Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Şarkın Garp Istırapları

İki Dünya Arasında  ·           Edirne-Hakkari hattında iktidar bir çok şeyi istediği gibi tasarlayıp yaratmış gibi yapıyor ama milli ve yerli sınırları bir santim geçince bambaşka bir manzara çıkıveriyor karşımıza. Kaktüse kızmayın, çölde başka ne yetişir ki? Paris – Beş kişiler. Kırk yıldır birbirlerini tanıyorlar. Mektepten, mahalleden, işyerinden. Halen diplomat (D), gazeteci (G), akademisyen (A), çevirmen(Ç) ve tüccar(T) kimliğine sahipler. Meslekleri gereği yurtdışıyla yoğun ilişkileri var. Akademisyenle diplomat üniversite eğitimini zaten yurtdışında yapmışlar. Gazetecinin eşi Fransız. Bir tesadüf eseri geçenlerde Boulevard Saint-Michel’de bir kahvede bir araya geldiler.   T- Sen şarap söyledin ama keşke rakı içebilseydik, şööle Boğaz kıyısında… G- Oğlum bir hafta oldu buraya geleli, senin de hemen Türklüğün azdı Ç- Ben ne zaman Paris’e gelsem bizim çocuklar beni hep kebabçıya götürür D- Ankara’dan resmi heyetler geldiğinde onlar da hemen Türk lokantası sorar ya

ANKA KUŞU

·       10 yıl sonra Renaud stüdyoya girdi: Bunalımlarını, düş kırıklıklarını, terörist saldırıları, yaş günlerini,  oğlunu, torununu anlattı. Bir de Kelimeleri… Fransız anarşist chanson geleneğinin yaşayan en önemli şarkıcısı Renaud’nun, belki de 10 yılı aşkın bir süredir beklenen yeni CD’si, galiba dört aylık gecikme ile, 8 Nisan günü piyasaya çıktı. Bunalımlardan yalnızlıklara, içe kapanmalardan kaybolmalara uzanan bu son on yıl içinde, meslekdaşları ve hayranları aslında Renaud’yu hiç yalnız bırakmadı. Yirmiden fazla şarkıcı, stüdyoya girdi, ‘La Bande à Renaud’ (Renaud’nun Çetesi) başlığı altında 2 CD’de Renaud şarkılarını söyledi. Hayranları ise RRS (Reviens Renaud Séchan- Renaud Sechan Geri Gel) başlığı altında bir kampanya yürüttü. Renaud, çalkantılı özel hayatında (Ki neredeyse her aşaması bir albümüne tekabül eder), ‘Fransa’nın En Sevilen Şahsiyeti’ de seçildi, ‘Tütün ve pastis (Fransız rakısı) müptelası’ da oldu.  İlk eşi Dominique’den (Ma Gonzesse) boşandıkta

ANKA KUŞU GİBİ…

Ben bu gazetenin ilk Genel Yayın Yönetmeni olduğumda doğan çocuklar bugün 24 yaşında. Neredeyse bir kuşak geçmiş. Bu gazete Tansu Çiller döneminde bombalandı. Bu gazetenin muhabirleri, yazarları, dağıtıcıları sokak ortasında kurşunlandı. Bu gazete yasaklandı, toplatıldı, kapatıldı. Bu gazete kimi zaman isim değiştirmek zorunda kaldı. Ama aynı zaman dilimi içinde, bu gazete mesela Beyoğlu’nda Türkiyeli aydınların elinde sokakta dağıtıldı. Bu gazetede Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türk devletini bir çok kez mahkûm ettirdi. Bu gazete dünyanın önemli medya organlarında övüldü, uluslararası medya kuruluşları ve gazetecilik meslek örgütlerinde desteklendi. Bu gazete, Kürdistan’ın kent, kasaba ve köylerinde oğullarını kızlarını merak eden analar babalar tarafından heyecanla, sevinçle kimi zaman da hüzünle okundu. Kupürler kesildi, çerçevelendi, duvara asıldı. Bu gazete, sadece Kürtlerin değil, mülksüzlerin, solcuların, garibanların, LGBTİ bireylerin, Alevilerin, kadınla

Erdoğan medyaya karşı neden baskıcı?

  Hükümet medyaya baskıyla, bir süre belirli bir kesimi etkilemek mümkün; ilelebet ve herkesi ikna etmekse imkansız. Sonunda, gerçek su yüzüne çıkar. Türkiye, 1831’de ilk günlük gazete yayınlandığından bugüne, hiçbir zaman gerçek anlamda bağımsız ve özgür gazetecilik yapılamadı. İlk gazeteciler Padişah’ın maaşlı memurlarıydı. Gazetecilik, devletin bir yan kuruluşu olarak işlev gördü. Bugün, 185 yıl sonra bile, işin esası çok fazla değişmedi: Türk medyası hâlâ bağımsız ve özgür değil. Çünkü bugün tüm medya organlarının mülkiyetine, dolayısıyla yayın politikalarına baktığımızda, yüzde 90’lara varan oranda, doğrudan ya da dolaylı olarak iktidarın imzası sırıtıyor. Erdoğan’ın Saray’ı, aleyhindeki gerçeklerin yayınlanmasını önlemek için, çoğu zaman hukuka aykırı ve gayrı meşru yöntemlerle, medyanın üzerine çok ağır baskılar uyguluyor. Klasik sansür ve otosansürün yanı sıra, devlet, yandaş şirketlere medya mülkiyeti temin etmek (ATV ve Sabah’ın kamu bankası kredileriyle

'YAYIN YASAĞI GAZETECİYİ BAĞLAMAZ'

 MEDYA GÜNLÜĞÜ söyleşisi 11 Nisan 2016 Pazartesi  |   MG ÖZEL "Gazetecilik, esas olarak kamu çıkarı, yani toplumun iyiliği, bilgi ve deneyim zenginliği, sağlığı ve güvenliği için icra edilen bir meslek. Bu yaklaşımı benimsemiş olan medya organları ve yöneticileri, siyasi, ideolojik, dini, felsefi kişisel ya da toplumsal önyargılarından arındıkları ölçüde, kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi için çaba harcıyor...  Medya Günlüğü'ndeki "Pazartesi Söyleşileri" için fikirlerine danıştığımız usta gazeteci Ragıp Duran'ın bu tanımı, mesleği anlatmak üzere verdiğimiz mücadelelerin neredeyse tümüne özet niteliğinde. Ona göre, en iyi gazetecilik ise "barış zamanında" yapılıyor. Duran, "şiddet zamanında, taraflardan birinin safına geçerek" yapılan haberler için de "kolay gazetecilik" tanımlaması yapıyor ve ekliyor:  "Zor olan, şiddet uygulayan iki tarafa eşit uzaklıkta durup, barışı talep eden ve barışın gerekliliğini aktar

Cinsel Tacizde Medyanın Rolü

İktidar sözcülerinin tacize adı karışan bir Vakfı savunmaları nedeniyle gündeme yerleşen çocuk tacizleri ve medya  konusunda HilalTV Haber sitesinde yayınlanan söyleşi metni- RD ------------------------------------------------------------------------------------------------------------ Çocuk istismarı ve taciz olayları ne yazık ki tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de çok sık rastladığımız bir konu olmaya başladı. Evet belki hep vardı ama bu kadar gündeme gelmiyordu. Taciz haberlerinin gündeme bu kadar çok gelmesi  iyi ya da kötü tartışılabilir ancak medyanın bu tarz haberleri servis etme yöntemi oldukça önemli bir konu. Taciz olaylarının artmasında gerek yazılı gerek görsel basının etkisi var mı? Varsa bunun önüne geçmek için ne gibi önlemler alınmalı? Özellikle çizgi filmlerde yaygın olarak kullanılan subliminal mesajların taciz olaylarına etkisinden söz etmek mümkün müdür? Gazeteci ve medya eleştirmeni Ragıp Duran ile konuştuk. Ragıp Duran'a göre medya, çocuklar