Ana içeriğe atla

İKTİDAR MÜPTELASI

İki ucu kirli değnek ne doğru bir sözdür Doğan’la Erdoğan’ın anlaşmazlığını betimleyen. Bu ikisi neden kapışıyor ki? Bu çelişmede gazeteci ne yapmalı? Ne yapabilir? Ne yapamaz? Neden?

Dış görünüşte Aydın Doğan/Recep Tayyip Erdoğan kapışması olarak görünen medya/siyaset çelişkisi, Doğan’ın röportajı ve Erdoğan’ın açıklamalarıyla yeni boyutlara ulaşıyor. Bu konuda yazı yazmayan, yorum yapmayan neredeyse kalmadı. Bu yazılarda takıldığım iki soruya yanıt aramak istiyorum:

• Bu çelişmenin gerçek niteliği nedir?
• Gazeteci bu çelişmede nasıl bir tutum takınmalı?

Daha önce de yazmıştım (Bkz. www.apoletlimedya.blogspot.com’daki. 29 Eylül 2008 tarihli ‘Ne Doğan, ne Erdoğan!’ başlıklı yazı. Aynı yazı 28 Eylül 2008 Pazar tarihli Birgün'de yayınlandı.) kapışanlar, Türkiye’nin en zengin iki şahsiyeti. Biri hükümetin başında diğeri de en büyük holdinglerden birinin sahibi. Tartışmada bir aralar adı sık geçen iki anlaşmazlık alanı Istanbul Hilton’un arazisi ile Mersin’de rafineri arsası idi. Sanki emlak komisyoncuları kavga ediyor...

Anlaşmazlık/çelişki konusu ne olursa olsun, burada sözkonusu olan, kelimenin gerçek anlamıyla (Par excellence) bir İKTİDAR KAVGASI’ndan başka bir şey değildir. Kapışan, medya ile siyaset değildir; medya iktidarı ile siyasi iktidardır. Başbakan Erdoğan, medyatik iktidarın temsilcisi ve sözcüsü Aydın Doğan’dan, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesinden bu yana AKP’yi desteklemekten adım adım vazgeçen Doğan grubundan gayrımemnun. Zaten önceden beri, uzun vadede Doğan, Karamehmet, Ciner gibi gruplara güvenilemeyeceğini bilen, bu grupların siyasi iktidardan taleplerinin sonunun gelmeyeceğini yaşayarak gören ve bilen Erdoğan, kendi medyasını tuğla tuğla inşa etti. Kanal24 gibi sıfırdan bir televizyon kurmanın/kurdurmanın yanısıra Sabah-atv gibi grupları da iktidar marifetiyle kendi safına çekmeyi bildi. Bu arada AKP karşıtı yayın yapan Kanaltürk’ü de satın aldırarak hem kendisine muhalefet eden bir sesi susturdu hem de o kanaldan hükümet yanlısı yayın yapılmasını sağladı. Eski tabiriyle ‘Besleme Basın’ yeni deyişle ‘Yandaş Medya’ klasik literatürdeki söylenişiyle ‘İktidar Yanlısı’ medya, AKP iktidarının merkez komite yayın organı gibi faaliyet gösteriyor. Bu da gücünü/etkisini azaltıyor. Ve yine bu nedenle Türkiye’de egemen medyanın ana unsurları olan Doğan/Karamehmet/Ciner gruplarının yayın organları, AKP iktidarı açısından ‘düşman’, ‘susturulması gereken alanlar/mecralar’. Vergi cezası olsun, gazetecilere açılan davalar olsun, bu saldırıları başka türlü değerlendirmek mümkün değil. Siz yurttaşların yüzde 47’sinden fazlasının desteğini almışsınız, ama hala iki köşe yazarını tehdit olarak görüyorsunuz. Tüm kabadayı söylemine rağmen Erdoğan ve AKP iktidarı aslında kof bir iktidar. Medyatik alandaki faaliyet ve görünümleri bunu gösteriyor. Erdoğan ve AKP’nın demokrasi, hoşgörü, basın özgürlüğü gibi konularda da, Batılı, AB’ye aday bir ülkeden çok, Ortadoğu ülkelerinin rejimlerinde görülen eğilim ve yaklaşımları benimsedikleri anlaşılıyor.
Kısaca Doğan-Karamehmet-Ciner üçlüsüne bakacak olursak onların da aslında sıkışmış ve çözümsüz olduklarını anlıyoruz. ‘Vakti zamanında ne güzel anlaşıyorduk iktidarla’, ‘Al gülüm ver gülüm’ dönemi bitti artık. Ne var ki bu üçlünün aslında sanıldığı kadar muazzam bir mali/ekonomik/siyasi/kültürel güce/iktidara sahip olmadığı da belli oldu. Onların eski gücü, siyasi iktidarla iyi anlaşmaktan geliyordu/kaynaklanıyordu. Şimdi o kapı kapalı. Bu üçlünün ciddi bir AKP karşıtı muhalefet yapacak durumu da yok, çünkü memlekette böyle bir odak yok. CHP’ye endekslenmenin çok da hayırlı bir gelişmeye yol açmayacağını bilecek kadar tecrübeli bu holdingler. Üçlü çetenin bizim istediğimiz şekilde bağımsız, özgür bir gazetecilik yapacak ne isteği/iradesi ne de altyapısı var zaten. Bu nedenle Doğan’la Erdoğan eninde sonunda anlaşmak zorunda kalacak. Daha doğru bir deyişle siyasi iktidar bir şekilde medyatik iktidarın boynunu eğecek. Karşılıklı küçük ve orta çaplı tavizler verilmiş gösterilecek büyük bir ihtimalle. Taraf gazetesinin de bu aralar, Doğan/Erdoğan barışı için çaba göstermesi gözlerinizi yaşarttı mı? Yaşasın sınıfsız toplum, değil mi canım?

Mevcut çelişmeyi bu şekilde tahlil ediyorsak, bir gazetecinin takınması gereken tutum nedir? Siyasi iktidar mı yoksa medyatik iktidar mı? Bu ikileme sıkışıp kalan meslekdaşlarımızın çoğu ne yazık ki iki yanlış kutuptan birine kapılanmış durumdalar. AKP yanlısı medyada görev yapan gazeteciler, Ergenekon soruşturmasını da bahane ederek, AKP’yi demokrasi kralı ilan ediyor. Ayrıca sanki iktidar yanlısı medya tekel oluşturmuyormuş gibi Doğan Holdingin tekelci yapısından yakınıyor.
Üçlü çeteye mensup medya yöneticileri ve köşe yazarları ise çoğunlukla kendi işverenlerinin mağduriyetini, medyanın mağduriyeti gibi algılayıp, AKP ve Erdoğan’a karşı kendi patronlarını destekliyor. Vergi cezası siyasiymiş, haksızmış ! Sizin patronunuz AKP’yi gözü kapalı desteklerken o desteğin siyasi olduğunu yazabildiniz mi? Türkiye’de hangi büyük şirket vergi kaçırmıyor? Doğan holdingte kadrosuz çalışanlar hakkında iki satır yazamayanlar vergi cezasının adaletsizliğinden dem vuruyor.

İlginçtir, yeni öğrendim, bir dizi kapalı toplantıda, eş-dost muhabbetlerinde Doğan Holdingin kimi medya mensupları da, içten içe vergi cezasına seviniyorlarmış. Bu Truva Atları, içeride Aydın Doğan’a karşı Erdoğan’ı destekliyorlarmış. Eski solcu ve liberal olunca her türlü melanet olasıdır.

Gazetecilik gerçeğe ulaşma mesleği olduğu kadar muhalefet mesleğidir. Kamu çıkarını koruma, kollama, savunma ve geliştirme mesleğidir. İktidarı/iktidarları seviyorsanız reklamcı ya da halkla ilişkiler uzmanı olun, Başbakan’ın ya da bakanın basın danışmanı olun. Bunlar da kuralına uygun bir şekilde yapıldığında ciddi/onurlu mesleklerdir. Ama gazetecilikle karıştırılmamalıdır.

Gazetecilik korporatist eğilimlere de kapalıdır. Bu nedenle ‘onların siyasi iktidarına karşı bizim medyatik iktidarımızı savunalım’ refleksi de geçersiz. Düşünce-ifade-basın özgürlüğünü en çok tehdit eden iki güç, siyasi ve medyatik iktidardır. Bu nedenle ikisi kapıştığı zaman, tek doğru tutum, iki iktidara eşit uzaklıkta durup, ikisine birden muhalefet etmek olmalıdır. Kamu çıkarı açısından şu soruya doğru yanıt vermek gerekir: Doğan mı yoksa Erdoğan mı kamu çıkarı açısından daha olumlu?
Tahlilde temel kriter iktidar olmalı. Pratikte temel/ilkeli tutum da muhalefet olmalı.
Bizde böyle bir tutumu benimseyebilecek gazeteci olmadığını biliyorum. Türk egemen medyası iktidar müptelasıdır. Türk egemen medyasının yönetici ve kadrolarının büyük bir kısmı da kendilerini iktidar(lar)a endekslemiştir. Bu trajik durum biraz Türkiye gazetecilik ortamının eseri ise biraz da tek tek kadroların düzeyi ile ilgili bence. Sadece ortamı sorumlu tutmak doğru olmaz. Çünkü sözkonusu alanı/ortamı sonuç olarak büyük ölçüde insanlar yani kadrolar yani gazeteciler oluşturuyor, yaratıyor.

İki trajik soruyla bitireyim:
1- Bugün mevcut işini/mevkiini kaybedecek gazetecilerden yüzde kaçı ertesi gün aynı değerde bir iş ve mevkiye sahip olabilir acaba?
2- Bugünkü Türk egemen medyasında görev yapan gazetecilerden yüzde kaçı yarın Batı Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde aynı işi yapabilecek donanım, yetenek ve altyapıya sahip?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla