Dicle haber Ajansının sorusuna yanıt
Sansürün resmen kaldırılmasının 100. yüzyıldönümünde ne yazık ki hala gerçek anlamda bir düşünce, ifade ve basın özgürlüğüne ulaşamadık. Abdülhamid gitti ama yerine sağcı/milliyetçi/militarist bir ulus-devlet geldi. Resmi ideoloji olan Kemalizmin, Kürt, Ermeni, İslamiyet ve özellikle de ordu konusundaki tabuları son zamanlarda nispi bir gevşeme/yumuşama göstermesine rağmen, Türkiye adliyelerinde ve cezaevlerinde bugün hala düşünce ve yazıları nedeniyle yargılanan gazeteciler var. Mevcut mevzuat, dört büyük tabu olan Kürt-Ermeni-İslamiyet ve Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında bazı görüş ve fikirlerin açıklanmasını yasaklıyor, cezalandırılıyor. İnternet’de Kürt sitelerine ulaşım mahkeme kararıyla yasaklanmış durumda. Atatürk hakkında gayrı resmi düşünceye paralel olmayan yaklaşımlar da mahkeme hatta yaptırım konusu olabiliyor. Türkiye’de hala gazeteler kapatılıyor,
dergiler yasaklanıyor. Bu siyasi/ideolojik kısıtlamaların yanısıra medya alanında oluşan oligopolistik yapı, basın emekçilerinin sendikasızlaştırlması otosansürü güçlü ve yaygın hale getirdi. Ne yazık ki Türkiye toplumunun önemli bir bölümü bilgiye özgürce ulaşmak için henüz yeterli bir mücadele veremedi. Türk devlet yapısının merkeziyetçi ve tahakkümcü nitelikleri, gerek devlet gerekse hükümet aleyhindeki ya da bu iki kurumu sorgulayan yaklaşımların ifade edilmesini/yayınlanmasını/yaygınlaştırılmasını, kah ceza kanunları kah aslında pek de yasal ve meşru olmayan uygulamalarla engelliyor.
Halen iktidarda bulunan AKP yönetimi de, ‘sadece kendine Müslüman olduğu’ için temel hak ve özgürlükler ile İnsan Haklarını son derece dar ve ayrımcı bir çerçeveye oturtmuş durumda. AKP’nin neo-liberal biraz da kasaba taciri yaklaşımı, muhalif ya da farklı medya organlarını yandaşlarına satın aldırarak susturmak yönteminde tezahür ediyor.
Düşünce, ifade ve basın özgürlüğü, bir yandan özgürlükçü bir hukuki altyapı gerektiriyor bir yandan da tüm toplumun demokratik ve özgürlükçü bir zihniyeti içselleştirmesini talep ediyor.
(son/RD)
Sansürün resmen kaldırılmasının 100. yüzyıldönümünde ne yazık ki hala gerçek anlamda bir düşünce, ifade ve basın özgürlüğüne ulaşamadık. Abdülhamid gitti ama yerine sağcı/milliyetçi/militarist bir ulus-devlet geldi. Resmi ideoloji olan Kemalizmin, Kürt, Ermeni, İslamiyet ve özellikle de ordu konusundaki tabuları son zamanlarda nispi bir gevşeme/yumuşama göstermesine rağmen, Türkiye adliyelerinde ve cezaevlerinde bugün hala düşünce ve yazıları nedeniyle yargılanan gazeteciler var. Mevcut mevzuat, dört büyük tabu olan Kürt-Ermeni-İslamiyet ve Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında bazı görüş ve fikirlerin açıklanmasını yasaklıyor, cezalandırılıyor. İnternet’de Kürt sitelerine ulaşım mahkeme kararıyla yasaklanmış durumda. Atatürk hakkında gayrı resmi düşünceye paralel olmayan yaklaşımlar da mahkeme hatta yaptırım konusu olabiliyor. Türkiye’de hala gazeteler kapatılıyor,
dergiler yasaklanıyor. Bu siyasi/ideolojik kısıtlamaların yanısıra medya alanında oluşan oligopolistik yapı, basın emekçilerinin sendikasızlaştırlması otosansürü güçlü ve yaygın hale getirdi. Ne yazık ki Türkiye toplumunun önemli bir bölümü bilgiye özgürce ulaşmak için henüz yeterli bir mücadele veremedi. Türk devlet yapısının merkeziyetçi ve tahakkümcü nitelikleri, gerek devlet gerekse hükümet aleyhindeki ya da bu iki kurumu sorgulayan yaklaşımların ifade edilmesini/yayınlanmasını/yaygınlaştırılmasını, kah ceza kanunları kah aslında pek de yasal ve meşru olmayan uygulamalarla engelliyor.
Halen iktidarda bulunan AKP yönetimi de, ‘sadece kendine Müslüman olduğu’ için temel hak ve özgürlükler ile İnsan Haklarını son derece dar ve ayrımcı bir çerçeveye oturtmuş durumda. AKP’nin neo-liberal biraz da kasaba taciri yaklaşımı, muhalif ya da farklı medya organlarını yandaşlarına satın aldırarak susturmak yönteminde tezahür ediyor.
Düşünce, ifade ve basın özgürlüğü, bir yandan özgürlükçü bir hukuki altyapı gerektiriyor bir yandan da tüm toplumun demokratik ve özgürlükçü bir zihniyeti içselleştirmesini talep ediyor.
(son/RD)
Yorumlar