Ana içeriğe atla

TSK, AKP, GÜLEN ve MEDYA

(15 Haziran günü Today's Zaman ve Yeni Şafak'ın sorularına yanıtlar)


Taraf gazetesinin yayınladığı belge ve daha sonraki gelişmeleri şimdilik beş alt başlıkta değerlendirmeye çalışacağım:

• Yayından hemen sonra Genel Kurmay Başkanlığının tepkisi yayın yasağı getirmek oldu. Üstelik yasak, sivil değil askeri mahkeme savcılığınca verilmişti. Yasak, sorunu çözemediği gibi hem daha karmaşık hale getirdi hem de gelişmeler yasağın başta Başbakan bilahare Genel Kurmay Başkanı tarafından çiğnenmesine yol açtı. Yayın yasağı keyfi ve siyasi bir tedbir olmamalı. Ancak gerçekten kamu güvenliği yakın bir tehlikenin tehditi altında olduğu zaman uygulanmalı. Ayrıca yasak kararını alan makam, kararının ayrıntılı ve ikna edici gerekçesini açıklamalı.
• Genel Kurmay gibi ciddiyet ve disipliniyle bilinen bir kurumun açıklamaları net, açık, somut değildi. ‘Şu ana kadar yapılan araştırmalara göre’ ve ‘kanaatine varılmıştır’ gibi muğlak ifadeler, tartışmaları çıkmaza soktu. Oysa ki kamuoyunun talep ettiği bilgi açıktı: Sözkonusu belge gerçek mi, yoksa sahte mi? Belge Karargahta mı hazırlandı? Kim hazırladı? Kim nasıl sızdırdı? Bu sorulara çok kısa süre içinde yanıt vermeliydi Genel Kurmay. Gecikme, kuşkuları yoğunlaştırdı. İddialar üzerine başlamış tartışmayı uzattı.
• Taraf gazetesi, yayınladığı belgenin gerçek olduğuna dair belli ki yeterli denetimleri yapmamış, ilke olarak en az iki kaynaktan doğrulaması gereken – ki biri mutlaka Genel Kurmay olmalıydı- bilgiyi alel acele yayınlamışa benziyor.
• Bu konu Türk egemen medyasının bugünkü konumunda ciddi ve önemli bir haber olarak meslek ilkelerine uygun bir şekilde, bağımsız ve özgür bir yaklaşımla işlenemez/yayınlanamaz. Çünkü haberin en az üç temel unsuru/kaynağı/tarafı var: TSK, AKP ve Gülen Cemaati. Türk egemen medyasının yaklaşık olarak yüzde 90’ı bu üç kutuptan birinin dolaylı ya da dolaysız yayın organı gibi davranıyor. Dolayısıyla bu gazete-radyo ve televizyonlar, bu gelişmeyi, üç kutuba eşit mesafede durarak haberleştiremiyor. Her medya organı ideolojik bazen de organik olarak yakın durduğu kutubu savunmaya çalışıyor. Çoğunluk haber yapmıyor konuyla ilgili siyasi mülahaza açıklıyor, yorum yapıyor.
• Nihayet, gazetecilik de bu son olayda bir kez daha yara aldı. Sürat gazetecilikte de felakettir. Henüz iddia aşamasındaki bilgiler muhabir ya da muhabir ekipleri tarafından araştırılmadı. Masa ve telefon ya da televizyon başında yetkililerden gelecek açıklamalar beklendi. Oysa ki AKP, TSK ve Gülen Cemaati konuyu araştırdıklarını açıklıyordu. Araştırma esas olarak gazetecilerin görevi değil mi? Uluslararası medyanın bu konuyla neden hala ilgilenmediğine gelince, ben ancak Liberation muhabiri olarak cevap verebilirim: Haber henüz oluşmadı. Ben iddia düzeyindeki bir bilgiyi gazeteme haber diye geçemem.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla