Ana içeriğe atla

DEMOKRASİ MAHKEMEDE

03/10/2008 tarihli Evrensel gazetesinde yayınlanan görüş
Siyasi parti kapanınca siyaset de kapanıyor mu?

Ankara İdaresi, 1925’den bu yana askeri yöntemlerle çözmeye çalışıp çözemediği Kürt meselesini, siyasi olarak da çözmek istemiyor. Siyasi çözüm, Kürt ulusunun/etnik grubunun sadece birey olarak değil, toplumsal bir kolektif olarak da varlığını ve haklarını yasal hatta Anayasal güvence altına alınmasını gerektirdiği için, resmi ideolojinin en önemli boyutu olan ulus-devlet anlayış ve uygulamasının teoride ve pratikte iflasını ilan edecek. Kürt meselesinin siyasal alanda, özellikle de yurttaşların seçim sonucu görevlendirdiği/yetki verdiği milletvekilleri aracılığıyla, TBMM’nde her türlü askeri, siyasi, ideolojik vesayetten bağımsız olarak, özgürce tartışılarak, demokratik-barışçı bir çözüme ulaşması -çok kolay ve çok yakında olmasa bile- mümkün. Ne var ki, böyle bir çözüm, Türk ulus-devletinin kilidi konumundaki Türk Silahlı Kuvvetlerinin, varlığını/anlam ve önemini büyük ölçüde kanıtlamaya çalıştığı bir alandan (‘bölücü terör örgütüne’ karşı mücadele) mahrum bırakacak. Bu nedenle de Kürt meselesini siyasi olarak çözmeye çalışan partiler eskiden beri kapatılmaktadır. Üstelik kapatılan partilerin listesine baktığımızda HEP, DEP, HADEP gibi Kürt siyasetçilerin yoğunlukta ve çoğunlukta olduğu siyasi partilerin yanı sıra TİP, TEP gibi Türk solunun siyasi örgütlerine de rastlıyoruz. Aslında sadece Kürt meselesi konusundaki tutum, politika ve eylem ile söylemleri nedeniyle bunca partinin cezalandırılıp kapatılmış olmasına rağmen, Kürt meselesinin Türkiye siyasi hayatının hâlâ en önemli, en acil sorunu olmaya devam etmesi bile, parti kapatmanın doğru bir yöntem olmadığını açıkça gösteriyor.
DTP’nin de kapatılması, aslında dolaylı olarak PKK’nin tezlerini güçlendirmesi açısından anlamlı. Siyaset ile silahlı mücadele ve özellikle son zamanlarda terör eylemleri arasındaki ters ilişki, kapatma kararı ile silahlı eylemlerin kimi çevrelerde meşruluğunu hatta haklılığını güçlendirebilir. PKK’nin hem silahlı hem de siyasal bir örgüt olarak salt siyaset yapmak isteyen kesimler üzerindeki hegemonyasını, ağırlık ve baskısını artırabilir.
DTP’nin kapatılması, Türkiye Cumhuriyetinin neredeyse kuruluş felsefesini oluşturan ‘irtica ve şekavete karşı mücadele’ tezinde de, esas ağırlığın şekavete verildiğini göstermesi açısından ilginç. Sadece AKP değil, AKP’nin yasaklanmasına, demokrasi adına karşı çıkan geniş kesimlerin, DTP vakasında ya kapatmayı talep eden ya da suskunluğu koruyan (ki o da aynı anlama gelir) tutum, bu kesimlerin çifte standardını, AKP’nin ikiyüzlülüğünü, Anayasa Mahkemesinin de kaçınılmaz olarak egemen/resmi ideolojik saiklerle hareket ettiğini göstermesi açısından önemli.
Demokrasi güçleri, aydın ve sanatçılar, mevcut güçleriyle, DTP konusunda, kapatılmaya karşı şartsız dayanışma, DTP’nin genel politikaları konusunda ise eleştirel destek verebilirler. ‘DTP, PKK’nin tezlerini inkar etsin’ ya da ‘DTP, PKK’yi terörist ilan etsin’ şeklinde formüle edilen ve empoze edilmeye çalışılan politika, mevcut güçleri, dengeleri ve Kürt meselesinin özünü kavramadığı ve kabul etmediği için çözüm getirebilecek bir politika değil. DTP’nin belki de en değerli yanı, şu veya bu şekilde PKK ile siyasal-ideolojik akrabalığının olması.
DTP, Kürt meselesinde çözümü, silahlı değil siyasi mücadele alanına daha çok çekebilir, tedavül ettirebilirse demokrasi açısından daha başarılı olabilir. Üstelik sorun sadece mücadele yöntemiyle ilgili değil. DTP gibi bir partinin, AKP, ABD, Ortadoğu ve sol ideoloji konularında da PKK’den daha anlamlı, daha ayağı yere basan politikalar üretmesi gerekiyor. O zaman muhalefetin, solun, aydın ve sanatçıların daha güçlü desteğini de kazanabilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet gazetesi de Türkiye Cumhuriyeti gibidir:

  Kadim iktidar sahibi ama Cumhursuz ve bağnaz!   * Atatürk’ün emriyle kurulan Cumhuriyet gazetesi 100 yaşına bastı. Mustafa Kemal Atatürk ve T.C için olduğu gibi Cumhuriyet gazetesi için de şimdiye kadar elle tutulur, ciddi, çok yönlü, eleştirel perspektifli akademik ya da mesleki bir yayın yapılamadı. Ragıp Duran Cumhuriyet gazetesi hakkında şimdiye kadar yayınlanmış çeşitli yayınların çoğunu okudum. Büyük bir kısmı tek yanlı bir Kemalizm güzellemesi şeklinde kaleme alınmış. Kuşkusuz 100 yıllık tarihinde bu gazetenin gerçekleştirdiği sınırlı sayıda da olsa olumlu siyasi ve medyatik etkinlikler yok değil. Mesela Yaşar Kemal’in Anadolu röportajları. Ya da CUMOK’un ilk baştaki girişimleri. Okay Gönensin’in taslağını hazırladığı Vakıf yapısı. Celal Başlangıç’ın Kürt bölgesi haberleri… Cumhuriyet gazetesi herhangi bir günlük gazete değil. Adı, tarihi, mülkiyeti, yapısı, yayın politikası büyük ölçüde Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet rejimi (1923-2002)   ile neredeyse özdeş. Gaze

Midilli’den İzlenimler: Ada değil Memleket…

  * Kitap tanıtım toplantısı bahanesiyle Türkiye’den gelen kırk yıllık arkadaşlarımla şahane 5 gün yaşadım Midilli’de. Eski ve yeni fotograf kareleri… Ragıp Duran Midilli, Ege’de Türkiye’nin hemen yanı başında kocaman bir ada. İzmir, Ayvalık ya da Dikili’den motorla en fazla 1 saatte ulaşıyorsun.   Benim Yunanca kitabımın tanıtım toplantısı için Midilli’de göçmenlerle çalışan Birarada Derneğinin davetlisi olarak adaya vardık. Yayıncım Yorgo Giannopoulos, ben ve Yiğit Bener, ‘’Selanik Sürgünü’’ kitabının Midilli’deki tanıtım toplantısında 23 Mayıs 2024 Ben 15-20 sene önce, birisi Türkiye-Yunanistan Defne Dostluk Derneği ile ikincisi mektepten arkadaşlarımla gezmeye Midilli’ye gitmiştim. Öyle turistik bir Yunan adası değil. Dağları tepeleri, yeşil vadileri olan güzel bir kara parçası. Son zamanlarda Türkiye’den günde 4-5 motorla yüzlerce turist geliyor. Ada halkı özellikle de esnaf memnun. Çünkü, ‘ ’Türkiye’den gelenler bize (Yunanlılara) çok benziyor. Alman, İngiliz ya da Fran

Ümit Kurt - Kanun ve Nizam Dairesinde / SOYKIRIM TEKNOKRATSIZ OLMUYOR!

  *Kurt’un son çalışması, bir çok yeni gerçeği belgeleriyle su yüzüne çıkarıyor. M.R.Mimaroğlu örneği,   sadece 1915’i değil günümüzü de açıklıyor.   Ragıp Duran   Tarih kitaplarının amatör bir okuru olarak, bizim kuşak, Kürt Meselesini İsmail Beşikçi’nin, Ermeni Meselesini de Taner Akçam’ın çalışmalarından öğrendi.   1915 Ermeni Soykırımı Araştırmalarının öncüsü olan Akçam’ın açtığı yolda ilerleyen tarihçi Kurt, bir önceki kitabında soykırımın Antep somutunda hem mikro analizini yapmış hem de yerel eşrafın (Aktörlerin) konum ve katkısını incelemişti.   Son çalışması olan ‘’Kanun ve Nizam Dairesinde’’ (Aras, 2023, Istanbul, 255 s.) ise, orta hatta üst düzey bürokrat Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun (1878-1953) mesleki ve siyasi yaşamını irdelerken, 1915’in bürokrasi boyutunu sergiliyor. Kurt’un kitabını okurken altını çizdiğim bir kaç özellik var: * Akademik çalışmalarının bir bölümünü Kudüs’de gerçekleştirdiği için Kurt, 1915 ile Holokost   arasındaki benzerlik ve farklılıkla