Ana içeriğe atla

Ne Doğan, ne Erdoğan!

(28 Eylül 2008 Pazar tarihli Birgün'de yayınlanan yazı)


AKP de, Doğan grubu da ‘Benim dediğimi yapacaksın!’ diyor. Şimdilik ikisi de yapmıyor. Ama sonunda biri geri adım atmak zorunda kalacak. Aydın Doğan’ın Başbakan olacak hali yok. Ama Recep Tayyip Erdoğan, şimdilerde başarısız, muhteris bir medya patronu kılığında. Üstelik iktidarda olan bir siyasi partisi de var…



Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Doğan Holding Başkanı Aydın Doğan arasında bir süredir devam eden gerginlik/çatışma/savaşı 5 temel noktadan/boyutuyla değerlendirmeye çalışalım:

TARAFLAR:

Erdoğan gerek sınıfsal, gerekse ekonomi-politik düzlem açısından kimi, neyi temsil ediyor? Keza Aydın Doğan bu çelişmede hangi kimliği ile mücadele ediyor? Aslında hem bizzat kendisi bir burjuva olan ve aynı zamanda basın burjuvazisinin sözcüsü konumundaki Mehmet Barlas, bir röportajında tarafları Anadolu Burjuvazisi/Istanbul Burjuvazisi olarak tanımladı. Siyasi başkent Ankara’nın kılık kiyafet değiştirmesi sonucunda, devletin/hükümetin bir süredir gelişmekte olan Anadolu burjuvazisini desteklediğini öne sürdü. Barlas’ın ince ve gerçekmiş gibi görünen bu tahlili doğru değil. Çünkü bir kere burjuvazi coğrafi kriterlere göre kategorize edilmez. Çalışma alanına (Sanayi burjuvazisi, Ticaret burjuvazisi...vs...), iş hacmine (Küçük, Orta ve Büyük) ve belki de global kapitalizmle ilişki türüne göre (Komprador ya da Milli) olarak sınıflandırılabilir. Barlas, burjuva sınıfı içinde gerileyen ve yükselen kesimler diye bir niteleme yapmış olsaydı yanlış olmazdı. Barlas’ın Anadolu/Istanbul ayrımı, Erdoğan/Doğan kapışmasına nispeten meşru, masum hatta haklı bir görünüm veriyor. Erdoğan’ın da Doğan’ın da burjuva olduklarını herkes kabul ediyor. Hatta sözkonusu iki kişi belki de Türkiye’nin en zengin iki burjuvası! Konumlarını, işlev ve tutumlarını doğru bir şekilde değerlendirecek olursak, Erdoğan’ın SİYASİ İKTİDAR’ın, Doğan’ın da MEDYATİK İKTİDAR’ın sözcü ve temsilcileri olduğunu görebiliriz. Çatışma, genel, klasik bir medya/siyaset çatışması değil. İki alanın iktidarlarının kapışması. Dolayısıyla da esas olarak tepede bir iktidar kavgası. Doğan, Başbakan’a yazdığı bir mektupta ‘iş adamı ve yayıncı kimliğini’ hatırlatmakta yarar görmüş, dolayısıyla açık/gizli tehditini Erdoğan’a iletmiş durumda. Erdoğan, ise AKP’nin geçmiş hükümetler gibi medya gruplarının her dediğini yapmadığını savunuyor. Erdoğan’ın açıklamasında bir eksiklik var. Erdoğan artık Doğan Medya Grubunun her dediğini yapmıyor. Yoksa, Albayraklardan Zaman Grubuna, Kanal 7’cilerden Yeni Şafakçılara kadar medya dünyasının yeni baronları olmaya aday grupların siyasi, ekonomik, mali talepleri konusunda şimdiye kadar herhangi bir pürüz çıkmadı. En canalıcı örnek, Başbakan’ın Doğan’ın Mersin’de rafineri talebine ‘Olmaz, çünkü bu kolaylığı Çalık grubuna sağlayacağız, söz verdik, Putin’le Berlusconi de işin içinde’ diyerek medya gruplarına değil Doğan Medya Grubuna karşı olduğunu açıkça ilan etmiş oldu.



