Ana içeriğe atla

Kayıtlar

YENİDEN ÖZGÜR GÜNDEM GAZETESİ…

(Sabah gazetesinin sorularına yanıtlar) - Özgür Gündem’in 1992 yılındaki çıkış amacı neydi? ÖG, o dönem yükselmekte olan Kürt hareketi ile Türkiye’deki sol-demokratik muhalefeti bir araya getirip, mevcut yerleşik iktidar ve resmi muhalefetin karşısında üçüncü bir ses olmayı amaçlıyordu. - Mali desteği kim tarafından karşılanıyordu? Ö.G’nin mali kaynağı, gazetenin iki patronu Yaşar Kaya ve Serhat Bucak’ın koordinasyonunda, yurtiçinde ve yurtdışında yaşayan on kadar Kürt işadamı tarafından karşılanıyordu. - Kaç sayfaydı ve içeriği neydi? Haber ve reklam/ilan kapasitesine göre sayfa sayısı değişiyordu. Ayrıca o dönem piyasada kağıt sıkıntısı nedeniyle zaman zaman ancak 8 sayfa çıkartabildiğimizi hatırlıyorum. İçeriği, Kürt hareketinin ve Türkiye sol muhalefetinin siyasi, ideolojik, toplumsal, kültürel, askeri boyutlarıyla ilgili haber, röportaj, inceleme ve köşe yazılarından oluşuyordu. - Ne kadar süreyle yayın hayatına devam etti? ÖG, Türkiye basın

Askeri vesayeti Kürt hareketi kırdı

ÖZGÜR GÜNDEM SÖYLEŞİSİ İnci HEKİMOĞLU 11.04.2011 Askeri vesayeti Kürt hareketi kırdı AKP’nin dokuz yıldır iktidarda kalmasını sağlayan en önemli vaadi Türkiye’nin kemikleşmiş sorunlarını çözmekti. Bunların başında da “Kürt sorunu”, kişi hak ve özgürlükleri ile askeri vesayetin kaldırılmasıydı. Bir kez daha iktidara gelme hazırlığındaki AKP’nin dokuz yıl sonra neredeyse yine aynı vaatlerle oy isteyebilmesini sağlayan faktörlerin sosyolog ve sosyal psikologların analizine ihtiyaç bırakması ayrı bir gerçek. Daha görünür olanı ise; Kürt halkının taleplerine bugün de gaz bombaları ve coplarla karşılık verilmesi, milletvekillerinin yerlerde sürüklenmesi, gazetecilerin tutuklanması, kitapların yasaklanması ve AKP karşıtı herkesin bir gün bir “terör örgütü” çuvalına sokulacağı endişesi taşıması. Böyle bir ortamda seçim sürecine girerken, Ragıp Duran’ın “Kürt gazeteciliğinde milat” diye tanımladığı Özgür Gündem gazetesi, 17 yıl sonra yeniden hayat buldu. Yine Duran’ın ifadeleriyle “siyasi vey

ESKİ GAZETECİ YENİ MİLLETVEKİLİ AL BİRİNİ…

• Seçim kampanyası canlanırken, gazeteci olarak tanınan bazı şahsiyetler, özellikle iktidar partisinin listelerinden milletvekilliğine soyunuyor. Gazetecilik çok politik bir meslek, politika da giderek çok medyatik bir alan, ama yine de gazetecilikle milletvekilliği çok farklı iki mecra. Birinden ötekine geçmek ne demek? Tutarlı mı? Ne kadar etik? Ne kadar kabul edilir? Medyaya yansıyan haberlere göre azımsanmayacak sayıda gazeteci, bu genel seçimlere şimdiden aday adayı olarak hazırlanıyor. Gazetecilikle milletvekilliği arasındaki ilişkiler, girift ve genelde sorunlu. Siyasetin son yıllarda giderek medya üzerinden yapıldığı hesaba katılırsa, medyada köşe yazarlığı, televizyon yorumculuğu yaparak popüler hale gelmiş kişilerin, yani gazetecilerin diğer adaylara oranla bir tanınmışlık avantajı var. Onlar da zaten biraz bu popülerliği de kullanarak gazeteciliği bırakıp Meclis’in ceylan derili koltuklarına hevesleniyorlar. (Zaman’ın bir köşe yazarı ön yoklamada 34. olmuş. Bravo!) Gaze

Basın özgürlüğüne ve CHP'ye karşı 'rötarlı taciz'

Nedim Şener’le Ahmet Şık’ın, Savcılığın henüz ve hâlâ açıklamadığı ‘’gizli’’ (!) delillerle tutuklanması, siyasi iktidar ve stepnesi F tipi cemaati çok rahatsız etti, hatta paniğe sevk etti. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Adalet Bakanı, özel yetkili savcı… Herkes açıklama yaptı. Siyasi iktidar yanlısı köşe yazarlarının çoğunluğu bile bu kampanyaya karşı çıktı. 18. dalgayı başlatan ve Oda TV bilgisayarlarında bulunduğu iddia edilen belgeleri Oda TV yöneticileri ve avukatları redetti . Bu belgelerin, virüslü e-mail yoluyla dışarıdan kendi bilgisayarlarına gönderilmiş olduklarını söylediler. İçeriği ve söylemi itibarıyla da üretildiği izlenimi uyandıran bu belgeler temelinde evler, işyerleri basıldı, gazeteciler gözaltına alındı ve sonra da tutuklandı. Nedim’le Ahmet’in Savcılık sorgulamaları gazetelerde soru-cevap ve tam metin olarak yayınlandı. Bu metinlerden de anladık ki, Savcılık Nedim’le Ahmet’in gazetecilik faaliyetleri ile ilgileniyor. Özel olarak Hanefi Avcı ve Sabri Uzun konuları üzer

Medya etiği uzmanının ettiği!

Adını bile anmak istemediğim bir meslekdaşım kalktı, medyadaki yanlış/eksik bilgileri düzeltmek içinmiş gibi, ‘Ahmet’in bu Günlüklerin yayınlanmasında hiçbir dahli yoktur. Her şeyi tek başıma ben yaptım’ mealinde bir yazı yazdı. Gazeteci Ragıp Duran’ın aşağıdaki yazısı, Express dergisinin gelecek sayısı için kaleme aldığı “desinformation” konulu makalesinden alıntıdır. Makalenin “Darbe Günlükleri ve Alper Görmüş” ile ilgili bölümünü, yazarın onayıyla yayınlıyoruz. (…) Beni derinden yaralayan bir olay da, bu ‘Darbe Günlükleri’ konusundaki ofsayt. Sanki Ahmet’in Ergenekoncu olmadığını gösteren tek delil, onun ‘Darbe Günlükleri’ni yayınlayan Noktadergisinde çalışmış olması ve sanki Ahmet her yerde bas bas ‘Darbe Günlükleri’ni ben yazdım, ben yayınladım’ demiş gibi, adını bile anmak istemediğim bir meslekdaşım kalktı, medyadaki yanlış/eksik bilgileri düzeltmek içinmiş gibi,‘Ahmet’in bu Günlüklerin yayınlanmasında hiçbir dahli yoktur. Her şeyi tek başıma ben yaptım’ mealinde bir yazı yazd

'Hazreti İsa'nın katilini açıklayacaklar galiba'

6 Mart 2011 Pazar günü Zaman ve Yeni Şafak gazetelerinde yer alan haber ve birkaç açıdan sorunlu. • Öncelikle soruşturmanın gizliliği ilkesi çiğnendiği için, yayınlanan belgeler doğru olsa bile, yayınlanmaması gerekirdi. • Bu bilgi ve belgelerin sadece iktidar yanlısı iki gazetede yayınlanması da manidar. Her yere servis edildi de sadece Zaman ile Yeni Şafak mı kullandı, yoksa sadece bu iki gazetede çalışan başarılı araştırmacı gazeteciler mi belgelere ulaştı? • Belgelerin yayın zamanlaması da anlamlı. Kamuoyu Şener ve Şık vakalarına yoğunlaşmışken, yeniden Oda Tv ve Soner Yalçın’ın gündeme getirilmesi, Şener ve Şık konusunda iktidar yanlısı gazetecilerin bile eleştirel yaklaşımlar sergilediği bir ortamda, Şener ve Şık vakasını karartmaya, unutturmaya yönelik sanki. Şener ve Şık’ın suçlu olmadıkları yolundaki izlenim güç kazanadıkça, bu iki meslekdaşımızı, Oda TV’de ele geçirildiği öne sürülen belgelerle suçlama çabası artıyor. • Bir gazeteci, muhabir, haber müdürü ya da Yazı İşleri

Tehlikeli Arama ve Gözaltı Operasyonu

• Nedim Şener ile Ahmet Şık’ın ‘Ergenekon üyeliği’ ve ‘Halkı kin ve nefrete kışkırtmak’ iddiasıyla, ev ve işyelerinin basılıp gözaltına alınmaları gerek hukuki açıdan gerekse basın özgürlüğü açısından son derece sorunlu, çelişkili bir operasyon. Hukukun olmadığı yerde ilk başta güçlüler sahneye çıkar ama sonra… Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay ile başlayan, bilahare Soner Yalçın ve arkadaşlarını da içeren arama-gözaltı furyası, dün sabah da, aralarında Ahmet Şık ve Nedim Şener’in de bulunduğu gazeteci arkadaşlarımızı da polis, savcı ve gardiyanlarla karşı karşıya bıraktı. Sorunu galiba önce hukuki sonra da basın özgürlüğü açısından ele almakta yarar var: Şık ve Şener’in ev ve işyerleri, ‘Ergenekon Terör Örgütü üyeliği’ ve ‘Halkı kin ve nefrete kışkırtmak….’ iddiasıyla sabahın köründe basılıyor, arama yapılıyor, sonra da bu arkadaşlarımız gözaltına alınıyor. Bir gazetecinin mesken mahremiyetini çiğnemek ve bilahare gözaltına almak için pek de yeterli ve ikna edici gerekçeler değil Sav

Her ebadda Voltaire aranıyor…

Oda Tv ve Soner Yalçın meselesinde klasik kutuplaşma medyatik alanda da tezahür etti: Soner Yalçın’ın ne kadar kötü bir adam olduğunu anlatıp baskın ve tutuklamayı doğru bulanlar ile siyasi iktidarın ikna edici olmayan hukuki usul ve gerekçelerle bir gazeteciyi kodese tıkamasına karşı çıkanlar. Baskıya karşı çıkmak için ille de mağduru topyekün savunmak şart mıdır? Oda Tv’nin polis tarafından basılıp, Soner Yalçın ve İnternet sitesi yöneticilerinin bilahare tutuklanması medyada geniş bir tartışma yarattı. Gazetecilerin büyük bir kısmı, bu baskın ve tutuklamaya karşı çıkarken, özel olarak Soner Yalçın’la hemfikir olmadıklarını özenle ve israrla belirttiler. (Yanlış anlaşılmasın, onu sevmem ama siyasi iktidarı hiç sevmem yaklaşımı gibi…). Başta iktidar yanlısı gazeteciler olmak üzere, bazı kalemler de, henüz yargılama aşaması bile başlamamışken, Yalçın’ın Ergenekon bağlantısını kesinleştirip onu yargıçlardan önce mahkum etti. Bu cenahta, Yalçın’ın aslında kendi hakkında yalan y

GÖZ GÖRE GÖRE

Dicle Haber Ajansının sorusuna yanıt(18 Şubat 2011) Erdoğan, " 8 yıl önce hayali bile kurulamayan reformların yapıldığı bir Türkiye var. Özgürlüklerin baskı altında olduğunu söyleyenler 8 yıl öncesini hatırlayın. Emirle, siparişle yazı yazarlardı yazarlar. Şimdi serbestçe yazıyorlar. Şimdi özgürce ifade edebildiği bir Türkiye oluşturduk. 8 yıldır sesini kıstığımız tek bir yayın organı yok, yasalarımız da buna müsaade etmez. Yargı kararıyla yayın durduruluyorsa bunun bizimle ne ilgisi var. 8 yıl önce atılamayan manşetler bugün özgürce atılabiliyor " diye konuştu. Günlük Gazetesi, 19 Şubat 2011 Başbakan Erdoğan'ın bu açıklaması çok sorunlu. Öncelikle söyledikleri somut gerçekle yüzde yüz çelişiyor. Uluslararası alanda RSF, CPJ ve AB raporlarına baktığımızda, keza Türkiye'de TGC, ÇGD ve BİA'nın saptamalarını gözden geçirdiğimizde, cezaevindeki gazeteci sayısı, kapatılan yayın organı sayısı, hakkında dava açılan gazeteci sayısı herhangi bir demokratik ülkede olduğund

ODA TV ve Soner Yalçın

Türkiye’deki mevcut siyasal ve dolayısıyla medyatik kutuplaşmanın yanı sıra AKP’nin artık faşizanlaşmaya başlayan tutumu nedeniyle bir dizi ilke ve değer önemsizleşti, polemiklerle tartışılır, sorgulanır oldu. Bu ilke ve değerlerin en önemlisi de hukuk ve vazgeçilmez unsuru düşünce, ifade ve basın özgürlüğü. Polis, bir İnternet sitesinin merkezini basıyor, sitenin sahibi ile üç yöneticisini gözaltına alıyor. Bu baskın ve tutuklamanın nedenlerini anlamak isteyen herkes, sitenin yayınlarını inceler ve bir karara varabilir. Özellikle de son olarak yayınladıkları Yarbay Mustafa Dönmez/Zir Vadisi videolu haber çok manidar. Hukuka ve basın özgürlüğüne yönelik bir saldırı olduğu zaman, mağdurun, ‘Bizden mi yoksa karşı taraftan mı?’ olduğunu anladıktan sonra tutum almak, ilke ve değerlerin ne kadar erozyona uğradığını gösteriyor. Gazeteci, köşe yazarı gibi kimlikler taşıyan bazıları, Ergenekon bahanesiyle baskın ve gözaltını savunuyor. ODA TV’nin yayınlarına karşı iseniz, polisle savc

KEMALİZM, AKP’Yİ NEDEN ALTEDEMEZ?

• 88 yıllık resmi ideolojimiz çatırdamaya başlarken, yeni iktidar kendi çelişkili ideolojisini egemen kılmaya çabalıyor. Eskinin yeniye karşı direnişi henüz devam ediyor. Ama eski de yeni de demokrat da değil, cumhuriyetçi de…Bekir Çoşkun, istemeden bu mesajı veriyor kitabında. Son zamanlarda neredeyse adet oldu: İşten atılan gazeteci, hafif medya eleştirmeni kılığında başından geçenleri kitap olarak yayınlıyor. Son örnek Bekir Çoşkun’un ‘Başın Öne Eğilmesin’. (Bilgi Yayınevi, Ankara, Ocak 2011) Bu tür kitaplar, işten atılanların yeniden işe dönmesini sağlamıyor belki ama, hem Türk egemen medyasındaki patron-çalışan ilişkileri ve genel olarak medya manzaraları, hem de kitap yazarlarının mesleğe bakış açıları, siyasi kimlikleri, kültürel-ideolojik derinlikleri hakkında bilgi sahibi olmamıza yarıyor. Bekir Çoşkun, popüler bir köşe yazarı. Muhabirlikten, Ankara temsilciliğinden geldiği için de meslek erbabı sayılır. Kalemi kıvrak. Mizacı yumuşak, mizahı kimi zaman hoş bir meslekdaşımız.

GALATASARAY MI ERDOĞAN MI?

• Ali Sami Yen Spor Kompleksi TTArena’nın açılış töreni sırasında meydana gelen olaylar, spor-siyaset ilişkileri açısından göz açıcı. Medyatik açıdan da ilginç, çünkü sanal gerçekliğin güçlü Başbakanı, hakiki gerçeğin arenasında protestolar karşısında konuşma da yapamıyor, stadı da terk etmek zorunda kalıyor . Soğuk nedeniyle birinci yarının sonunda stadyumdan çıktık. Metrodan inince bir taksiye bindik. Bizim oğlanın üzerinde sarı-kırmızı forma, şapka olduğu için şoför anladı: -Abi helal olsun vallahi size! - Ne bakımdan yani? - Çok güzel stad olmuş. Televizyonda gördüm. Ben Fenerliyim ama ben bile çok sevindim. Gurur duydum. Şimdi herkes öyle uluorta konuşamıyor ya… - Bazı olaylar olmuş galiba… - Evet, oldu, Başbakan’ı bir güzel yuhaladılar! - Abi ben aslında onun için helal olsun size demiştim… Cumartesi gününden bu yana gazetelerde, televizyonlarda, İnternet sitelerindeki yayınları izlemeye çalışıyorum. Mail gruplarında çok hoş yorumlar var. Şimdi Liseli ve klüp üyesi biri olar

RTÜK Yasasındaki Değişiklikler

BBC Türkçe Servisi, 7 Ocak 2011 Cuma günü TSİ 18.00'deki yayının yaklaşık 20 dakikasını Macaristan, Türkiye ve İngiltere'de televizyon yayınlarını düzenleme ve denetleme yasa ve kurullarındaki gelişme ve işlevlere ayırdı. Türkiye'de RTÜK yasasının ilk 7 maddesinin değiştirilmesi konusunda, özel olarak Başbakanın yayın yasaklama yetkisi ile medya mülkiyetinde yabancı sermayenin payının yüzde 50'ye çıkarılması hakkında, Ragıp Duran'la yapılan söyleşiye http://www.bbc.co.uk/turkce/multimedya/2010/10/000001_bbcturkce_1800.shtml adresinden ulaşabilirsiniz.

Un, yağ, şeker kötü, aşçı da çapsız

Son dönemde bazı ünlü-ünsüz gazeteciler, yazarlar işlerinden oldu. Ne oldu? Gazete ve okur açısından ne değişti? Türk egemen medyasında, medya mülkiyeti, yayın politikası bağlamında kadronun, köşe yazarı ya da muhabirin işlevi konumu nedir? Türk egemen medyasında kadro yapısı, medyanın yayın politikaları ve çalışma yöntemleri üzerinde nasıl bir etkiye/ağırlığa sahiptir? Bu soruyu farklı bir şekilde de formüle edebiliriz: Medyanın olumsuzlukları, esas olarak kadronun olumsuzluklarından mı kaynaklanıyor? Yoksa, medyanın zaten kendisi yapısal olarak olumsuz olduğu için mi kadrolar niteliksiz ve düzeysiz? Türk egemen medyası üzerine yapılan mesleki ve akademik araştırmaların büyük bir çoğunluğu , medya mülkiyetinin bağımsız ve özgür olmadığını saptıyor. Medya kadroları hakkında, dikkate değer, kaale alınabilecek az sayıda çalışma var. Eskilerden Cumhuriyet muhabiri Asiye Uysal’ın TGC yayınları arasında çıkan araştırmasında, gazetelerde çalışan kadroların bir profili çıkarılmıştı.