Yeni Şafak’ın sorusuna yanıt
Son günlerde “Gazetecinin kendisi haber olur mu, olmaz mı” konusu tartışılıyor. Cengiz Semercioğlu köşesinde “Hepimiz kağıttan para kazanıyoruz” başlığı ile bunun gerekliliğinden bahsetti:
“Gazetecinin kendisi haber olur mu, olmaz mı diye tartışılıyor...Buna itiraz eden
arkadaşlar, haber olduğu için eleştirdikleri gazeteciler sayesinde para kazandıklarının farkındalar mı? Ertuğrul Özkök, Ahmet Hakan umreye gidiyor, Ayşe Arman seksi pozlar veriyor, Hıncal Uluç ellerini
kelepçeletiyor, ünlü gazeteciler Hasankeyf’te kafalarına poşu takıyor... Haber oluyorlar...
Günlerce gazetelerde, televizyonlarda, internette ,radyolarda konuşuluyor,tartışılıyorlar. Kendisi haber olan gazetecilerin hepsini medyadan kovduğumuz düşünün... Allah’ınızı severseniz gazeteyi
eğlenceli kılacak, okunur yapacak neyiniz var elinizde? Elbette haber, fotoğraf, yazı, yorum bu kağıdın
en önemli malzemesi, oradaki kaliteyi artırmamız lazım... Ama internetle, televizyonla rekabet eden günümüz gazetelerine bu kadarı yetmez, daha fazlası gerekli. İlan paylarını sürekli artıran internetin,
televizyonun karşısında kağıdın başka meziyetleri olmalı. Kendisini konuşturacak... Gündemde kalacak meziyetler... Bunun tek yolu da daha cesur köşe yazarlarından geçiyor. Haber olmaktan korkmayacak köşe yazarlarından...”
Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Sizce gazeteci haber olmalı mı? Bu durumu nasıl karşılıyorsunuz?
Hem çapsız hem de megalo!
Eskiden bir haberde hatta köşe yazısında gazetecinin/habercinin kendisinden bahsetmesi ayıptı, hoş karşılanmazdı. Çünkü, bir gazeteci/haberci kamuda sözedilecek bir şey yapmışsa, hele de olumlu bir iş başarmışsa, bu başarıyı zaten başkaları algılar ve över(di). Şimdilerde, ‘Kimse benden bahsetmiyorsa ben kendimi yazarım’ modası revaçta.
Haberci, kendisine tanınan olanak/imtiyazdan yararlanarak (Köşe ya da ekran süresi), haber değeri olan olayları yansıtacağına, kendini ve kendi dar çevresini ‘haber’ yapar hale geldi ki bu zaten habercilik değil.
Haber olan habercilerin işledikleri konulara da bakmak lazım: Bir hafta kapanıp ertesi hafta soyunan kadın, umre izlenimleri, bir takımın formasını giyip haber okumalar, poşu takmalar filan falan…Hepsi de kişiye özel, şahsi öyküler. Kamuyu, kamu çıkarını ilgilendiren konular değil.
Semercioğlu’nun yazısı aslında ilginç, bir o kadar da cahilce bir itiraf. Kendisi ‘gazeteyi eğlenceli kılmak’tan, ‘okunur yapmak’tan sözediyor, ayrıca da gazetenin İnternet ve televizyonla olan rekabeti nedeniyle ‘haber olan habercileri’ övüyor. Neresinden tutsanız yanlış bilgi ve yaklaşımlar: Gazete esas olarak eğlence üreten bir mekanizma değil. Okunur haber yapmak yerine kendini okutmaya çalışan habercinin ana mecrası da gazete değil. Haber olan haberciler bu bencil dışavurumu sanki sadece gazetelerde yapıyormuş gibi İnternet ve televizyonla rekabet bahane edilmiş.
Bir de köşebaşındaki esnaf ağzıyla ‘para kazanmaktan’ sözediyor kendisi. Parayı çok seviyorsa darphaneye memur olsun!
Cesur gazeteci, yasaklanan ve zor gerçekleri yazabilen gazetecidir. Özel hayatını değil.
Semercioğlu’nun ve benzerlerinin bilmesi gerekir: Gazete, kamusal alanın bilgi ve fikir mecrası. Ama bugün iktidarları eleştir(e)meyen, sessizlerin/mülksüzlerin sorunlarını haberleştir(e)meyenler yediklerini içtiklerini, gezip gördüklerini, analarını babalarını, eşlerini dostlarını, en çok da kendilerini anlatıyor. Oysa ki maalesef haber olan bu haberciler(!) için uygun mecralar da var: Hatıra defteri tutsunlar, öykü, deneme ya da roman yazsınlar. Sonra da aynanın karşısına geçip, ‘Söyle ayna söyle/Var mı yazan böyle’ desinler.
Yorumlar
http://www.bloglamak.com