NEDEN ÇATIŞIYORLAR?

Türkiye’deki medya mülkiyetinin yapısı, yani medya işverenlerinin gazetecilik/habercilik/yayıncılık faaliyetlerinin dışında ve yanısıra sinai, ticari ve mali başka bir çok alanda da etkinlik göstermesi, medya gruplarını siyasi iktidara (Devlete ve/veya hükümete) bağımlı hale getiriyor. Ya da en azından siyasi iktidara karşı açık, net bir muhalefet yürütüp kamu çıkarını savunmasını önlüyor. Bankası, müteahitlik şirketi, telekomünikasyon firması sahibi olan medya işverenleri, Türkiye ekonomisinin halen büyük ölçüde devletçi bir ekonomi olması ya da en azından devletin tüm ekonomik/ticari/mali faaliyetlerde sadece bürokrasi aracılığıyla bile olsa egemen olması nedeniyle, siyasi iktidarla iyi geçinmek zorunda. AKP iktidara yeni geldiği dönemde Cem Uzan’ın Star grubunun başına gelen felaket (Bir gecede gayrı kanuni ve gayrı meşru bir şekilde Uzan’ın 200 şirketine el kondu ve popülist-milliyetçi muhalefet yapmaya çalışan Star grubu susturuldu) aslında daha o zaman tüm medyaya verilmiş bir mesaj bir gözdağı idi. Nitekim AKP iktidarının ilk dört yılında siyasi iktidar ile medyatik iktidar nispeten iyi anlaştılar, anlaşıyorlardı. İktidar kavgasında, demokrasi yoksunu Erdoğan bir yandan her istediğini yapacak ve yaptıracaktı bir yandan da tüm medyanın kendisine biat etmesini istiyordu. Biat’ı sağlamak için de çoğu zaman gerekli düzenlemeleri sağladı. Mesela Doğan grubunun Poaş vergi borçlarını olağanüstü indirime tabi tuttu. Karşılığında yerel seçimlerde Doğan grubunun desteğini de aldı. Unutmayalım Cumhuriyet mitinglerinde ‘Bir Doğan alana bir Erdoğan bedeva’ sloganı revaçtaydı. Oysa ki AKP iktidara gelmeden önce Hürriyet’in iki popüler uyazarı Altaylı ve Çölaşan, Erdoğan’ın açtığı hakaret ve tazminat davalarına hedef olmuştu.



NEDEN ŞİMDİ ÇATIŞMA?

Balayı bitti çatışma başladı. Çünkü uzun vadede Doğan grubunun desteğine haklı olarak güven duyamayan Erdoğan, AKPli işadamlarının eliyle iktidara yakın bir medya bloğu oluşturdu. (Star gazetesi, Bugün, Kanal 24, Yeni Şafak...vs...). Bu medya bloğunun da kaçınılmaz olarak siyasi iktidardan beklentileri oldu. Öte yandan Hilton ve rafineri talepleri geri çevrilen Doğan Holding, Abdullah Gül’ün Çankaya’ya çıkmasından itibaren hem TÜSİAD hem de yayın organları marifetiyle AKP iktidarından uzaklaşmaya başladı. Siyasal ve ekonomik çelişkiler üstüste gelmişti. AKP’nin yüzde 47 küsur seçmen desteğine rağmen ikinci iktidar dönemi hiç de parlak başlamadı. Başörtüsü değişikliği Anayasa Mahkemesinden döndü, Gül’ün Cumhurbaşkanlığı tartışmalı hale geldi. Parti’ye kapatılma davası açıldı. Şaban Dişli ardından Deniz Feneri son olarak da 2 numara Mir Dengi’nin ticari yolsuzluk iddiaları, AKP’yi köşeye sıkıştırdı. Memlekette ciddi ve tutarlı bir ana muhalefet partisi bulunmadığı için, Doğan grubu belki de istemeden ama mecburen muhalefet odağı olmak durumunda kaldı. Erdoğan, Doğan’ın taleplerinin artık istiap haddini aştığına karar vermiş olacak ki, Hilton ve rafineri konusunda ‘Niet!’ dedi. Dört yıllık AKP destekçiliği Doğan grubu yayınlarına pek fazla bir şey kazandırmamıştı. Yazı İşlerindeki çekmecelerde saklanan yolsuzluk ve skandal dosyalarının sayısında da gözle görülür bir artış saptandı. İki taraf da rakibe karşı yeterince silah/koz stoğunu tamamlamıştı. Yükselen yeni iktidar yanlısı medya da Doğan grubunun liderliğini sarsarken, yaklaşan yerel seçimlerde iktidarın medya desteğine ihtiyaç duyacağını hesaplayan Doğan grubu stratejistleri Aydın Doğan’ı Erdoğan’ın üzerine saldı. Geçmişte de zamanlaması doğru yapılan, hamleleri keskin olan ataklarda sonuç almışlardı. Salvo...



NASIL ÇATIŞIYORLAR?

Her iki tarafın savaş taktik ve stratejilerini incelediğimizde, Erdoğan’ın yalınkılıç, lumpen, kabadayı bir uslup benimsediğini, Doğan’ın ise basın özgürlüğü gibi ulvi bir kavramın arkasına saklanıp, elindeki kozları daha temkinli kullandığını göruyoruz. Erdoğan’ın en büyük hatası – ki bunu ilk defa yapmıyor, geçmişte hem Uzan’a hem de BBC ve Reuter’s’a karşı da isim vererek polemiğin açıkça bir tarafı olmuştu- Aydın Doğan’ı doğrudan muhatap alması oldu. Bir Başbakan ana muhalefet lideri ya da bir siyasi parti ile muhatap olur ama medya grubu başkanıyla olmaz. Çünkü medya grubunun rakibi siyasi bir parti olamaz olsa olsa bir başka medya grubu olabilir. Geçmişte de başka ülkelerde de benzeri bir şekilde medya/siyaset ya da medyatik iktidar/siyasi iktidar kapışmaları olmuştur ama herhangi bir Başbakan’ın herhangi bir medya işvereneni Erdoğan’ın yaptığı gibi doğrudan muhatap aldığı, onunla senli benli polemiğe girdiği görülmüş/duyulmuş bir hadise değil. Bu polemiği AKP’nin İletişim Sorumlusu, kendisi de İletişim Profesörü olan Edibe Sözen başlatıp yürütebilirdi mesela. Anlaşılan Prof. Sözen’in başka meşgaleleri var...Doğan’ın taktiklerinde uslup ve tarz, daha medeni olmasına rağmen, medyatik iktidarın siyasi iktidara meydan okuması bir gariplik yarattığı için, yanlış adam/yanlış yöntem ilkesi Doğan için de geçerli oldu. Üstelik Türkiye’nin en sevilen gazete patronları listesinde öyle çok da tepelerde olmayan Doğan (Bu konuda Özkök’ün katkılarını saygıyla anmak gerek), çatışmada kendisine en yakın ve neredeyse yapısı gereği doğal müttefik olabilecek kesimleri bile kazanamadı. İslamcı ve iktidar yanlısı medya dışındaki gruplar Doğan/Erdoğan çatışmasında, Erdoğan’a haklı olarak karşı çıksalar da, açıkça Doğan’ın yanında saf tutmadı. Bu arada Doğan Holding’in borsadaki hisselerinin değer kaybetmesi anlamlı. Keza Erdoğan’ın boykot çağrısından sonra Doğan grubu gazetelerinin tirajını artırması da boomerang etkisinin gücünü gösteriyor.



BUNDAN SONRA NE OLABİLİR?

Önce teorik bir saptama: Tarihte ve hiç bir ülkede medyatik iktidar, siyasi iktidarı tek başına devirememiştir, yapı/doğa olarak da zaten deviremez. Çünkü Aydın Doğan, siyasi parti lideri değil ve gözü de Başbakanlık koltuğunda değil. Medyatik iktidarın bizatihi siyasi bir gücü yoktur. Medyatik iktidar, siyasi iktidara ya da siyasi desteğe bağlı olarak siyasi arenada bir güç oluşturabilir, bir anlam kazanabilir. Şimdi mevcut siyasal konjonktüre bakalım: AKP halen seçmenlerin çoğunluğunun desteğine sahip. Evet tökezliyor ya da zayıflıyor olabilir ne var ki kimse bugün AKP iktidarını çöküşün eşiğinde gösterebiliyor. Gerek iç gerekse dış dinamikler, AKP’nin hem bir süre daha iktidarda kalabileceğini gösteriyor, hem de Doğan grubunun saldırılarından ağır yaralar almayacağını söylüyor. Buradaki en önemli faktörlerden biri gerek AKP’yi siyasi arenada zorlayabilecek muhalif bir alternatifin bulunmaması, gerekse de Doğan grubuna önemli siyasi ve medyatik destek verebilecek bir alternatifin bulunmaması. Mevcut durum böyle değil de tersi olsa idi, yani mesela AKP hızla parçalanmaya, çöküşe gitse, iç ve dış desteklerini bir bir yitirse, bunun yanısıra toplumun çoğunluğunun desteğini alan sıkı, güçlü, tutarlı bir muhalefet partisi ilk seçimlerde tek başına iktidara gelebilecek hissi verebilse, Doğan grubunun her medyatik saldırısı, AKP’nin siyasi çöküşünü hızlandırabilirdi. Önümüzdeki dönemde siyasi dengelerde olağanüstü bir değişiklik olmaz ise (Burada TSK’nın konuyla doğrudan ya da dolaylı ilgisini izlemek gerek) Erdoğan/Doğan çatışmasının iki olası sonucu gerçekleşebilir. Zayıf olan birinci ihtimal, Doğan grubu gemi azıya alıp AKP iktidarına karşı topyekün bir saldırıya geçerse, Erdoğan’ın son yöntem olarak sorunu mesela Uzan formülüyle çözmesi gündeme gelebilir. İkinci ve güçlü olan ihtimal ise Erdoğan/Doğan arasında geçici bir mütareke. Karşılıklı tavizler verilebilir. Mesela ‘Hilton olmaz ama size Hollyday İnn arsasından bir şeyler verelim’ ya da ‘Mersin’de Çalık’la anlaşın beraber girin bu olaya’ türünden ödünler verebilir siyasi iktidar. Bunun karşılığında da, ‘Biat etmem diyen Aydın Doğan’dan 25. sayfada tek sütuna 5 cm’lik bir tekzip talep edilebilir. O tekzip hiç yayınlanmaz aslında ama işlerin tıkırında gidebilmesi için belki de çoktan yayınlanmıştır. Ne demişti Doğan? ‘Bizim devletle bir sürü işimiz var’.



KAMU VE YURTTAŞ ÇIKARI

Son bir nokta da yurttaş ya da kamu çıkarı açısından önemli: Hilton arazisinin ya da Mersin rafinerisinin sokaktaki yurttaşın çıkarıyla herhangi bir ilişkisi var mı? Türkiye’nin en zengin iki şahsiyeti kapıştığında yoksullar iki zenginden birini mi tutacak? Bu tartışmada basın özgürlüğü sözcüğünü kullanma nezaketsizliği da kala kala Aydın Doğan’a kaldı. AKP ile iyi geçindiğiniz dönemde, hasıraltı ettiğiniz muhalefet haberleri ve işten attığınız gazeteciler basın özgürlüğüyle ilgili değil miydi?

Bir Doğan alana bir Erdoğan versinler yine...Erdoğan alana da Doğan verirler yakında.

Ne Doğan, ne Erdoğan!

Siyasi iktidar değil, siyasi muhalefet istiyoruz!

Medyatik iktidar değil, medyatik muhalefet istiyoruz!

Yorumlar

Murat AYGEN dedi ki…
Ziya ul Hak ve Noam Chomsky Türkiye’ye ilk geldiklerinde Muhammed Ali Clay gibi karşılanmışlardı. Ziya’nın açtığı yolda bugün Abdelfettah el-Sisi yürümektedir. Chomsky ise NATO'nun Türkiye’ye askerî müdahalede bulunması gereği üzerine F. Gülen ile hemfikirdir. Şu iki saptamayı DOĞAN MEDYA aslâ yapmaz.

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd