sorumluluğu var.
İşte tam da burada gelelim şimdi meselenin teknik/mesleki yanına:
Türkiye’de uzunca bir süredir gazetecilik/habercilik faaliyeti, klasik/geleneksel ilkelerden azad edilmiş durumda. Gazeteler artık esas olarak somut olgu, bilgi ve gerçek haber temelinde değil, siyasi-ideolojik tercihleri doğrultusunda faaliyet yürütüyor. Bu nedenle de mesela Ergenekon davası, bir kesime göre Yüzyılın Davası ve darbeciliğe vurulan büyük bir hukuk zaferi olarak algılanırken, diğer kesim Ergenekon davasının masum muhaliflerin hukuk dışı yöntemlerle yargılandığı bir dava olarak görüyor.
Habercilik, somut olgu değil, siyasi-ideolojik bağımlılığa göre yapıldığı için de, medyanın bir kesimi esas olarak ve neredeyse sadece TSK’yı eleştiriyor ve kınıyor, rakip kesim de sadece AKP yönetimini itham ediyor.
Oysa ki, yurttaşların ülkede olup bitenler hakkında sağlıklı bilgi ve yorum alma haklarını yerine getirebilecek çeşitli gazetecilik/habercilik teknik, yöntem ve olanakları mevcut.
İlk başta gazeteciliğin ana amacının okura/yurttaşa mümkün olduğunca gerçek bilgileri ve en geniş yelpazeli fikir ve görüşleri aktarmak olduğunu hatırlamakta yarar var. Bu amaçtan yola çıkarak, gazeteciliğin/haberciliğin mesela siyasi parti sözcülüğünden ya da Cumhuriyet savcılığından farklı kural ve mekanizmalarla çalıştığını görmek gerek.
Gazeteci, eğer gerçeği araştırmakla, gerçeğe yaklaşıp onu haber haline getirip kamuya sunmakla yükümlü ise, özel bir sorumluluğu var demektir. Bir siyasi parti sözcüsünün böyle bir yükümlülüğü yoktur mesela. O, kendi partisinin görüşlerini yaygınlaştırmak amacıyla, gerçek olmayan bazı bilgiler temelinde de açıklamalar yapabilir, nutuklar atabilir. Böyle bir durumda gazetecinin görevi, politikacının demecini/açıklamasını olduğu gibi yayınlamak olamaz. Gazeteci düz ayna değildir. Gazeteci açısından, bu demeç ancak bir hammadedir. İşlenmesi gerekir. Yani öncelikle doğruluğu denetlenmelidir. Gazeteci, politikacı gibi bir fikri yaygınlaştırmakla görevli ve sorumlu olmadığı için, bu fikrin karşıtlarını da araştırıp okura iletmek zorundadır. Gazeteci, okura doğru bilgi vermekle yükümlü.
Keza bir Cumhuriyet Savcısı, iddianamesine, sanığı itham etmek amacıyla çeşitli bilgi ve belgeler koyabilir. Adı üzerinde, iddianame de yer alan tüm bilgi ve belgelerin doğru olması şart değildir. Savcı da zaten sözkonusu bilgi ve belgelerin, hakim, sanık ve tanıklar huzurunda, duruşmada doğru olup olmadığını saptamak amacıyla iddianamesini kaleme alır. Gazeteci için durum yine farklı. İddianamede yer alan herhangi bir bilgi ya da belgenin, mahkeme kesin olarak sonuçlanıncaya kadar, yani sözkonusu bilgi ya da belgenin doğru ya da yalan olduğu kesin olarak kanıtlanıncaya kadar, gazetede doğru habermiş gibi yayınlanması tamamen yanlış bir uygulama. Böyle bir yaklaşımı doğru bulmak, Savcı ile gazeteci arasında hiçbir fark olmadığını kabul etmek anlamına gelir. Gazeteci, Savcının iddialarının doğruluğunu duruşma öncesinde, sırasında ya da sonrasında sağlam bilgi ve delillerle kanıtladıktan sonra haber olarak yayınlamalı. Adliye muhabiri ise duruşmaları izleyip aktarırken, tabi ki iddianamenin içeriği hakkında bilgi verecek. Soruşturmanın gizliliği kuralına, kamu çıkarına aykırı bir durum olmadıkça da riayet edecek. Ama bir gazeteci, sanık ve sanık avukatlarından önce, dolayısıyla belki de iddianamenin tümü henüz kaleme alınmamışken, yani yayınlanmamışken, iddianameden elde ettiği- ya da kendisine servis edilen- bilgileri doğru haber gibi yayınlıyorsa, bu gazetecilik değil, savcının hatalı bir sözcülüğüdür.
Sonuç olarak, mesele dönüp dolaşıp medyanın bağımsızlığında ve özgürlüğünde kilitleniyor. Bir medya organı, hem siyasi hem de ekonomik olarak bağımsız ve özgür olabilirse, siyasi iktidarın, askeriyenin, Savcılığın propagandasını değil, olayın, gerçeğin tüm boyutlarını inceleyip yayınlayabilir.
Gazetecinin mesleki olarak sorumlu olduğu üç mecra var: Gerçek, okur ve yöneticisi. Bizde ise kimi gazeteciler mesleklerini icra ederken bu üç temel mecraya değil, kendilerini çoğu zaman, siyasi, iktisadi, askeri ya da ideolojik iktidar odaklarına karşı sorumlu hissedip, bu yükümlülük altında haber ya da yazı yazıyor. Çünkü bugün bir çok ülkede, siyasi-askeri-iktisadi-ideolojik iktidardan tamamen bağımsız ve özgür bir medya organı ya yok ya da çok az var. Keza, tüm kısıtlamalar karşısında, çeşitli iktidarlara karşı, doğru habercilik temelinde gazetecilik yapma yeteneğine ve cesaretine sahip meslekdaş sayısı da ne yazık ki çok az…
Star gazetesinin İnternet sitesinde 17 Kasım tarihli sayısında yayınlanan -‘Planlı Haberler’ Manşette- başlıklı haber tartışma yarattı. (http://www.stargazete.com/politika/-planli-haberler-mansette-haber-225897.htm).
Gazete haberinin spotuna göre, ‘’Cunta, iktidar ve toplumla mücadele için haber üretmiş, yandaş medya manşet yapmış’’.
Habere göre, ‘’2007 Bilgi Destek Planı’nda medyaya servis edilmesi istenen her haber, planın hazırlanmasından kısa bir süre sonra neredeyse plandaki başlıkla manşetlere çıkmış. Sonucu belli anketler de belli aralıklarla sayfalarda boy göstermiş’’. Haberde çeşitli somut örnekler de veriliyor.
Meseleyi iki düzeyde ele almak mümkün: Siyasi ve teknik/mesleki. Siyasi açıdan bakıldığında öncelikle hatırlanması gereken, iktidarların her zaman her yerde medyayı kendi çıkarları için kullanmaya/yönlendirmeye çalıştığı gerçeği. Siyasi, iktisadi, askeri, ideolojik iktidar odakları, amaçlarına ulaşmak, kendi fikir ve çıkarlarını yaygınlaştırmak/popülerleştirmek yani meşrulaştırmak için medya desteğine her zaman ihtiyaç duyar. Bu nedenle de, medyaya bazen doğru bazen yanlış bilgi ve haberler sızdırır/verir. Bu bilgiler, kelimenin gerçek anlamıyla aslında ‘haber’ değildir. Sözkonusu bilgiler iktidar odaklarını över, rakiplerine kara çalar.
Star gazetesinin haberinde, yetki ve görev sınırlarını aşan Genelkurmay Başkanlığının siyasi iktidara karşı yapay haberler üretip bunları, hükümet karşıtı gazetelerde yayınlattığı belirtiliyor. Yakın zamanda, Ergenekon davasına bakan bazı savcıların ya da Emniyet sorgularını yapan polis yetkililerinin, soruşturmanın gizliliği kuralını da çiğneyerek, henüz avukat ve sanıkların yüzüne okunmamış iddianameden belgeleri bazı gazetecilere ve gazetelere servis ettiğini biliyoruz.
Medya, bu açıdan bakıldığında, aslında iki kutbun önemli bir ideolojik mücadele platformu haline geldi. Kutupların en keskin sözcüleri, mesela (Sarogate) Taraf gazetesi bir iddia ortaya atıyor, Genelkurmay İnternet sitesinden bu iddiaya yanıt veriyor. Diğer medya organları da bir şekilde ya Taraf ya da Genelkurmay’dan yana görüş belirtiyor.
Medyanın genel yayınlarına baktığımızda, kutupların iddialarını neredeyse onaylayarak yaygınlaştırmak için iktibas etmenin dışında, doğruluğu kanıtlanmamış bilgiler ,üzerine yorumlar yazmak hariç, gerçek bir gazetecilik yapmadığını saptıyoruz. Kuru-ıslak imza tartışması hiçbir yeni bilgi ve belge olmadan yaklaşık dört ay sürdü.
Doğru ve ilkeli tutum, AKP yandaşı olup sadece Genelkurmay’ın desinformation/misinformation faaliyetlerine muhalefet etmek değil. Keza, bu kapışmada, askeriyenin tüm kuşkulu operasyonlarını ya destekleyerek ya da susarak geçiştirip, mızrağın sivri ucunu sadece siyasi iktidara ve F tipi cemaate çevirmek de yanlış ve tarafgir bir tutum.
Gerek gazeteci gerekse yurttaş olarak, doğru tutum, olumsuz bir yaklaşıma, eyleme, olguya karşı çıkmayı gerektirir. Bu olumsuzluğu kimin yaptığı çok da tayin edici değildir. Olumsuzluğu, yasadışılığı bir kesim yaptığında susup, diğer kesim yaptığında bağıra çağıra demokrasi bayraktarı kesilip, sivillik nutukları atmak pek içten ve inandırıcı değil. Bunun adı çifte standart. Ergenekon savcılarının hukuku çiğneyen tutumlarını görmezden gelip sadece TSK’nın manüpilasyonlarını manşete çekmek, gazetecilikten çok AKP militanlığı, cemaat misyonerliği anlamına gelir. Seçmenlerin önemli bir çoğunluğunca seçilerek iş başına gelmiş hükümete karşı, askeri darbe planlarını desteklemek, ‘Vatan,Millet,Ordu’ edebiyatı yapmak da askeriyenin sözcülüğüne soyunmak anlamına geliyor.
Yerleşik düzenin eski temsilcileri ile iktidarda yeni söz sahibi olmak isteyen kesimler arasındaki çekişmede/mücadelede, Kemalizmi, laikliği ya da demokratlığı ve seçmen kitlesini koz olarak kullanmak kolaydır. Bu yaklaşımlar kutuplaşmayı yoğunlaştırdığı için, hakiki demokrat tutumun, yani tüm iktidar odaklarına karşı eşit uzaklıkta durup, kamu çıkarını, toplum yararını savunan 3. Yol tezinin güçlenmesini/sesini duyurmasını engelliyor.
Kaba ve basit bir mantık, giderek tüm toplumda egemen hale geliyor: AKP’nin herhangi bir politikasını destekliyorsan, şeriatçı ve gericisin, üstelik de Atatürk düşmanı hatta vatan hainisin! Siyasi iktidarın herhangi bir uygulamasını eleştirdiğin zaman da damgayı hemen yapıştırıyorlar: Darbecisin!
Türkiye’de 1980’den bu yana hakiki bir sol akımın eksikliği nedeniyle, siyasetle uğraşan yurttaş kesimi, bu sakat mantık ayrıca da alternatif eksikliği nedeniyle, AKP ile TSK arasında sıkıştırılmak isteniyor ve mutlaka ikisinden birini tercih etmesi için zorlanıyor.
Bu garip ikilemin doğmasında medyanın da önemli bir payı ve sorumluluğu var.
İşte tam da burada gelelim şimdi meselenin teknik/mesleki yanına:
Türkiye’de uzunca bir süredir gazetecilik/habercilik faaliyeti, klasik/geleneksel ilkelerden azad edilmiş durumda. Gazeteler artık esas olarak somut olgu, bilgi ve gerçek haber temelinde değil, siyasi-ideolojik tercihleri doğrultusunda faaliyet yürütüyor. Bu nedenle de mesela Ergenekon davası, bir kesime göre Yüzyılın Davası ve darbeciliğe vurulan büyük bir hukuk zaferi olarak algılanırken, diğer kesim Ergenekon davasının masum muhaliflerin hukuk dışı yöntemlerle yargılandığı bir dava olarak görüyor.
Habercilik, somut olgu değil, siyasi-ideolojik bağımlılığa göre yapıldığı için de, medyanın bir kesimi esas olarak ve neredeyse sadece TSK’yı eleştiriyor ve kınıyor, rakip kesim de sadece AKP yönetimini itham ediyor.
Oysa ki, yurttaşların ülkede olup bitenler hakkında sağlıklı bilgi ve yorum alma haklarını yerine getirebilecek çeşitli gazetecilik/habercilik teknik, yöntem ve olanakları mevcut.
İlk başta gazeteciliğin ana amacının okura/yurttaşa mümkün olduğunca gerçek bilgileri ve en geniş yelpazeli fikir ve görüşleri aktarmak olduğunu hatırlamakta yarar var. Bu amaçtan yola çıkarak, gazeteciliğin/haberciliğin mesela siyasi parti sözcülüğünden ya da Cumhuriyet savcılığından farklı kural ve mekanizmalarla çalıştığını görmek gerek.
Gazeteci, eğer gerçeği araştırmakla, gerçeğe yaklaşıp onu haber haline getirip kamuya sunmakla yükümlü ise, özel bir sorumluluğu var demektir. Bir siyasi parti sözcüsünün böyle bir yükümlülüğü yoktur mesela. O, kendi partisinin görüşlerini yaygınlaştırmak amacıyla, gerçek olmayan bazı bilgiler temelinde de açıklamalar yapabilir, nutuklar atabilir. Böyle bir durumda gazetecinin görevi, politikacının demecini/açıklamasını olduğu gibi yayınlamak olamaz. Gazeteci düz ayna değildir. Gazeteci açısından, bu demeç ancak bir hammadedir. İşlenmesi gerekir. Yani öncelikle doğruluğu denetlenmelidir. Gazeteci, politikacı gibi bir fikri yaygınlaştırmakla görevli ve sorumlu olmadığı için, bu fikrin karşıtlarını da araştırıp okura iletmek zorundadır. Gazeteci, okura doğru bilgi vermekle yükümlü.
Keza bir Cumhuriyet Savcısı, iddianamesine, sanığı itham etmek amacıyla çeşitli bilgi ve belgeler koyabilir. Adı üzerinde, iddianame de yer alan tüm bilgi ve belgelerin doğru olması şart değildir. Savcı da zaten sözkonusu bilgi ve belgelerin, hakim, sanık ve tanıklar huzurunda, duruşmada doğru olup olmadığını saptamak amacıyla iddianamesini kaleme alır. Gazeteci için durum yine farklı. İddianamede yer alan herhangi bir bilgi ya da belgenin, mahkeme kesin olarak sonuçlanıncaya kadar, yani sözkonusu bilgi ya da belgenin doğru ya da yalan olduğu kesin olarak kanıtlanıncaya kadar, gazetede doğru habermiş gibi yayınlanması tamamen yanlış bir uygulama. Böyle bir yaklaşımı doğru bulmak, Savcı ile gazeteci arasında hiçbir fark olmadığını kabul etmek anlamına gelir. Gazeteci, Savcının iddialarının doğruluğunu duruşma öncesinde, sırasında ya da sonrasında sağlam bilgi ve delillerle kanıtladıktan sonra haber olarak yayınlamalı. Adliye muhabiri ise duruşmaları izleyip aktarırken, tabi ki iddianamenin içeriği hakkında bilgi verecek. Soruşturmanın gizliliği kuralına, kamu çıkarına aykırı bir durum olmadıkça da riayet edecek. Ama bir gazeteci, sanık ve sanık avukatlarından önce, dolayısıyla belki de iddianamenin tümü henüz kaleme alınmamışken, yani yayınlanmamışken, iddianameden elde ettiği- ya da kendisine servis edilen- bilgileri doğru haber gibi yayınlıyorsa, bu gazetecilik değil, savcının hatalı bir sözcülüğüdür.
Sonuç olarak, mesele dönüp dolaşıp medyanın bağımsızlığında ve özgürlüğünde kilitleniyor. Bir medya organı, hem siyasi hem de ekonomik olarak bağımsız ve özgür olabilirse, siyasi iktidarın, askeriyenin, Savcılığın propagandasını değil, olayın, gerçeğin tüm boyutlarını inceleyip yayınlayabilir.
Gazetecinin mesleki olarak sorumlu olduğu üç mecra var: Gerçek, okur ve yöneticisi. Bizde ise kimi gazeteciler mesleklerini icra ederken bu üç temel mecraya değil, kendilerini çoğu zaman, siyasi, iktisadi, askeri ya da ideolojik iktidar odaklarına karşı sorumlu hissedip, bu yükümlülük altında haber ya da yazı yazıyor. Çünkü bugün bir çok ülkede, siyasi-askeri-iktisadi-ideolojik iktidardan tamamen bağımsız ve özgür bir medya organı ya yok ya da çok az var. Keza, tüm kısıtlamalar karşısında, çeşitli iktidarlara karşı, doğru habercilik temelinde gazetecilik yapma yeteneğine ve cesaretine sahip meslekdaş sayısı da ne yazık ki çok az…
Yorumlar