Ana içeriğe atla

HABERTÜRK VE KOÇ GRUBU


Eskiden Koç grubu aleyhine haber ya hiç yayınlanmazdı ya da nadiren yayınlanırdı. Habertürk, Koç'un Sivas'daki enerji şirketiyle ilgili düzgün bir haber yayınlayınca ve özellikle de bu haberi görmeyenleri eleştirince basın özgürlüğü ile reklam arasında önemli bir tartışma başladı. İyi oldu....


Habertürk gazetesi ve televizyonu önemli bir tartışmaya önayak oldu.
Gazete, Sivas'ta Koç grubunun bir enerji şirketine yapılan operasyon ve soruşturma hakkında düzgün bir haber yayınladı. Yani, şirketin Koç grubuna ait olduğunu, Yönetim Kurulunda da Koç ailesinin fertlerinin yer aldığını yazdı. Ki zaten minimum gazetecilik bunu gerektiriyordu.
Ne var ki, Habertürk, bu haberin diğer medya organlarında tam olarak yayınlanmadığını gördü ve bu konuda refiklerine haklı eleştiriler yöneltti. Çünkü kimi gazeteler operasyona/soruşturmaya uğrayan şirketin adını ya da gerçek sahibini yani Koç grubu ile olan organik bağlantısını yazmayı ihmal etmişlerdi ve bu ihmal çok büyük bir ihtimalle kasıtlı idi.
Aslında son 20-30 yıl içinde, sadece Türkiye'de değil bütün dünyada bu büyük sanayi, mali ve ticari holdinglerle medya grupları arasındaki ilişkiler sorunlu. Bu sorunları üç başlıkta toplamak mümkün:
Kimi medya grupları, zaten bu büyük holdinglerin mülkiyetinde. Yurtdışından iki örnek: ABD'de General Motors' ve NBC televizyon kanalı aynı holdingin şirketleri. Keza Fransa'da beton ve inşaat devi Bouygues'in TFI televizyonu, uçak sanayiinin dev holdingi Dassault'nun da Le Figaro gazetesi var. Böyle bir durumda medya şirketi ana şirketteki bir olumsuzluğu ya hiç yazamıyor ya da geçiştiriyor. Küçük görüyor, eksik veriyor.
Bir medya organı, herhangi bir holdingin mülkiyetinde olmasa bile, eğer gelirinin önemli bir kesimi reklamverenden geliyorsa, aynı zamanda en büyük reklemverenler listesinin tepesinde yer alan holdingler aleyhinde haber yazmakta zorlanır. Endişesi reklam gelirinin kesilmesidir. Böylelikle reklam geliri, yayın politikasını da belirlemiş olur.
Üçüncü vaka, Habertürk'ün gündeme getirdiği 'Sırdaş Medya' deyimiyle söylemek gerekirse, 'Sırdaş Medya Organlarının Dayanışması' diyeceğim tutum. Yani eğer holdinglere bağlı medya organları varsa, olumsuzluğun meydana geldiği medya/holdingin dışındaki medya organları da bu tür olumsuz haberleri vermekte kuşku duyabilir. Çünkü bugün A holdingin başına gelen yarın bağımlı olduğu B holdingin de başına gelebilir. Bu nedenle 'En iyisi ben hiç bir büyük holding/reklamveren aleyhine haber yapmayayım. Böylelikle hiç olmazsa kendi içimde tutarlı kalırım' diye düşünmüş olsalar gerek.
Ne sebeple olursa olsun, yukarıdaki üç başlıkta betimlediğim durumlarda/ihtimallerde haberi yayınlamamak kabul edilemez.

Gelelim şimdi Habertürk/Koç grubu ilişkilerine:
Habertürk, Sivas'daki haberi olduğu gibi vermekle aslında sadece görevini yapmıştır. Üstelik sözkonusu haber resmi makamların gerçekleştirdiği bir operasyon ve soruşturma olduğuna göre haberde herhangi bir yorum unsuruna ihtiyaç yoktur. Habertürk'ün esas başarısı bu haberi doğru olarak vermek değil, bu haberi hiç görmeyen ya da eksik gören refiklerini eleştirmesidir.

İnternet sitelerindeki kimi yazılarda Habertürk'e yönelik eleştiriler de okudum:
Mesela Medyatava, Habertürk'ün Koç grubundan hiç reklam almadığını yazmış ve imalı olarak bu haberi reklam almak için kasıtlı olarak yayınladığını öne sürüyor. Keza, Habertürk'ün şemsiye holdingi Ciner grubunun Enerji sektöründe önemli bir aktör olduğu hatırlatılıyor ve bu haberin Ciner-Koç rekabetinin bir yansıması olduğu iddia ediliyor. Her iki iddia da yanlış. Çünkü bir haberi yayınlamak için, o haberin kaynağından reklam almamış olmak ya da bağlı bulunduğunuz holdingin etkin olduğu sektördeki bir rakibi olması gerekmiyor.
Habertürk, bu haber aracılığıyla, 'Devrim' gibi kelimeleri de kullanarak kendi reklamını da yapıyor.

Benim üzerinde durduğum konu şu:
Habertürk- ki daha önce çeşitli yaklaşımlarını eleştiren yazılar yazdım- bu haberi yayınlamak ve yayınlamayanları eleştirmekle doğru bir iş yapıyor. Ne var ki, bu haberle Habertürk sadece Koç grubundan reklam almamak ve refiklerinden uzaklaşma riskini aldığı yetmiyormuş gibi, daha vahim bir başka alana yaklaşmış görünüyor. Yarın-öbürgün Ciner holding veya ona bağlı şirketlerden birinde haber değeri olan bir olumsuzluk meydana geldiğinde Habertürk bunu Koç'un Sivas'daki enerji şirketine yaptığı gibi manşetten yayınlayabilecek mi? Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı, bu soruma naklen yayında yanıt verdi: Ve mealen 'Gönül istemez böyle bir durumu ama sözkonusu durum meydana gelirse biz bu haberi yayınlamak için elimizden geleni yaparız. Biz işte hem patronaj hem de gazete olarak bu nedenle her şeye çok dikkat ediyoruz'. Altaylı bu istenmeyen durumda Koç Holding'e uyguladığı yayın politikasını Ciner holdinge de uygulayabilirse ve hala makamını koruyabilmişse işte o zaman gerçekten çok önemli bir başarıya imza atmış olur.
Altaylı'nın aynı yayında yaptığı bir başka açıklama Habertürk'ün editoryal bağımsızlığı konusunda da umut verici idi: (Mealen) 'Biz hesap kitap yaptık. Gazeteyi maliyeti fiyatına satarak reklam gelirine muhtaç kalmak istemiyoruz. Reklam gelirse yayınlarız tabi, ama salt reklam gelirine dayanarak/güvenerek basın özgürlüğünü sağlayamayız'.
Altaylı'nın söyledikleri ne derece gerçekçidir ve nasıl uygulanır, bunu zaman gösterecek. Ama Türk egemen medyasının önemli tabularından biri olan Türk Silahlı Kuvvetleri aleyhinde son dönemlerde yayınlanan olumsuz/eleştirileri hesaba katıp, bugün de en büyük reklamverenlerden biri olan Koç holdingin medyadaki dokunulmazlığının kalkmakta olduğunu görünce insan ister istemez umutlanıyor. Çünkü bir gazete mali ve ekonomik olarak yani organik olarak bağımlı olduğu holding aleyhinde de özgürce ve meslek ilkelerine uygun bir şekilde haber ve yorum yayınlayabildiğinde, medya mülkiyeti ve editoryal bağımsızlık konularında çok önemli bir gelişme sağlamış olacağız. (son/rd)
(Bu metin, 8 Haziran 2009 Pazartesi günü Habertürk televizyonunda yayınlanan görüşlerin bilahare geliştirilmiş ve yazıya dökülmüş versiyonudur)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla